• BIST 9949.01
  • Altın 2976.723
  • Dolar 35.1352
  • Euro 36.6264
  • Lefkoşa 8 °C
  • Mağusa 9 °C
  • Girne 14 °C
  • Güzelyurt 8 °C
  • İskele 9 °C
  • İstanbul 8 °C
  • Ankara 3 °C

BASTIRILMIŞ DUYGULAR

Hatice İNTAÇ

“Hisler, tekmeleyip şaha kalkan at gibi korku ve azgın enerjiyle doludurlar. Uslandırmanın tek yolu, onunla birlikte olmak ona canını yakmayacağınızı ve sırtından inmeyeceğinizi kanıtlamaktır”

Uzun zamandır hep kendi dışımızda gelişen olaylarla haşır neşir olmaktan; savaşlar, şehitler, cinayetler, doğal afetler, tacizler, siyasi arenadaki dalaverelerle beynimizi doldurmaktan; hayatımızı onların akışına bırakmaktan kendimizi unuttuk. Kendi iç dünyamıza sırtımızı döndük, adeta özümüze yabancılaştık ki bu durum da hayatlarımızı daha da içinden çıkılmaz duruma soktu. Huzur başını aldı gitti, onun yerini hep dışta hem içte yaşanan karmaşa aldı. Bundan kurtulmanın tek yolu vardır ki o da yeniden kendimizi keşfetmek ve dıştaki olayları ne kadar önemsesek de iç dünyamızı sakinleştirmek huzura kavuşturmak olmalıdır çünkü özünü kaybeden insanın ne kendine faydası vardır ne de kendi dışında gelişen olaylara müdahale edecek kapasitesi. Kendimizi yeniden analiz etmek, bizi rahatsız eden duygularımızla başa çıkmak bu günkü yazımın konusu olacaktır. Meselâ korkularımızla…

*****

Kim size  “ hiçbir şeyden korkmuyorum” derse inanmayın çünkü her insanın az veya çok içten veya dıştan kaynaklanan korkuları vardır. Kimimiz yılandan, akrepten, köpekten kediden korkarken, kimimiz de uçağa binmekten, yükseklikten bir yerde kapalı kalmaktan…. Korkunun bir başka kaynağı daha vardır ki, o da içimizdeki bastırılmış duygulardır. Nefret gibi,  öfke ve kin gibi, bencillik ve kibir gibi. Neden ve kimden korkarsak korkalım korkunun menşei aslında taa çocukluğumuza dayanır.

Hayatımızın erken dönemlerinde ve bulunduğumuz kültürde hoşa gitmeyen şeyleri yapmak genelde toplumda kabul görmez. Bu yüzden çocukluk veya ergenlik dönemini yaşayan birey, duygusal ifadesini kısıtlamak durumundadır. Çünkü bu dönemlerde başkalarına bağlı ve bağımlı olarak yaşamak zorunluluğu vardır ve her şeyin doğrusunu ve iyisini o başkaları dediğimiz anneler, babalar, öğretmenler; kısacası büyükler bilirler. Bu yüzden gelişme çağındaki birey çoğu duygularını onların isteği doğrultusunda bastırmak zorundadır. Ağlayan bir çocuk genelde susturulur.  Ağlamak ve duygulanmak büyükleri tarafından kabul görmeyeceğinden ve belki de onların sevgisini yitirme korkusundan çocuk ağlamaktan korkar ve kendi duygularına sırt çevirir, gözyaşlarını bastırır ve sonunda daha önce ebeveynlerinin yaptığı gibi duygularından kopar. Oysa duygusuzluk en kötü duygudan bile daha vahimdir. Bu yüzdendir ki hayatlarımızı, dünyayı güvenilmez ve korkutucu bulan bir çocuğun bakış açısından geliştirilmiş bir inançlar ve tepkiler modeline göre yaşıyoruz. Fiziksel ve duygusal tepkilerin sürekli bastırılmasından dolayı da stres ve endişeden kurtulamıyoruz ki bunların zamanla travmaya dönüşmesi bir yana, ruhsal ve fiziksel hastalıkların ilk habercisidirler.

Bedenimiz her zaman fiziksel ve duygusal bir bilgi deposudur ve çoğu zaman tepkiler vererek bizi duygularımızı keşfetmeye zorlar. Örneğin göğsümüzde hissettiğimiz her sıkıntı ve ağırlık her zaman bir kalp rahatsızlığının değil, bastırılmış duygularımızın, sakladığımız korku ve endişelerin ifadesi olabilir. Bazılarımız çocukluktan bu yana benliği ve sevgiyi kaybetmenin hayali tehdidinden korkan ve sürekli kendini kandıran bireyler olarak yetiştik. Bu yüzden de kendimiz olamadık ve yaratıcılığımızı, üretkenliğimizi ya kısıtladık ya da hepten yitirdik. Hayatımız boyunca hep koşullu ilişkilerle yaşadık. Ailelerimiz, öğretmenlerimiz hatta arkadaşlarımız söze hep “eğer” diye başladılar. Eğer beni dinlersen, eğer başarırsan, eğer özür dilersen vs. vs. Kendi hür irademize engeller koyup hep şartlandırıldık ki bu da özgüvenimizi etkiledi ve kendimiz olmayı engelledi.  Kendimizi, duygularımızı bastırmak suretiyle sanal bir güvenlik çemberinin içine hapsettik. Böyle bir yaşam alanında kızgınlık, kırgınlık ve korku tüm benliğimizi sardı. Yargılanmamak, eleştirilmemek için hep şartlanmak ve kabullenmek zorunda kaldık. Duygularımızı açığa vurmaktan korktuk ve korktukça da başka korkular ürettik.

Tüm olumsuz tepkilerin kökeninde korku vardır. Nedense korkuyu deneyimlemek yerine genelde, kendi kendimizi sorgulamaya cesaret edemediğimizden, ondan kaçmak yolunu seçeriz. Bu da kızgınlık, kırgınlık, bunalım, geri adım atma gibi olumsuzluklarla sonuçlanır. Oysa korkuyu yenebilmek için önce kendimizle, sonra da korkunun meydan okuyuşuyla yüzleşmemiz lazımdır ki bunun da tek yolu korku anında ilk adımı atmaktır. Her ne kadar bilinçaltımızda bastırılmış duygularımızdan kendimizi tamamen soyutlamamız mümkün olmasa da buna kendimizi zorlamalıyız çünkü korkularımızdan kurtulmanın tek yolu vardır ki o da korktuğumuz unsurları kendimizi kandırarak yok saymamak,  üstüne gitmek ve ona meydan okumaktır.

Bastırılmış duygularımızı açığa çıkarmanın, onları yeniden kazanmanın ve özgürleşmenin yolu, onları analiz etmekten geçer. Duygularımızı analiz ederken kendimize karşı eleştirisiz bir gözlemci gibi davranmalı, doğuştan hediyelerimiz olan duygu ve hislerimizi tekrar kazandıkça kendimize daha çok güvenmeyi öğrenmeliyiz. Bedenimizi ve duygularımızı hissetmeye karar vermek, yeni bir kimlik için bastırdığımız duygulardan türemiş olan suni güvenliğimizi terk etmek demektir. Bu seçim;  kim ve ne olduğumuzu gözlemleyip kabullenmeyi öğrendikçe, önyargılarımızı terk etmeye bir karar veriştir. Hakkımızda edindiğimiz bilgileri yargılama, ayıplama ve suçlama yerine anlayış ve toleransla karşılamak ve kabul etmek her zaman daha doğru neticelere götürür.

Duygularımızı, arzularımızı, ihtiyaçlarımızı objektif olarak izleyip değerlendirmeyi öğrendiğimizde daha önce farkında olmadığımız duygularımızı da keşfedip hepsinin harmanlanması sonucu gerçeklere dayalı bilgiye ve duyarlılığa sahip olacak ve kendimizi yeniden yaratacağız.

“Hayatımızın akışının ne yöne ve nasıl olacağını bilemesek de hayatta bizi en doğruya götürecek şey hislerimizdir. Yüreğimizin derinlerinden gelen hislerimiz bizim için en doğru olanı söylüyor ama biz o kadar dalmışız ki dünya hallerine; o kadar meşgulüz ki kendi dışımızdaki her şeyle duygularımızı algılayamıyor,  onların sesine kulak veremiyoruz.”

11-012.jpg                     

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları