• BIST 8862.32
  • Altın 2934.432
  • Dolar 34.214
  • Euro 36.7671
  • Lefkoşa 16 °C
  • Mağusa 18 °C
  • Girne 19 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 18 °C
  • İstanbul 11 °C
  • Ankara 5 °C

Ayşegül Garabli Yazdı... “Din” adı altında dayak yiyen çocuklardık..

Ayşegül Garabli Yazdı... “Din” adı altında dayak yiyen çocuklardık..
Ayşegül Garabli Yazdı... “Din” adı altında dayak yiyen çocuklardık..

Ne zaman başladığımızı hatırlamıyorum ama ilkokul bitene kadar her yaz tatilinde, mahallenin tüm çocukları, boynumuzda atların boynuna asılan yem torbalarına benzer ,bezden bir çanta, kızların başında boyları kadar bir baş örtüsü ve erkek çocukların kafasında da takke, kuran kurslarına gönderildik.

Amaç Kuran öğrenmemiz falan değildi, çünkü her yaz ilk baştan başlayıp, alfabeyi bitirene kadar tatil bitiyordu.

Ertesi yaz, sil baştan başlıyorduk.

Neler yaptığımız ya da neler öğrenip öğrenmediğimiz, kimsenin umurunda değildi.

Yeter ki, annelerimizin eline ayağına dolaşmayalım, sokaklarda kavga döğüş olmasın.

Zaten kursa kadar oyun oynayıp, kurs biter bitmez, kaldığımız yerden oyuna devam ediyorduk.

Çünkü çocuktuk.

Oyuna dalıp geç kaldığımızda hocanın upuzun sopasından nasibimizi aldığımız çok olmuştur.

Düşünüyorum da ailelerimiz dayak yediğimizi bilse yine de gönderir miydi?

Gerçi o zamanlar, dayak çocuk eğitiminin bir parçasıydı, sevgiden ziyade korku hakimdi.

Büyüklerinden, Allah’tan korkman lazımdı.

Dolayısıyla, bir çok şeyi korktuğumuz için yapardık.

Sormak, sorgulamak, ya da karşı çıkmak ne haddimize.

Bir gün yine kurs için evden çıkmışız, ısrarla ikizime oynayalım diyorum, O da “ çalışmadım, hoca sorarsa ne cevap vereceğim” diyerek oynamak istemiyor.

“Hoca sana sorarsa, söz ben arkadan cevabı söyleyeceğim sana” diyerek ikna ettim.

Neyse oyunumuzu oynayıp, gidip, salonda arkalarda bir yer bulup, dizlerimizin üstüne çöktük.

Hoca geldi, içinden birkaç kelimeyi anca anlayabildiğimiz bir dille konuştu da konuştu.

Sonra sıra sorulara geldi.

Sopayla kardeşimi işaret ederek “Kimin ümmetisin” diye sordu.

Ümmet kelimesini ilk kez duyuyorum, “Kimin” kelimesinden bir bağ olduğunu anladım ve kendimce mantık yürüterek kardeşime babamızın ismini fısıldadım, O da kendinden emin bir şekilde “Necati’nin” dedi ve kafasına sopayı yedi.

O an öfkelendiğim kadar öfkelendiğimi hiç hatırlamıyorum.

Hoca kardeşime “Süphaneke’yi oku “deyince, öfkeyle kendi kendime, “Süphaneke, anan eke, baban teke” diye mırıldanınca, kardeşim aynılarını tekrar etti.

Değnek tekrar kardeşimin kafasına indi ve kafası ceviz büyüklüğünde kabardı.

Sonra sınıfa dönüp, dilimizin temiz olmasından, gözümüzün harama bakmaması gerektiğinden bahsetti ve eğer harama bakarsak, gözlerimizin tepemize  çıkacağını söyledi.

Ben yine kendi mantığımla, “ İsteyen başını eğip tekrar bakabilir” der demez kafama sopa indi.

O andan itibaren içimde büyük bir öfke oluştu ve kafam karmakarışık oldu.

Çünkü evde rahmetli anneannemin anlattığı “din” ile kursta anlatılan ve bize yaşatılanların hiçbir alakası yoktu.

Çocuk halimle “Eğer Allah varsa, bu hocaya neden engel olmuyor, neden bu hoca çocuklara bu kadar eziyet ediyor” diye Allah’ı sorgular oldum.

Tabi yaramaz ve devamlı aileme şikayet edilen bir çocuk olduğum için annemlere de bir şey anlatamadım.

Anlatsam “yine ne yaptın” diye ben yargılanacaktım.

O yüzden hiçbir şey anlatmadım, kardeşim de benim sözümden dışarı çıkmadığı için o da anlatmadı.

Anlatmadık ama kafamda da Allah’ı sorgulama hatta dini reddetme fikirleri giderek kuvvetleniyordu.

Hem sorguluyordum hem de beynimize kazınan “Allah çarpar” korkusuyla da tir tir titriyordum.

Her sabah kalktığımda ilk iş olarak aynanın karşısına geçip, çarpılıp, çarpılmadığıma bakıyordum.

Bu durum birkaç hafta sürmüştü ki, komşumuzun iki oğlu kavga ederken, birinin diğerine “Senin Allah’ını, kitabını” diye küfür ettiğini duydum.

Artık her gün Metin abiyi takip ediyordum, çarpılıp çarpılmadığını kontrol ediyordum.

Çarpılmadı…

Yaşadığım bu travma ile dağılmıştım.

Gidip olan biteni anneanneme anlattım.

O da bana korkunun yerine sevgiyi koyabileceğim şekilde uzun uzun anlattı.

Ortaokul ve Lise de zorunlu din dersleri olmasına rağmen zihnim hep bulanıktı.

Üniversiteye başladığımda, bütün dinler hakkında bilgi edindim, hepsinin kutsal kitaplarını okudum.

Ve gördüm ki, bütün dinlerin temeli aynıydı.

Sevi ve saygı ile, iyi bir insan olmaktı amaç.

Kendi vücudunu, ruhunu ve çevreni temiz tutmak, canlılara zarar vermemek ve korumak tı  hepsinin amacı.

İslamiyet ise niyet önemliydi.

Hangi işi yaparsan yap, niyetin iyi olmalıydı.

Kısacası din dediğimiz olgunun aslında vidan olduğunu anladım.

Cenneti de cehennemi de aslında insanlar vicdanlarında yaşıyorlar.

O yüzden daha hayal ile gerçeği ayırt edemeyen yaşlardaki çocuklara “din” adı altında anlatınlar  travma yaratmaktan öteye gitmiyor ve inançları da gelişmiyor.

Korkutmak  ancak çocukları ya kendi içlerine hapsediyor ya da ateist  veya deist yapıyor.

Dindar gençlik yetiştirmek yerine, vicdanlı, merhametli ,ahlaklı ve iyiliği temel alan çocuklar yetiştirmek, lazım.

Kendi muhakeme gücü yeteneğini kazanıp, sorgulama yetisine eriştiğinde, tüm dinlerin temeli verilebilir.

Din eğitimi almak isteyenlere de Milli Eğitim Bakanlığı, Mesleki Teknik Eğitim bünyesinde bölüm açılabilir.

Dinin öğrenmek herkesin en doğal hakkı.

O yüzden milli eğitim bünyesinde, yaşına uygun fırsatlar yaratılmalı.

Bu demokrasinin gereğidir.

Ancak, eğitimi din temeline oturtmak ve çocuklara empoze edilmesi, şeriattır.

 

 

 

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler