• BIST 9626.56
  • Altın 2968.283
  • Dolar 35.213
  • Euro 36.6812
  • Lefkoşa 11 °C
  • Mağusa 7 °C
  • Girne 12 °C
  • Güzelyurt 8 °C
  • İskele 7 °C
  • İstanbul 10 °C
  • Ankara 2 °C

Ben miyim dertli?

Oshan SABIRLI

Adem ile Hava’dan bu yana insanlığın var oluş mücadelesi devam eder. Tartışmaların odağında hep güç vardır. Oysa bu acımasız, vahşi dünyada bizi hayvanlardan ayıran en önemli özelliğimiz, düşünmek, üretmek geliştirmek şeklinde yorumlanıyor.

Şu sıralar felsefeye takmış durumdayım.

Hayatın anlamını sorguluyorum.

Hayatın anlamını sorgularken ise varoluş nedenimizi, yaşam amacımızı ve buna benzer belirsiz ifadeleri gayri ihtiyari yan yana diziyorum.

Hayat vahşi dedik ya, aslında bu vahşi hayatın en vahşisi ne acıdır ki yine insanoğlu.

Zevk için öldüren, zevk için sevişen, zevk için yok eden toplumlar şeklinde yaşamımızı sürdürüyoruz.

Merkezde hep güç, hep daha fazlası var.

Üstelik kapitalizmin bize sunduğu renkli dünyada, benzerimiz bir başka türlü canlı da yok.

Birçok şeyi ise “insanlık için” yaptığımız palavralarını sallıyoruz.

Çoğu zaman adına demokrasi diyoruz verdiğimiz savaşın.

Seçim sandığı, aslında önümüze atılan küçük bir parça kemik gibi.

Akademik çevreler “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi” şeklinde tanımlıyor demokrasiyi.

Sözde eşitiz. Sözde eşit imkanlara sahibiz.

Oysa küçük balıklar ile büyük balıkların savaşında olduğundan çok farklı değil durumumuz.

Sermaye şişip şişip semirmeye devam ederken, adına “alt sınıf” denen emekçi her yeni günde daha da eriyor. Üstelik her dönemde olduğu gibi zenginliğin, gücün ve refahın hayallerini kuruyor... Merkeze insanı koyduğumuzda, devamlılığın sağlanması için “otorite” denilen kelimeye ihtiyaç olduğu algısında, biz “en doğrusunu” yani “demokrasi” denilen yönetimi yaşıyoruz.

Demokrasinin dışında olanlar ise marjinal yönetimler şeklinde beynimizde öcü gibi yer etmiş durumda.

Yönetim biçimleri, devletlerin idare şeklidir.

Devlet şekli cumhuriyet olan, yani halk egemenliği olan devletlerde, yönetim yalnızca demokrasidir yanılgısındayız çoğu zaman. Oysa Kıbrıs adası gibi bir coğrafyada da yönetim biçimi ile devletin kuruluşunun ve milletvekillerinin yaşayışlarını da sorgulamalıyız. Her şeyimizin siyasileştiği, siyasetin bizim için vazgeçilmez olduğu görüşü içinde alışılagelmiş bu düzenin değişmesi ise imkansız gibi.

Demokrasinin ötesinde yine akademik kavramlarda aristokrasi, despotluk, federasyon, kapitalizm, komünizm, konfederasyon, merkantilizm, meşrutiyet (parlamenter monarşi), monarşi, mutlakiyet, oligarşi, otokrasi, otonomi, plütokrasi, sosyalizm, teknokrasi, teokrasi, totalitarizm gibi onlarca farklı yönetim şeklini yaşıyor içinde bulunduğumuz bu dev dünya.

Ülkemin gerçekleri ışığında demokrasiyi sorguluyorum.

Şimdi demokrasi bu kadar iyiyse, neden bu kadar çok insan bu kadar çok acı çekiyor?

Ülkede siyasal denetim “doğrudan doğruya halkın” ya da düzenli aralıklarla halkın sözde “özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu” ve yine sözde “toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı” bu yönetim biçiminde neden biz ayni mutsuz kısır döngülerde yaşıyoruz?

Neden hep ayni söylemlerde ve yalanlarda itaat ediyoruz?

Açıkçası şu sıralar siyasi gelişmeleri gördükçe, demokrasi yalanında kandırıldığımı düşünüyorum. 

Peki siz farkında mısınız gerçeklerinizi?

Yoksa tek ben miyim dertli…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları