3 çocuğu vardı ve maddi durumu bu üç çocuğunu da özel üniversitede okutmaya yeterdi.
Tüm maddi imkanlarını seferber ederek bu üç çocuğunu özel üniversitede okuttu.
Birsi mimar, diğer ikisi de mühendis oldu.
Gerçi okumak için harcadığı parayla çocuklarına bir gelecek kurabilirdi ama O, okumanın çok önemli olduğunu düşünüp, çocuklarını meslek sahibi yapmak istedi.
Kim bilir belki de bilinç altında, toplumun “bak falan çocuklarını okutmadı” dedirtmemek vardı.
Ya da toplumsal yanılgımız olan çocuklarımıza yüklediğimiz suni özgüvene kapılıp, diploma ile çocuklarının hayatının kurtulacağını sandı.
Nedenini gerçekten bilmiyorum ama sonuçta bu çocuklar üniversite mezunu, diplomalı birer işsiz olarak hayata ilk adımlarını attılar.
Tabi ki sonuç hayallerdeki gibi olmayıp KKTC gerçeği bir kez daha tecelli edip, çocuklar uzun süre işsiz kaldılar.
Babaları çocuklarına iş bulması konusunda UBP siyasilerini sıkıştırmaya başladı.
Ne de olsa yıllarca UBP için çalışmış, mitinglerde en ön sıradan bayrak sallamıştı.
Hatta öyle ki; çevresi tarafından çok sevilen bir insan olduğu için, seçim dönemlerinde başbakanından bakanlarına kadar bir çok siyasi evlerinden eksik olmamıştı.
Sanırım UBP bu kişiyi çantada keklik olarak görmüş ve iş vaatlerini olası oy potansiyeli için kullanmak istemişlerdi.
Ancak bu baba rest çekip “ya çocuklarım işe girer ya da istifa ederim” deyince çocuklar işe alındı.
Ama ne yazık ki, üniversite mezunu olarak hepsi geçici kadro ile alanlarının çok dışında işçi olarak işe alındılar.
Gerçi sonrasında bulundukları yerde kadrolanmakla kalmayıp, amir, müdür yapıldılar ama benim anlatmak istediğim bu değil.
Anlatmak istediğim, insanların ekmeğinin, işin, aşın, alınlarına silah olarak dayatılması ve tabi ki bir de, KKTC’nin diploma gerçeği.
İnsanlar tüm maddi imkanlarını harcayıp çocuklarını üniversite mezunu yapıyorlar, sonra da dönüp belediyede işçi, bakanlıklarda çaycı olsunlar diye siyasilere yalvarıyorlar.
Bura da ailelerin bir suçu yok.
Kendileri aç kalmayı göze alabilirler ama söz konusu çocukları olunca ne yazık ki, ilkelerden vaz geçmek zorunda kalıyorlar.
Peki ya siyasilerin yaptığı?
Bu açıkça insanları köşeye sıkıştırıp, kendi menfaatleri için kullanmak değil midir?
Yıllarca UBP de DP de bunu yaptı.
Ya söz verip oyunu çaldıklarını hiç ihtiyaç yokken Devlet dairelerine doldurdu, ya da geçici statüde bir yerlere işçi olarak aldı.
Bu geçici statüde olanların bazıları kadrolanırken (ki hatırı sayılır oy potansiyeli olanlar) bir çoğu da sözleşmeleri bitince işsiz kaldı.
CTP başa geldiğinde de, zamanında UBP ve DP nin yaptıklarından dolayı kendi partililerinin adaletsizliğe uğradığını ileri sürerek, kendi partililerini işe aldı.
Adaletsizlik penceresinden bakıldığında doğru, UBP kendi partilileri dışındakileri cezalandırdı hep.
Ama diğer yandan CTP de yaratılan bu sistemsizliği besledi.
Üzüldüğüm nokta şu ki, hala daha durum değişmedi.
Hala daha insanlar çocukları için, kendileri için” bir umut” diyerek toptan bir partinin arkasına takılıp gidiyor.
Adayların donanımlarına, parti programlarının bu güne kadar ne kadarının gerçekleştiğine bakmıyor, ya da başka şansı olmadığını düşünerek göz yumuyor.
İşte o yüzden partilere değil, gerçekten bu düzenin değişmesine başlangıç yapabileceğine inandığımız dürüst adayların, donanımlarına bakılarak seçilmesini istiyorum.
Zira bu gün çocuğumuz işsiz kalmasın diye bu sistemi besleyerek gelecekte torunlarımızın aç kalmasını ellerimizle yaratıyoruz.
“Zaten kazanmayacak”, “partisi iş yapmasına izin vermez”, “bu düzen değişmez”, “her şey Türkiye’ye bağlı” gibi söylemler ile güçlüyü seçmek ya da boykot ederek dolaylı yoldan güçlü ama benimsemediğimiz kişileri seçmek düzene hizmettir.
O yüzden Sn Mustafa Balbay’ın bir yazısında dediği gibi “Bir rey olmamalı, birey olmalı”
Zira “bir rey” olmayı kabullenmek sistemsizliği besler, “birey” olmak iste sistemler yaratır.
Tıpkı damlaların okyanusu oluşturduğu gibi.
Belki uzun bir süre alır ama konulan her doğru bir gün doğrunun tümünü oluşturur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.