Aslında bu 4lü koalisyon öncesinde her şey yolunda gidiyordu.
Türkiye “üretimi kesin ve var olan fabrikaları kapatın” diyordu, kapatılıyordu.
“Bahçeleri kurutun, tarlaları ekmeyin” diyordu, denilen aynen uygulanıyordu.
“Herkesi devlet dairelerine yerleştirin memur yapın” deniyordu, dairelere sandalye masa eklenip memur üzerine memur yığılıyordu.
Türkiye KKTC’nin iç siyasetini ve iç yönetimini adım adım ele geçiriyordu.
Kıbrıs siyasetçileri hükümet olup, koltuklara rahat oturup, ganimetleri istedikleri gibi dağıtıyordu.
Vatandaş ise emek vermeden hazır bulmanın keyfini çıkarıyordu.
Türkiye’den işsiz ,aşsız bırakılan insanlar Kıbrıs’a taşınıyordu ama gelen iş bulduğu için ,Kıbrıs halkı da iş yaptıracak insan bulduğu için memnundu.
Kimsenin bilinçli olarak ortaya konan bu politikadan haberi de yoktu, ilgisi de.
Kıbrıslılar için Kıbrıs’a sahip çıkan ve kol kanat geren bir hami, Türkiyeliler için de yeni bir ekmek kapısı vardı.
O yüzden herkes memnundu.
Ne Kıbrıslı -Türkiyeli kavgası vardı ne de “Türkiye düşmanlığı”
Ne zaman ki yürütülen politikanın tehlikesini görüp ayaklananlar ve sesini yükseltenler ortaya çıktı işin rengi değişti.
İç işlerine karışılmasını istemeyip, kendi egemenliklerine sahip çıkanlar susturulmalıydı.
O dönemde bu çok da zor değildi çünkü Kıbrıs Türkünü kurtarıp kendisine kol kanat geren Türkiye olgusu halkın en hassas noktasıydı ve kullanılmak için de en uygun zemindi.
Kendi ülkesini yönetmenin ancak üretimle mümkün olacağına inanıp, Türkiye Hükümetlerinin Kıbrıs’ın kuzeyindeki üretimi bitirip, yavaş yavaş iç siyasetin yönetimini ele geçirme çabasına karşı çıkanlar “Rumlarla iş birliği yapan hainler” olarak ilan edildiler.
Bunlar için “Türkiye düşmanı” dendi ve bu politika tuttu.
Halkın bir kısmı Türkiye’ye olan minnetinden ,bir kısmı da bu damgayı yememek için sustu.
Tabi bir kısmına da emek vermeden kazanmak cazip geldi ve günü birlik yaşamayı tercih ettiler.
İlk başlarda uygulanan politika halkı çok incitmediği için çok önemsenmedi.
Ancak tabiri caizse tam bir şeker hastalığı gibiydi.
Ağrısı, sızısı yoktu ama içten içe tüm organları ele geçiriyordu.
Ufak ufak yapılan uygulamalar normalleşip halk tarafından tepki görmeyince, işin boyutu büyütüldü.
Merkez bankasının idaresi tamamen TC yönetimine geçti.
TC tarafından hazırlanan yasa tasarıları KKTC Meclisinden geçirilmek üzere gönderildi.
Yol yapımından, barajlara kadar tüm alt yapı projeleri TC’de hazırlanıp, kullanılacak ekipmanlara kadar TC’den getirildi.
Artık KKTC’nin tüm alt yapısı TC’den gelen özel sektörün elindeydi.
Coğrafi yapıyı bilmeyen, toplum yapısını tanımayan firmalar, yollar, binalar ve barajlar yaptı.
Sonucunda da bir yığın kaza ve doğanın isyanı yaşandı.
Su kanallarının üzerine yapılan yollar yüzünden seller olup, gencecik canları aldı gitti.
Çarpık kentleşme sonucu yerleşim yerleri lağım ve pislik altında kaldı.
Tabi ki bu sorunları sahiplenen olmadı.
Siyasiler bir birlerini suçlayıp, neden olanlar eylem yapmaya bile kalktı.
Oysa Türkiye hükümetlerinin her uygulamasına evet diyerek boyun eğen de onlardı.
Derken su TC’deki özel firmalara devredildi.
Suyun geldiği araziler bu firmalara bırakıldı.
Havalanı devredildi.
GSM ler 10 yıllığına kiraladıkları alanların sahibi oldu ve Telekomünikasyon Dairesinden telekomünikasyona ait alt yapı için kullanma parası bile almaya başladı.
Kıbrıs halkının kaybettiği sadece doğal kaynakları ve siyasi yönetim erki değildi.
İstenilen aynı zamanda, Kıbrıs halkına ait kültür ve maneviyatın da değişmesiydi.
Kıbrıslıların dini inançları sorgulanıp, bu konuda anketler yapıldı.
Türkiye halkına dayatılan siyasal İslam’ın Kıbrıs halkına da uygulanması istendi.
Hala Sultan İlahiyat Koleji sanki halkın isteğiymiş gibi kuruldu ve karşı çıkan kişiler “dinsiz” ilan edildi.
Aslında Hala Sultan Koleji de KKTC’de uygulanmak istenen siyasetin bir ayağıydı ve kurulurken diğer konularda olduğu gibi Kıbrıs halkının engin hoşgörüsü istismar edildi.
Özgürlüklerden yana engin hoş görüye sahip olan gerek Kıbrıslılar gerekse Türkiye’den göç edip gelmiş Kıbrıs’ın kuzeyini yurt bilmiş göçmenler olaya siyasi açıdan bakmayıp, inanç özgürlüğü olarak gördüler.
Ancak olayın ne kadar siyasi olduğu 4 lü koalisyonun bozulduktan sonra ortaya çıktı.
Önce TC Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bu kolejin TC’ye devredilmesi istendi, buna ret cevabı veren KKTC Milli Eğitim bakanı ile görüşülmedi, sonrasında da LTB Başkanı burada düzenlenen davetli olduğu bir iftar yemeğine alınmadı.
Aynı zamanda KIB-TEK in de TC’ye özelleştirme yolu ile devredilmesi istenmekteydi.
4lü koalisyonun sol kanadının içindeki bazı yurt severlerin bunlara karşı çıkışı bozulmasına asıl sebeptir.
Ancak bu yurt severlerin “koalisyon bozulmamasın” diye suskun kalmaları ve tüm bu sebepleri halkla paylaşmamaları daha büyük bir soruna sebep oldu.
Kıbrıslıların elinde kalan son kaynakları da verecek, gerek Kıbrıslıların gerekse yıllar önce gelip adaya yerleşmiş KKTC halkının iradesini yok sayacak bir hükümet kuruldu.
Kısacası gerek Kıbrıslılar, gerekse yıllardır Kıbrıs kültürüyle kendini Kıbrıs’a ait hissedenlerin vermiş olduğu kimlik ve bir varoluş mücadelesi daha, kendisine “sol” diyen bir kesim tarafından kaybedilmiş oldu.
Ama UMUT ölmedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.