Işıklar gecenin lâciverdini kovmadan
Kuşlar bile uyanmadan
Düştüm İstanbul’un arnavutkaldırımlı sokaklarına
Gökyüzünde hâlâ ayın silueti
Bir vapurun tiz çığlığına uyanan iskele
Rıhtımda bekleyen yolcular ve telâş…
Martılar uyandı sonradan
Sabahın soluk mavisine kanat çırparak
Şehri tamamlarcasına çığlık çığlığa.
Ufka baktım gözlerimin pusuyla
Özledim eski zamanları
Huzurlu sokakları, neşeli mekânları
Korkusuz zamanları
Canlı bombalar simge olmuş bu kente
Ölüm kol geziyor her an her yerde.
Birkaç haftadır gazetedeki köşeme yazamadım. Yeğenim Pınar’ın ameliyatı dolayısıyla İstanbul’daydım. Yıllar önce maalesef doktorların teşhis edemediği ağrıların sonucu apandisiti patlamamış ve zor bir ameliyat geçirmiş; altı ay sonra da bu ameliyatın yan etkisi olarak bağırsak yapışması olmuş ve ikinci kez bir operasyon geçirmişti. Hem de hayati önem taşıyan zor bir operasyon.. Pınar o zamanlar henüz on üç yaşındaydı. Şimdi 0tuz yedi yaşında ama çoğumuzun pek önemsemediği bir apandisit patlamasının olumsuz etkilerini maalesef yıllar sonra yaşama şansızlığına uğradı. Aşırı ağrılardan dolayı yapılan tetkikler neticesinde yine yapışıklıklar olduğu tespit edildi ve yeniden ciddi bir operasyon geçirdi. Bu vesileyle operasyonu gerçekleştiren doktorlara, başta Prof dr Bülent Urman olmak üzere teşekkür ediyorum.
Bu yazıyı yazarken maksadım yeğenimin operasyonunu anlatmak değildir tabii ki.. Basit sandığımız sağlık sorunlarının ileride başımıza ciddi sorunlar açacağını ve en basit bir ağrıyı bile ciddiye almak gerektiğini vurgulamak istedim sadece. İstedim ki apandisit şüphesi olan herkes bunu asla bekletmesin, hemen aldırsın. İstedim ki doktorlar bütün tetkikleri yapıp doğru teşhisi koysun, baştan savma iş yapmasın ve diledim ki Allah hepimizi doktorluk yeminine sadık kalmış duyarlı ve işinin ehli doktorlara yönlendirsin. Çünkü ne kadar süreceği belli olmayan hayatımızda en değerli zenginliğimiz sağlığımızdır. Para, pul, şan, şöhret sağlık yoksa eğer, bir hiçtir sadece. Bunu anlamak için hastanede bir hasta yakınıyla konuşurken anlattığı bir olayı da paylaşmak isterim. “Çok fakir adamın biri elinde bir salatalıkla lüks bir lokantanın kapısında durmuş, içeride yemek yiyenlere özene özene bakıyor ve boş midesini elindeki salatalığı kemirerek susturmaya çalışıyormuş. İçeridekilerden zengin biri adamın salatalıkla lokantanın kapısında dikilmesine kızmış. Yanında oturan diğer zenginse kapıdaki adama gıptayla bakmış ve yanındakine “Ne mutlu ona ki aç karnına salatalık yiyecek kadar sağlığı yerinde. Bir de bana bak önüm çeşitli yiyeceklerle donatılmış, servet içinde yaşıyorum ama bu yemekleri yiyemiyorum” demiş.
*****
Biz hastanedeyken Beşiktaş ve Maçka’da patlamalar oldu. Çok yakın olmadığımız halde patlama o kadar şiddetliydi ki sesleri bize kadar geldi. Hatta Üsküdar’dan bile duyanlar oldu. Yine canlı bombalar, yine şehitler… Yollarda korkuyla, panikle koşuşan insanlar. Oysa iki yıl önce evimi satıp tutkunu olduğum o şehirden ayrılmak bana çok zor gelmişti. O zaman sokaklar salimdi, gözlerde korku yoktu. Şimdi insanlar kalabalık yerlerde bulunmaktan kaçınıyorlar. Oysa hayat devam ediyor ve herkes bir maksatla dışarı çıkmak zorunda. Akşam sağ salim eve dönebilmenin duasında. Avrupa yakasını deniz altından Asya’ya bağlayan Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, kilometreler boyunca tüneller, güzelim parklar, bahçeler, metrolar, metrobüsler, tramvaylar… İnsanlar korku içindeyken bu gelişmeler neye yaradı şimdi? Bütün bunlar olmasaydı da güven ve huzur olsaydı keşke. Ah İstanbul’um… Ah Türkiye’m… Reva değildi bu başınıza (başımıza) gelenler… Getirilenler..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.