Bu hoş öykü devre arkadaşım Yavuz Deren’ den gelmişti. Güzel bir “unutkanlık” öyküsü…Ülkemizde ,nüfusumuza göre birlikteliklerini erkenden bitiren ,boşanan özellikle genç çiftler çok fazla .Ben sevgili “Deren “ lerin mutluluklarının daim olmasını diliyor,”ihtiyar ve bahtiyar olun!” deyişimi yineliyor., özellikle son dizeleri gençlerin dikkatli okumasını istiyorum: “Sabah 07.15 Vapuruna bindim Kadıköy’den. Beşiktaş’ a gideceğim her zamanki gibi. Büyük ve güzel bir vapur. Yeni sefere konulmuş. Çayımı , tostumu aldım büfeden, geçtim kıç tarafına vapurun. Limonata gibi bir hava . Bütün keşler burada. Ben hariç herkesin elinde bir cigara. Bereket açık hava. Boğaz 18 yaşında bir gelin kadar güzel. Sabahın bu en aydınlık vaktinde her taraf pırıl, pırıl. Haydarpaşa Garı, Topkapı Sarayı, Selimiye Kışlası, Ayasofya, Kız Kulesi, Galata ve Çırağan öylesine muhteşem görünüyor ki, çevresinde yükselen yeni yapılara hala meydan okuyor ve adeta İstanbul’un gerçek sahibi biziz diyorlar.Bir taraftan içinden koca bir nehir akan bu şehri seyrederken , bir taraftan da çayımı yudumluyordum. Karşımda oturan gencin elinde bir demet çiçek gözüme takıldı. Birden aklıma karım ve dün akşam yaşadıklarım geldi. Kendi kendime gülmeye başladım. Karım yaz tatili için İzmir’e gitmiş, artık İstanbul’a dönme vakti gelmişti. 10 Eylül pazartesi akşamı saat 20.00 uçağına biletini aldım. Uçak saat 21.00 sularında Sabiha Gökçen Hava Alanına inecekti. Karımı aradım, gerekli bilgileri verdim. Kendisini Hava Alanında karşılayacağımı söyledim. Hafta sonu evi derledim, topladım. Ütü yaptım. Bulaşık, çamaşır yıkadım. Etrafı sildim, süpürdüm. toz aldım. Üstelik bir de yemek yaptım. Yemeği gerçekten güzel yaparım. Diğer yaptıklarımın bir çoğunu karımın yeni baştan yapacağını biliyorum. Ben sadece onu yuvamıza gelişinde sıcak karşılamak istedim o kadar. Menüde ne mi vardı. Söyleyeyim; Soslu piliç kavurma, zeytinyağlı taze fasulye ve cacık. Bu arada damadım da bir seminer için İzmir’ den İstanbul’a gelmişti. Pazar günü beni aradı ve arabamda güneş gözlüğünü unuttuğunu, müsaitsem alabileceğini söyledi. Ben de istediği zaman gelebileceğini ve evde olduğumu söyledim. İki saat kadar sonra kız kardeşiyle birlikte geldiler, birer tek viski içtik, sonra Kıvanç (damadım) arabanın anahtarını istedi. Her zaman yanımda taşıdığım küçük portföyümden anahtarı aldım ve Kıvanç’a verdim. Daha sonra Kıvanç gözlüğü arabadan aldı, anahtarı bana verdi ve kardeşiyle birlikte evden ayrıldılar. Pazartesi sabahı İlk öğretim okulları açılacaktı. Trafiğin kilitleneceğini düşünerek işe arabamla gitmek istemedim. Evden çıkarken portföyümü ve bir de siyah çantamı yanıma aldım. Ceplerimden çıkan; gözlük, telefon,para v.s. sehpanın üzerinde ne var ne yok her şeyi siyah çantaya doldurdum ve erkenden evden çıktım. Belediye otobüsüne bindim ve işime gittim. O gün mesaim oldukça yoğun geçti. Akşam iş bitimi portföyümü aldım ve evimin yolunu tuttum. Saat 19,30 da eve varabildim. Bu arada karım aradı ve uçağa binmek üzere olduğunu söyledi. Saat 20.00 de evden tam çıkacaktım ki arabanın anahtarlarını aradım, bulamadım. Portföyüme baktım yok. Arabamın yedek anahtarlarını da “yazın evde kimse yok, eve hırsız girer, anahtarı bulur , kolayca arabayı çalar götürür, sonra anlat derdini sigortaya” düşüncesi ile iş yerindeki masamın gözüne kilitlemiştim. Hemen telefona sarıldım karımın telefonu kapalıydı. Başka alternatif düşündüm yok. Taksi tutsam havaalanı çok uzak, İşe anahtarları almaya gitsem ,dönsem zaman yetmez. Çaresiz bekledim ve kendime kızdım . Her şeyini anında yerli yerine koymanın ne kadar önemli olduğunu bir daha öğrendim.Saat 20.55 te eşimi bir daha aradım . Telefonu çalıyordu.Çok üzülmüştüm ne diyeceğimi bilemiyordum. Hava Alanına karşılamaya gelemeyeceğimi, HAVAŞ la Kozyatağına gelmesini ve kendisini orada karşılayabileceğimi söyledim.Bana Kozyatağına gelmememi, evde beklememi, oradan taksi ile eve gelebileceğini söyledi. Saatime baktım epey vakit vardı. Karnım acıkmıştı ama karnımı doyurmam yakışıksız olacaktı. Karımı beklemeliydim. Sonra düşündüm ki menüye bir de “İtalyan makarna” ilave edeyim. 15 dakikada makarna hazırdı. Sofrayı hazırladım ,piliç kavurmayı ısıttım, cacığın içine buzları koydum ve atladım bi taksiye doğru Kozyatağı.HAVAŞ durağına beş dakida geldim, henüz kimse yoktu saate baktım 21.55 . Eşimle son konuştuğumda Havaş otobüsü 21.30 da havaalanından hareket etmişti. Benim hesabıma göre 22.10 da burada olması gerekirdi. Karımı aradım : -Nerdesin hayatım , yaklaştınız mı ? - Sen nerdesin ? - Kozyatağındayım. - Ben evdeyim. Başımdan kaynar sular döküldü. Etti iki. Üçüncüden Allah koruya. Eve döndüğümde kapıyı karım açtı. Gülerek , “ hoş geldin “ dedi ve devam etti:
- “İzmir’de Hava Alanına oğlum bırakacaktı , işi çıktı bırakamadı. İstanbul’da Kocam karşılayacaktı o da gelemedi. Koca valizi tek başıma taşıdım. Çok yoruldum, çok kızmıştım ama yatağın üzerine bıraktığın bir demet çiçeği ve yazdıklarını görünce bütün yorgunluğum da geçti, kızgınlığım da. ”
8 eylül bizim evlenme yıldönümümüzdü. 1973 de evlenmiştik. Dile kolay, otuz dört yıl olmuş evleneli.Ne mi yazmıştım , merak mı ettiniz? Pekala, okuyun… Otuz beşe bir kala Aynı yolda, aynı odada. Yarı ömür geçirdik bir yastıkta. Bazen sıkıntı çektik, aramadık çok para. Mutluluğu bulduk çocuklarımızda. Sen oldun büyükanne, ben oldum büyükbaba. Bak gör ki yaşlandık ,ama aşkımız asla….”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.