Aynı GSM ye ait 3 hattım var.
Sanırım Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesiydi, üçü de ayrı ayrı kişiler tarafından arandı.
Anket yapıyorlarmış.
Arayanlar farklıydı ama anket aynıydı.
Tabi ki cevap veren de hep bendim.
“Bu seçimde hangi adaya oy vereceksiniz?”
“Daha önce hangi partiye oy vermiştiniz?”
v.s..v.s. gibi bilindik soruları sordular.
Her arayana farklı adayı söyleyip, farklı cevaplar verdim.
Zira bu kadar baştan savma ve bu kadar lakâyıt bir anket ancak bu kadar dikkate alınabilirdi.
En azından aradıkları numaranın kim adına kayıtlı olduğuna bakabilirlerdi.
Demek ki maksat hedeflendiği kadar kişiye oturdukları yerde soru sormaktı.
Şimdi gelin de bu anketlerin sonuçlarına güvenin.
Düşünün aynı adayın ismini verseydim, 3 ayrı oy diye algılanacaktı.
Gerçi bu anketlerin çoğusu, nabız tutmak için değil, topluma yön vermek ve algı yaratmak için ısmarlama yapılıyor.
Tabi ki, işini ciddiye alarak bilimsel temelde, usulüne uygun anket yapan şirketler de var ama ne yazık ki bunlar azınlıkta kaldı.
Gör beni göreyim seni misali “ver parayı seni birinci yapayım” şeklinde şirketlerle doldu ortalık.
Bu şirketlerin amacı “kamu oyu araştırması” değil, “kamu oyunu aldatma”.
Çünkü toplumsal olarak yanlış bir algımız var.
Ya kesin kazanacağını düşündüğümüz güçlü adaya oy veririz, ya da “O zaten kazanmayacak” diyerek desteklediğimiz halde bir adaya veya partiye oy vermeyiz.
İşte bu uyanık anket şirketleri de bu zaafımızı gayet iyi bildikleri için bunu bize karşı kullanıyorlar.
Bunu UBP ve CTP de fısıltı yolu ile yapıyor.
“Falan adayın kesin kazanacağını kulaktan kulağa yayalım” yöntemi ile istenilen adayın “güçlü ve kesin kazanacak” algısı yaratılıyor.
Çoğu kişi de oylarının boşa gitmemesi için bu algı yönünde oy kullanıyor.
Tabi ki tersi de yaratılıyor.
“O zaten kazanamaz, oyunu boşa harcama falan adaya ver” şeklinde yönlendirilenler de çok.
Oysa ki, adayın kazanıp, kazanamayacağından çok donanımı ve ilkeli olup olmadığı önemli olmalı.
Biz nice “güçlü” gösterildiği halde seçilen ancak, bu toplum için nokta koymaktan aciz vekiller gördük.
Ya da toplumsal bir çok sorunda umut olabilecek adayların dışta kaldığını.
Peki ne oldu?
Bunca zaman ya “tanıdıktır”, “eştir”, “dosttur”, “işimizi yapar” diyerek bireysel oy verdik ya da toptancı davranıp “güçten (!)” yana bir partiyi seçtik te ne oldu?
Kıbrıs sorununda bir çözüm mü oldu?
Kendi idaremizi kendi elimize mi alabildik?
Nüfus ve ülkeye giriş, çıkışlar kontrol altına mı alına bildi?
Merkez bankası ve polis bizim idaremize mi geçti?
Hadi diyeceksiniz “bunlar sadece bize ve bizim seçimimize bağlı değil, uluslar arası etkenler var.”
Tamam kabul.
Bunlar toplumsal olarak mücadele verilerek çözülecek sorunlar.
Peki ya memleketin içerisinde ne oldu?
Partizanlık mı bitti?
Kurumlar disiplin altına mı alındı?
Ekonomi mi düzeldi?
Üretim mi arttı?
Kadınların, çocukların, engellilerin sorunlarına çözümler mi bulundu?
Uyuşturucu ve fuhuş batağına batan gençler için politikalar üretilip bu gençlere sahip mi çıkıldı?
Eğitim mi düzeldi?
Sağlıklı bir sağlık politikası mı üretildi?
İşçinin, çitçinin, hayvancının sorunlarına çözüm mü bulundu?
Kendi elektriğimizi üreten kuruma sahip mi çıkıldı?
Rüşvetin, yolsuzluğun, torpilin önü mü kesildi?
Peki bunlar da dış unsurlara mı bağlı?
Bizim vekillerimiz, bizi idare eden hükümetler bunları çözebilecek güçte değiller mi?
İşte bu yüzden bu seçimde toptan davranışa ve sadece slogan seçimine karşıyım.
Hangi partiden olursa olsun, donanımlı ve gerçekten çözüm üretecek adayların kazanmasını istiyorum.
Zira kendi içinde sorun çözebilen, dışarıdaki sorunları da çözebilir.
Bu halk direngen bir halktır, mücadeleci bir halktır ama ne yazık ki, gelen giden siyasiler tarafından güvenleri ve umutları yok edilmiş, çaresizlik öğretilmiş.
Bir umut ışığı gördüğü taktirde nasıl bir yumruk halinde birleştiğini ve nasıl mücadelelerine sahip çıktıklarını Annan Planı döneminde gördük.
Aslında siyasete olan güvenleri tazelense bir çok sorunu omuzlayacak bir halk.
İşte bu güven de içte bazı şeylerin doğru yapılmasıyla olur.
Bu yüzden doğru adaylar seçilsin istiyorum.
Doğru işlerin yapılacağına inanç duyarsa bu halk ne yapacağını bilir.
Yoksa öyle Gezici’nin matematiği zorlayan 18 kişinin üç günde 4267 kişiyle görüşerek(!) yaptığı akıllara zarar anketine ihtiyacı yok.
Kaldı ki bu şirket 18 kişiyi üç günde o kadar kişiyle görüştürecek kadar çalıştırmışsa suç işlemiştir.
Farklı farklı bölgeleri gezerek bu anket yapılmışsa çalışanları gece- gündüz ve aç- susuz çalıştırmak zorunda kalarak suç işlemiştir.
Yok çalışma saatlerine uygun çalıştırmışsa, o zaman da aynı bölgede çalışılmıştır, o zaman da yapılan anket sorgulanmalıdır.
Yani Nasreddin Hoca’nın dediği gibi “kedi buysa ciğer nerede, ciğer buysa kedi nerede?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.