ABD başkan adayları Clinton ile Trump dün akşam televizyonda ilk kez karşılıklı tartışırken izleyiciler sadece söylediklerine değil, görünümlerine ve kendilerini nasıl ifade ettiklerine de bakacak.
İlk başkanlık tartışmasına çıkarken Hillary Clinton tarihte bir ilke imza atıyor. İlk kadın aday olarak Clinton bu süreçte epeyce didiklendi. Politikaları, epostaları, ilişkileri masaya yatırıldı. Ve giysileri tabii ki...
Hangi etkinliklere hangi elbiseyle gittiği, giydiği rengin anlamları farklı çözümlemelere tabi tutuldu. Daha az ölçüde olmak üzere Donald Trump da benzer muameleye tabi tutuldu. Bronzluğu, saç modeli, hatta ellerinin büyüklüğü tartışıldı.
Bir ülkeyi yönetmekle bütün bunların ne ilgisi var diye sorulabilir. Ama politikada görünüşün öneminin olmadığını düşünmek biraz naiflik olur. Günümüzde politikacılar açısından işin özü kadar imaj da önemlidir.
Bu yeni bir olgu da değil. 1960'larda seçim kampanyaları televizyonda yer almaya başladıktan sonra, örneğin Nixon ile Kennedy arasındaki yarışı Kennedy'nin kazanmasında TV'de yayınlanan tartışmanın önemli rol oynadığına inanılıyor.
Araştırmalar siyasette görünümün önemli olduğunu gösteriyor.
Hollywood ve Washington'da müşterileri olan tasarımcı Corey Roche, "Görselliğin ağır bastığı bir toplumda yaşıyoruz" diyor. "Moda evrensel bir dile sahip olduğu gibi, ilk ve en etkili izlenimin de kaynağı oluyor."
Cortauld Enstitüsü'nde elbise ve tekstil tarihi öğretim üyesi Dr Rebecca Arnold ise sosyal medya çağında politikacıların görünüşüne ilginin arttığını söylüyor. "Bir bütün olarak kültürümüzü yansıtıyor; görünüş ve sunum konusundaki takıntı dijital medya ile iyice yoğunlaştı" diyor Arnold.
Fakat kadınların bu konuda çok daha fazla yargılandığını ve bunun sadece politikacı kadınlara özgü olmadığını söylüyor.
'İşe Giderken Ne Giymeli?' kitabının yazarı stilist Lauren A Rothman şöyle diyor: "İktidar sahibi kadın örneği fazla yok. Ülkeyi yöneten erkeklerin giyimi fazla dikkat çekmiyor. Onlar için takım elbise ve kravat yetiyor. Fakat kadınlar için henüz böyle bir tarz gelişmiş değil. Kadınlar sınırları aştıkça güç sahibi kadının görünümüne dair örnekler de çoğalacaktır."
Angela Merkel, erkeklerin dünyasında kadınların güçlü görünmesi için onlar gibi takım elbise giymek gerekir fikrini benimsemiş görünüyor. Brezilya'dan Dilma Rousseff ile İskoç Meclisi Başbakanı Nicola Sturgeon da aynı anlayışı uyguluyor.
Margaret Thatcher'ın ise fiyonkları, inci kolyeleri, çantaları ile farklı bir tarzı vardı. Arjantin eski devlet başkanı Christina Fernandez de Kirchner kadınsı dantelli giysileriyle tanınıyordu.
Şimdi de Hillary Clinton ile İngiltere Başbakanı Theresa May, iktidar sahibi iki kadın olarak dünya lideri konumunda bir politikacının nasıl giyinmesi gerektiği konusundaki algıları değiştiriyor.
Moda düşkünlüğü, dikkat çeken kolyeleri ile bilinen May, modayı sevmekle politikayla uğraşmanın uyumsuz olmadığını gösterdi. May, başbakan olarak ilk konuşmasını yaparken, söylediklerinden önce fotoğrafları internete düşmüş, giyimin az sayıdaki evrensel konudan biri olduğunu anladığını da göstermişti. May'in modaya ilgisi onun sert kişiliğini daha insancıl kıldığı gibi ona çok boyutluluk da katıyor.
Clinton belki giyimi May kadar sevmese de onun önemini kavramış görünüyor. İmaj sorumlu olarak Michelle Obama'nın eski yardımcısı Kristina Schake'yi tayin eden Clinton, makyajı ve saçı için özel insanlar tuttu. Ünlü moda dergisi Vogue'da boy göstermekten kaçınmadı.
"Geçen defa aday olduğunda tarzı erkek gibiydi. Şimdi ise kadınlığını bir avantaj olarak kullanıyor ve giyim bunun ifadelerinden biri" diye açıklıyor Rothman. Yani moda, Clinton'un siyasi stratejisine dahil edebileceği bir silah haline geldi.
Dr Arnold'a göre, politikacıların giyim tarzı, cinsiyetlerinden bağımsız olarak, niyet ifadesiyle ilgilidir, giysinin moda olup olmamasıyla değil. "Politikacılar modadan kaçınıyor, sorun esas olarak yansıtmak istedikleri değerlerle ilgili" diyor.
Rothman da hemfikir. "Her şey vermek istediğiniz görsel mesajın bir parçası. Bazı politikacılar 'politikacı gibi görünmek için' çok uğraşıyor… Bir politikacı kötü giyiniyorsa bu onun bu işten hiç anlamadığı anlamına gelmiyor."
İngiltere'deki İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn de giyim tarzıyla birçok eleştiriye konu olan liderlerden biri.
Roche, politikacılar için bütçenin önemli bir konu olduğunu, diğer insanlarla aralarında uçurum varmış görüntüsü sergilemek istemediklerini söylüyor. Joe Biden'ın 800 dolarlık ayakkabıları ile François Hollande'In senelik 10 bin euroluk kuaför masrafı az eleştiri almamıştı.
Rothman'a göre, Donald Trump bunlardan ders almış görünüyor. Takım elbiselerinin üzerine tam oturmaması, biraz bol olması, "Wall Street finansörü gibi değil politikacı gibi giyinmeyi seçmesi ona destek kazandırıyor.
Barack Obama'nın üzerine oturan takım elbisesi, kolları geri katlanmış kravatsız gömleklerinin tersine Trump'ın tarzı, Cumhuriyetçilerin özlemle andığı 1980'lerin Reaganizmine yeşil ışık yakıyor. Ülkenin CEO'su imajını sergilemek için lacivert takım elbisesinden taviz vermiyor.
Trump başkan adayı olmadan önce de imaj sorununu iyi anlıyordu denebilir. Bronzluğu ve saçları ile yıllardır dalga geçilse de, bunlar seçmenin Trump'ı ve savunduklarını sınıflandırmasını kolaylaştırdı.
Adayların verdikleri mesajlar ile ciddi ve adil bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekiyor. Ama imaja dayalı habercilik çağında, adayların vermeye çalıştığı dikkatle ayarlanmış görsel mesajları görmezlikten gelmek akıllıca olmaz. Bugün dünya sahnesinde yer alan bir politikacı açısından doğru giyim çok önemli.
Dün Trump ve Clinton ilk kez karşı karşıya geldiğinde Rothman sahnede herhangi bir tarz değişikliği ile karşılaşmayı beklemiyor. "Giyimin gücü yansıttığı bir dünyada hemen tanınmak çok önemli. Bu yüzden Hillary pantolonlu takımıyla, Trump ise bir beden büyük takımı ve kendisine özgü saçlarıyla karşımıza çıkacaktır" diyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.