Sevgili yurttaşlarım,
20 Temmuz 1974’ün 42’nci yılında, Barış ve Özgürlük Bayramınızı kutluyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
20 Temmuz 1974’ü anarken, onu yaratan tarih olarak ister istemez 15 Temmuz 1974’ten başlamak, faşist Yunan cuntasının darbesinden söz etmek gerekir; çünkü işin bu yanı bazen unutturulmak istense de, gerçekte 20 Temmuz’un yaşanmasının asıl gerekçesini oluşturmaktadır. Kısacası her zaman vurguladığımız gibi, 15 Temmuz yaşanmasaydı 20 Temmuz da olmazdı.
Geçen yıl sizlere hitaben yaptığım konuşmada, 15 Temmuz 1974 günü Yunan Cuntasının yaptığı darbeyle başa geçirilen Nikos Samson’a 3 gün içinde 15 bin kutlama telgrafının gönderildiğini 20 Temmuz olmasaydı darbecilerin iktidarının kökleşeceğini belirtmiş ve devamla şöyle demiştim:
“Acıdır ama bir gerçektir ki; tarihin bazı dönemlerinde toplumsal bünyeler demokratik zafiyet göstermekte ve darbeler lanetleneceğine alkışlanmaktadır. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, bazı dönemlerde Yunanistan’da, Türkiye’de ve Kıbrıs’ın güneyinde de bunların yaşandığı bir gerçektir.”
Bu yıl 20 Temmuz’dan bahsederken artık bir yerine iki 15 Temmuz’dan söz etmek durumundayız.
15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye’de yer alan askeri darbe girişimi demokrasiye tutkun Kıbrıs Türk halkı arasında ciddi kaygılara neden olmuştur.
Bu girişimin başarıya ulaşmaması ise Türkiye gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkını da rahatlatmıştır. Türkiye darbeler yüzünden büyük acılar çekmiş bir ülkedir. Başarılan her darbe Türkiye’yi daha iyiye değil, daha kötüye götürmüştür. Gelişmenin, kalkınmanın yolu demokrasiden geçmektedir. Türkiye’nin Atatürk’ün öngördüğü ilkeler doğrultusunda çağdaş, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak kurumsallaşarak gelişmesi ve daha da kalkınması sadece Türkiye’nin kendisi için değil, Kıbrıs Türk halkı için de büyük önem taşımaktadır. Bu aynı zamanda bölgemizdeki coğrafyanın istikrarı açısından da gereklidir.
Türkiye’de artık darbeleri geçmişteki gibi alkışlayan bir toplum olmadığını görmek de sevindiricidir. Halkın, siyasi partilerin ve medyanın bu girişimin karşısında yer alması da, bundan sonraki benzeri durumlara teşebbüs edilememesinin en önemli garantisini oluşturacaktır.
Değerli yurttaşlarım,
Türkiye’de yaşananlar kuşkusuz ki bizi yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye’deki olumlu gelişmelerle sevinen, acılarla üzülen Kıbrıs Türk halkı olarak elbette bu olayda sevdiklerini yitirmiş bulunan acılı ailelerin yanındayız. Yaşamını yitirenlere tanrıdan rahmet, geride kalanlara ve tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum. Yaralılara acil şifalar temenni ediyorum.
Türkiye’de silahlı kuvvetler içinde bu darbe girişiminde bulunan grup ile bir kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini birbirine karıştırmamanın önemine de değinmek gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli komutanlarının ve mensuplarının gerek Türkiye’de, gerekse Kıbrıs’ta görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye devam edeceklerinden kuşkumuz yoktur.
Darbe girişiminin önlenmesinden sonra, Türkiye’yi bekleyen önemli bir görev de hukuk devleti olmanın gereklerinin eksiksiz yerine getirildiğinin tüm dünyaya gösterilmesidir. Hukuk ve demokrasi dışı bir kalkışmaya karşı en iyi cevap, kuşkusuz hukuk ve demokrasi içinde kalınarak verilecektir. Bu Türkiye’de demokratik hukuk devletinin daha da kökleşmesini getirecektir.
Sevgili yurttaşlarım,
İçinde bulunduğumuz dönemde, Kıbrıs sorununu çözmek yolunda yoğunlaştırılmış müzakerelerde bulunduğumuzu biliyorsunuz.
Temmuz ayının son haftasında 3 liderler görüşmesi daha yapacağız. Bu görüşmelerde var olan ayrılık noktalarını azaltmayı ve mümkün olursa, daha önce de defalarca vurguladığım gibi, 2016 yılını çözüm yılı yapmayı hedefliyoruz.
2016 yılı çözümsüz olarak geçirilir ve 2017’ye girilirse, bunun yeni sorunlar getireceğinin altını çizmekte ve uyarılarda bulunmaktayız.
2018 yılı Şubat ayında güney Kıbrıs’ta başkanlık seçimleri vardır. 2017 yılı Mart ayından itibaren o seçime yönelik hazırlıkların başlayacağını bizzat Rum liderler kendileri seslendirmektedirler. 2017 yılı başlarında doğal gaz için sondaj çalışmalarını başlatmak yönünde planlanan girişimler de, çözüme ulaşmadığımız bir ortamda, yeni gerginliklerin tetiklenmesi anlamında olacaktır.
2017 yılı aynı zamanda yeni bir BM Genel Sekreteri ile, ABD’de yeni bir yönetimin iş başına geleceği yıldır. Her an beklenmedik başka gelişmeler de söz konusu olabilir. Çünkü hiçbir şey durağan değildir.
Geçtiğimiz kısa dönemde Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile ilişkilerinde yaşanmaya başlanan normalleşme ve yakınlaşmayı ise olumlu bir gelişme olarak not etmek gerekir.
Kıbrıs sorununun çözümü ile birlikte, Doğu Akdeniz’de enerji işbirliği olanakları artacaktır. Çözümle birlikte bölgemizdeki doğal gazın, gerek Kıbrıs ve Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarında kullanılması, gerekse Kıbrıs ve Türkiye üzerinden AB ülkelerine ulaştırılması hayal olmaktan çıkacaktır.
Bu çerçevede Kıbrıs sorununun çözümü için var olan fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek, her iki tarafın da ciddi sorumluluğudur. Biz, bu sorumluluğumuzun bilinci içerisinde bir yılı aşkın bir süredir çalışmalarımızı tüm iyi niyetimizle sürdürüyoruz.
Bu bağlamda gerek iki kesimli, iki toplumlu federal çözüm kapsamına giren konularda gerekse, güven artırıcı önlemler alanında üzerimize düşenleri eksiksiz yerine getirdik.
Derinya ve Lefke-Aplıç kapılarının açılabilmesi, cep telefonlarının her iki tarafta da sorunsuz çalışabilmesi ve elektrik şebekelerinin kalıcı bağlantısı için, gerek siyasi gerekse teknik anlamda üzerimize düşen ne varsa yaptık. Geçiş kapıları ile ilgili olarak BM Kalkınma Programı’nın ihale süreci ilerlemektedir.
Cep telefonları konusunda güneydeki bir yasa engel olarak gösterilmektedir. Elektrik şebekelerinin kalıcı olarak bağlantısı konusunda da yine Rum tarafının adım atmasını beklemekteyiz.
Durum bu olduğu halde son olarak yayınlanan BM Genel Sekreterliği raporunda her iki lidere de çağrıda bulunulmasını anlamış değiliz; çünkü biz üzerimize düşenleri yerine getirmiş bulunmaktayız.
Kıbrıs’ta kapsamlı çözüme ulaşma çabası sürerken Güven artırıcı önlemlerin yaşama geçtiğini toplumlarımızın görmesi, bunu yaşaması çözüme olan inancı artıracaktır.
Bunlara ek olarak, Güneyde zaman zaman Kıbrıslı Türklere ve araçlarına yapılan saldırıların faillerinin cezalandırılmaması ise güven duygusunu yok etmektedir. Nedeni ne olursa olsun, şiddet cezasız kalmamalıdır. Bu bağlamda ortak olarak oluşturduğumuz Eğitim Komitesi’ne de barışçı genç kuşaklar yetiştirilmesi anlamında büyük görevler düştüğü kuşkusuzdur.
Değinmeden geçemeyeceğim bir diğer konu da, geçtiğimiz Haziran ayında Trodos Dağları’nda yaşanan büyük yangın felaketidir. Bu büyük yangında bile işbirliği yapamamış olmamızın hiçbir mantıklı izahı yoktur. Bu olay karşısında bile yerleşmiş politik kalıpların dışına çıkılamaması ve uzatılan yardım elimizin havada kalması, toplumlarımızda güven duygusu yaratmamış, tam tersine güvensizliği körüklemiştir. BM Genel Sekreterliği’nin raporunda yangına ilişkin ifadeler Rum tarafının girişimi ile çıkarılmış olabilir. Ama bu, anlattığım gerçeği değiştirmez.
Felaketler karşısında ortak hareket etmek için var olan Kriz Yönetimi Teknik Komitesi’nin yeni felaketlerin yaşanmasını beklemeden, böylesi durumlarda politik engellere takılmadan nasıl süratle hareket edilebileceğinin çerçevesini çizmek gibi önemli ve ivedi bir görevi vardır. Bunun da bir an önce yerine getirilmesi için gerekli adımlar atılmaya başlanmalıdır.
Sevgili yurttaşlarım,
Kıbrıs’ta her iki tarafın da kabul edebileceği makul bir çözümün çerçevesi olarak, iki kesimli, iki toplumlu, iki kurucu devletin siyasal eşitliğine dayalı, egemenliğin her iki toplumdan eşit olarak neşet edeceği federal yeni bir yapıyı oluşturmaya çalışıyoruz.
Böylesi bir yapıda iki kesimlilik, eşitlik ve güvenlik bizler için hayati öneme haizdir. Bunu hem muhataplarımıza, hem BM yetkililerine, hem de temasta olduğumuz diğer 3’üncü taraflara bıkmadan usanmadan anlatıyoruz.
Kuşkusuz böylesi bir yapıyı oluşturmak ve bunu her iki tarafın da kabul edebileceği çerçeveye oturtmak kolay bir uğraş değildir. Bu; toplumsal haklarımızı sonuna kadar korumayı, aynı zamanda diğer toplumun da meşru haklarını göz ardı etmeyen, dengeli bir anlayışı gerektirir. Bu anlayışın sadece bir tarafta olması da yetmez, bu ancak karşılıklı olursa bizi sonuca götürebilir.
Değerli kardeşlerim,
Biz bu anlayışla önümüzde birkaç ayın ne kadar önemli ve geleceğimiz açısından hayati olduğunun bilinci içerisinde çabalarımızı yoğunlaştıracağız.
Yapmakta olduğumuz çalışmanın bizim neslin belki de son denemesi ve federal çözüm için son bir şans olduğunun bilincindeyiz. Bu çabanın elbette başarısızlığa uğramasını arzu etmiyoruz. Çözümün her iki toplumun yanı sıra adamız ve bölgemiz için de olumlu sonuçlar yaratacağının, yeni işbirliği olanakları sağlayacağının farkındayız. Çözüm Türkiye’nin gerek bölgesel gerekse dünya ölçeğinde ilişkilerinin rahatlamasına ve gelişmesine de katkı yapacaktır.
Ama şu husus hiç akıldan çıkarılmamalıdır: Çözüme “evet” diyecek olanlar da, sürdürülebilirliğini sağlayıp, yaşatacak olanlar da bu adanın toplumlarıdır.
Bu çerçevede Kıbrıs’ın iki ana toplumundan biri olarak siz değerli yurttaşlarımızın önümüzdeki haftalarda da gelişmeleri yakından izlemeniz ve geleceğinizi belirleyecek günlere yaklaşırken, en sağlıklı kararları verebilmeniz için bilgili olmanız önemlidir.
Müzakere sürecinin zorunlu kıldığı ölçüler içinde sürekli olarak vermekte olduğumuz bilgiler kuşkusuz ki sürecin sonunda çok daha ayrıntılı olarak sizlere duyurulacaktır. Müzakere süreci eğer başarıyla tamamlanırsa, halkımız neyi oylayacağını elbette tüm detaylarıyla bilerek sandığa gidecektir.
Sevgili yurttaşlarım,
Sözlerimin sonunda bir hususun daha altını önemle çizmek isterim.
Çözüm için uğraşlarımızı sürdürürken, öte yandan da yaşam devam etmektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sorunları, Kıbrıs sorununa ne kadar kısa sürede çözüm bulmayı hedefliyor olsak da, çözüm gününü bekleme lüksüne sahip değildir.
Her zaman vurguladığım bir konuyu yinelemek isterim:
KKTC’de sorunlarımızla baş etmeye ne kadar hazır hale gelirsek, kurmayı ümit ettiğimiz birleşik federal Kıbrıs’ta yerimizi, o kadar sorunsuz şekilde alabiliriz.
KKTC ekonomisi ve demokrasisi ile ne kadar güçlenirse, federal birliktelikte ve AB içinde de o kadar sağlıklı bir şekilde yerini alabilecektir.
Bir yandan kapsamlı çözüm için yoğun çalışmaya devam ederken, evimizin içini de daha düzenli hale getirmek yönünde gayretlerimizi sürdürmeliyiz.
Yurdumuzda insanca yaşayabilmemiz ve bu topraklarda tutunabilmemiz için, canlarını feda eden aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, gazilerimizi saygıyla anıyorum.
Bu düşüncelerle 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı’nızı içtenlikle kutlar, sevgi ve saygılarımı sunarım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.