• BIST 9950.24
  • Altın 2962.961
  • Dolar 35.2472
  • Euro 36.7735
  • Lefkoşa 16 °C
  • Mağusa 18 °C
  • Girne 16 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 18 °C
  • İstanbul 10 °C
  • Ankara 8 °C

BAF’A YENİDEN ÖZLEM..

Hatice İNTAÇ

Eski bir masal gibi dilden dile dolaşan

Oysa daha dün gibi hafızalarda kalan

Uzak bir diyar şimdi gidilmesi zor olan

Ne zaman hatırlasam yüreğimi sızlatan

 

Çocuk bakışlarla izlerdim her günbatımı

Güneşin denizle buluşmasını

Bir tepeden seyrederdim onların vuslatını

Yıllar sonra öğrendim o büyük ihtişamı

Dünyanın en güzellerindenmiş

Baf’ın gurup zamanı.

 

Deniz kucak açardı Haziran geldiğinde

Bir coşkudur başlardı bizim mahallede

Toplanırdı komşular, son durak bizim evde.

Dolmalar sarılırdı kabak çiçeklerinden

Herkes bir iş yapardı payına düşeninden.

 

Sevinçle, heyecanla yaya çıkardık yola

Yoldaki bahçelerde verirdik kısa mola

Şarkılarla türkülerle yol alırdık denize

Yorgunluğun adını bilmezdik o günlerde

 

Ulaşırdık sonunda denizin kıyısına

Kamışlardan gölgelik yapardık yaşlılara

Kumsalı kadar onun, kayaları da vardı

Denizimizin adı Kral Mezarlarıydı

Kayalık ve hırçındı Kral Mezarlıkları

Yine de çok severdik o çılgın dalgaları

 

Koylar vardı utangaç genç kızları saklayan

Dalgalar vardı hayalleri uzaklara savuran

O hayaller ki gerçekliğe varmadan  

Enginlerde boğulan

Yıllardan sonra bile Baf’a hasret bırakan

 

Rüyalarda gezindiğim bir sahildir şimdi

O deniz, o kumsal ve o koylar

Çocukluğumuz, gençliğimiz oralardan el sallar

Tellerle kapansa da bizden hep izler saklar   (*)

 

 

 

 

 

Nedense insan, zor veya imkânsız olan şeyleri daha çok ister, daha çok özlermiş. Hayatın kötü sürprizleri de olabileceğini hesaba katmadan, gerçekleştirmesi mümkün olan eylemleri zamanında yapmayıp erteler. Gün gelip istese bile  artık bunun imkânsız olduğunu anlayınca da hayıflanır, kendine kızar ve zaten hayatında var olan “keşke” lerini çoğaltır.

Son zamanlarda corona salgını ve kapıların kapanmasıyla, doğup büyüdüğümüz ama terk etmek zorunda kaldığımız Güneyde kalan yerlerimizi ziyaret edememenin çaresizliği özlemimizi çoğaltırken  “keşke” lerimize bir yenisini daha ekledi. 

 

Zaman çok çabuk geçiyor ve geçerken de çok şeyi değiştiriyor. Ona karşı durmak ve direnmek imkânsız.

Bu değişim, yeni nesilleri eski değerlerimizi bilmekten yoksun bırakırken eskileri de bulanık anılara götürür. Yine de bazı anılar vardır ki bulanık olmak bir yana, günden daha berraktırlar.

Bu yaz mevsimi de beni yıllar öncesine götürdü. Doğduğum, büyüdüğüm yer olan Baf Kasabasına...

 

 Baf Kasabası Kıbrıs’ın Güneybatısında bulunan, denize açık şirin bir kasabadır. Diğer yerleşim merkezlerine göre en uzakta sayılan yeridir Kıbrıs’ın. Havası, doğası çok güzel olmasına rağmen uzaklığından dolayı Rumlarla Türklerin arasının gerginleştiği 1950 li yıllardan sonra bu şirin kasabaya memur, öğretmen ve doktorlar, atanmayı pek arzu etmezlerdi. Buraya gelmek onlar için adeta bir ceza gibiydi. Ancak geldikten sonra da o kadar alışırlardı ki, gitmek istemezlerdi. Bunun en önemli nedeni sanırım Baf insanının vefası, dürüstlüğü ve içtenliğiydi. Esasen Kıbrıs bir Akdeniz adası olma özelliğinden dolayı iklimi gibi insanı da sıcak ve samimidir. Yine de bana göre farklı bir yanı vardı ora insanının. Belki de bunun nedeni uzakta oluşu ve özellikle de savaş yıllarında yaşanan mahrumiyetlerden doğan kader birliği ve dayanışma ruhuydu. Benim de en masum, en riyasız dostluklarım ve sevgilerim daha çok o yıllara ve o yerlere aittirler.

 

 Baf Kasabasının yeni halini iki kere gördüm. Görmesem daha iyi olurdu ya!. Her taraf değişmiş. Çocukluğumuzun geçtiği yerler; denize kadar uzanan ovalar, bahçeler, beton yığınına dönmüş. Evimize çok yakın olan Kral mezarları denilen bölge tellerle kapatılmış, müze haline getirilmiş. Oysa ne çok anımız vardı o yerlerde…

     

 Önceleri o taştan mağaraların ve kalın duvar kalıntılarının ne olduğunu bilmeden oyun oynardık oralarda. Sonradan  mezar olduklarını öğrenince korktuk.Yine de alışık olduğumuz o mekândan kopamadık. Ta ki koparılıncaya kadar!.

Kasabanın iki kilometre kuzeybatısında yer alan;  M.Ö. 3. yüzyılda yapıldığı düşünülen ve o dönemin krallarının ve asillerinin gömülü olduğu varsayılan bölge denize açıktı. Bitki örtüsü bakımından o kadar zengindi ki; sonradan yerleştiğimiz Güzelyurt’ta bu bitkilere hiç rastlamadım. Buram buram çiçek kokardı oraları.  Kayaların arasından fışkırırcasına boy gösteren tavşan kulakları ( yabani siklamen) ve sayısız orkide çeşitleri ile cennetten bir köşeydi sanki.

   

 Yaz mevsimlerinde Bizim mahalleli Kral Mezarlıklarının yakınındaki denize girerdi. Hırçın ve kayalık bir denizdi ama etrafındaki kamışlıklarla, tertemiz, berrak suyuyla ve bize olan yakınlığı ile tercihimizdi. Deniz dönüşlerinde yol boyunca tanıdık evlerde mola verir, bostanlardan kavun-karpuz,  bahçelerdeki incir ağaçlarından incir toplardık.

 

Genelde annem götürürdü bizi denize. Ablalarımın, abilerimin arkadaşları, mahallenin genç kızları bizde toplanırlardı denize gitmek için. Annem bize şart koşardı, bütün işler bitmeden denize götürmem diye. Hepimiz işler bitsin diye seferber olurduk. Annem, o zamanlar, aile bütçesine katkısı olsun, okul masraflarımız çıksın diye birkaç tane koyun ve keçi almıştı. Onları yazın daha çok dut yaprakları ile beslerdik. Denize gideceğimiz günlerde hayvanlar için bahçemizdeki dut ağaçlarından yaprak yolmak bize düşerdi. Nasıl da hamaratlaşırdık öyle zamanlarda!.

Lastikçi Hasan dayımdan denizde boğulmamak için cankurtaran görevi yapan lastikler alırdık. Kocaman, siyah, araba iç lastikleri.. Buna rağmen o hırçın denizde çok boğulma tehlikesi atlattık.

 

 Yaz mevsiminde deniz en büyük eğlencemizdi. Bazen de limanın bulunduğu Dip Baf’a giderdik denize girmek için. Yol üzerinde  Hacı Mehmet Türbersi” vardı. Her gidişimizde türbeye de uğrar, dua ederdik. Limanda tarihi Baf kalesi vardı. Evden getirilen yemeklerle, özellikle de çiçek dolması ile kalede piknik yapardık. Ne güzel, ne tasasız günlerdi onlar..

 

 Günün kavurucu sıcağından sonra gelen akşam serinliği ile yeniden coşardık. Çünkü  ikindi vakti  avaz avaz bağırarak  o gece gösterilecek filmin duyurusunu  yapan katil” (adamın lakabıydı) kanımıza girerdi!. Gece de yazlık sinemaya gitmek isterdik. En kalabalık ev bizimki olduğu için mahallenin genç kızları, çocukları akşamüzeri bizde toplanırlardı. Yanımızda bir büyüğümüz olmadan gece sinemaya gitmemiz yasaktı. Bu yüzden sinemaya götürsünler diye onların her dediğine itaat eder; ertesi günkü işlerin tümünü üstleneceğimize dair söz verirdik.  Önce itiraz edilse de nihayette mahallenin bir büyüğü yakarışlarımıza dayanamaz; bizi sinemaya götürürdü. “Papatya Sineması na… Sinema yüksekçe bir yerdeydi.  Oturduğumuz yerden denize kadar uzanan muhteşem manzarayı görmek mümkündü. Yasemin ve ful kokardı sinema. Çocuklar hurma dallarına veya çam iğnelerine dizilmiş yaseminler satarlardı iki kuruşa. Derken film başlardı. Belgin Doruk-Göksel Arsoy , Ayhan Işık- Türkan Şoray  gibi o zamanın ünlülerinin başrol oynadığı siyah- beyaz kareler yansırdı beyaz perdeye.Filmin sesine “basedembo” ve “gannavuri  denilen kabak çekirdeği ve kavrulmuş kenevir tohumunun çıtırtısı ve kokusu eklenince Papatya sineması kimliğini bulurdu.

 

 Baf Kasabasında yaz mevsimi o zamanlar böyle geçerdi.  

                                                                             

 

(*) Bafa Özlem adlı şiirimden       

   

    

                                                                                                                

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları