• BIST 9916.22
  • Altın 2962.961
  • Dolar 35.2472
  • Euro 36.7735
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 10 °C
  • Girne 13 °C
  • Güzelyurt 12 °C
  • İskele 10 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 7 °C

Çocukça mı ki?

Mesut GÜNSEV

Geçtiğimiz hafta sonu cumartesi günü  24 Kasım aynı zamanda da  “Öğretmenler Günü “ idi. Bize ışık ve ümit veren, yetişmemizde büyük katkıları olan sevgili öğretmenlerimizi saygı ve sevgiyle, kaybettiklerimizi rahmetle anarken; Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Dilşad Arısoy, Öğretmenler Günü vesilesiyle ilkokul öğretmeni ile ilgili sade duygularını kelimelere dökmüş, yazdığı satırlarla duygularımıza tercüman olmuş…

 

Gene bir “öğretmen” olan sevgili dostum Prof. Dr.Abdurrahman Yiğit o yazıyı bana da gönderdi… Sağ, var olsun…. Selâm olsun…

 İşte Arısoy’un, okuyanlara coşkun duygular yaşatan yazısı:

 

Çocukça mı ki?


Çocukça belki de son defa sarıldım ayıcığıma… Başucumda sabahın ışımasıyla başlayacak yeni hayatımın tanıkları…

Bir çift pembe ayakkabı, açık penceremden esen serin sonbahar rüzgârıyla etekleri uçuşan kırmızı bir jile, sabah ile başlayacak yeni sayfam kadar temiz ve pürüzsüz gömleğim. Dantelleri özenle bükülmüş ve yine pembe ayakkabılarımın içine özenle yerleştirilmiş beyaz çoraplarım. Küçük bedenimi korusun diye soğuktan; yün bir yelek ve bir de ceket… Gülümserlerken bana… Uyuyakalmışım…

Kalbim pırpır ediverdi sonra… Sanki çalmıştı ilk zil ve ben kalkmalıydım. Oysa pencere kapalı, ardındaysa bir karanlık vardı; aydınlığa henüz teslim oluvermiş…

Heyecandan mıdır, mutluluktan mıdır, azıcık da olsa korkudan mıdır nedir; açıvermişim gözlerimi köründe sabahın. Halime gülmüş olacağım ki, bu küçük yaramaz okul çocuğu uyandırıverdi annesiyle babasını. Ve işte başlıyorum…

İlk hazırlıklar; gömleğim, çoraplarım, jilem, yeleğim, ceketim, çantam, bitirilmesi gereken kocaman sandviçim, bir bardak meyve suyumla ve küçük parmaklarımla kapıya koyduğum pembe ayakkabılarımla ben hazırdım…

Derken okul yolu ve okulum…

Kocaman merdivenleri vardı okulun. Annemin elini güvenle ve sımsıkı tutuyordum. Sanki hep yanımda kalacaktı. Oysa merdiven bitti ve uzunca bir koridor çıktı karşımıza. Ve biz az ileride bir kapının önünde duruverdik.

İçeride benim yaşlarımda bir sürü çocuk vardı. Ama garip olan, hiçbirinin annesi yanında değildi. O an korktum ve korkum baskın geldi heyecanıma. Daha sıkı tuttum annemin elini. Kararlıydım, bırakmayacaktım…

Sonra uzaklardan biri bana şefkat dolu gözlerle bakıyordu. Kumral tenli, açık buğday rengi; kabarık, kıvırcık saçlarıyla bana gel yapıyordu. Oysa ben hem koşup gitmek, hem de annemi de beraberimde götürmek istiyordum.

Bana yaklaştı, diz çöker gibi yaptı. Bir şeyler fısıldadı. Ellerim o an çözülüverdi ve ben kendimi ikinci kez bir annenin sıcacık ellerinde buldum.

Bundan sonrası böyle devam etmemeli ve yazının geri kalanı sana ithafen olmalı canım öğretmenim. Bana şefkatle bakan gözlerinde tekrar buldum çocukluğumu…

Ayıcığımı terk etmemeyi sende öğrendim…

Ellerimi bırakabilmeyi, tek başıma merdivenleri çıkabilmeyi, hatta düz yolda yürüyebilmeyi, uçurumdan aşağıya bakıp sonra en yüksek buluta uçabilmeyi ben, sende öğrendim…

Burada bitti; burada terk etti tüm kelimeler beni. Belki de cezasını çekiyorumdur vefasızlığımın. Telefonuma sarıldım; attım kalemi bir köşeye…

Arama tuşuna giderken elim, içimi hem bir mutluluk hem de bir huzursuzluk kaplayıveriyor. Ne diyeceğim şimdi; nasıl konuşacağım derken telefon çalıyor, çalıyor, bir daha çalıyor ama açan olmuyor.

Başımdan aşağıya boşalan kaynar suları mı anlatayım size; yoksa yenmiş tırnaklarım, titrek ellerimle ovaladığım, yaşlarını sildiğim gözlerimi mi? Hangisini anlatayım? Nereden başlayayım?

Kâğıdım ıslanıyor ama ben akana kadar tüm mürekkep; ağlasam az, dövünsem yıllarca boş. Ben vefasızım… Ben hayatımın şimdiki kısmına beni hazırlayan kişiye uğramamışım meğer yıllarca. Meğer unutmuşum ben hayatın koşuşturmacasında. Meğer ben ne vefasızmışım.
Ve neden sonra birden sıcaklığını hissettim yanımda…

Ne kadar isterdim; başımı göğsüne yaslayıp sana kendimi affettirebilmeyi, şu an ne kadar…

Tekrar bulabilmek isterdim tahtaya yazdığın cümlede gizli özneyi…

Bıktım ben işaretleyip geçmekten soruları. Sen gözlerinle cevaplardın…

Ben onları özledim…

Gururlanabilmeyi, aferininle; gülümseyebilmeyi tekrar; ben onları özledim…

Yanıma gelen hayaline gülümseyişimden anlarsın sen; en iyi sen tanırsın zaten…

Her vefasız gibi o özel günde; 24 Kasım’da tekrar arayacağım seni ve bu kez söyleyeceğim, anlatacağım tüm özlemimi…

Ben biliyorum, sen affedersin; sen seversin beni… Tıpkı benim seni sevdiğim ve çok özlediğim gibi…

24-kasim.jpg

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları