• BIST 9724.5
  • Altın 2968.283
  • Dolar 35.1895
  • Euro 36.7272
  • Lefkoşa 10 °C
  • Mağusa 9 °C
  • Girne 12 °C
  • Güzelyurt 9 °C
  • İskele 9 °C
  • İstanbul 8 °C
  • Ankara 0 °C

David Harvey’le röportaj: Syriza ve Podemos üzerine - Başlangıç

David Harvey’le röportaj: Syriza ve Podemos üzerine - Başlangıç

Mike Watson / 19 Mart 2015

Marksist coğrafyacı David Harvey Il Manifesto’ya kapitalizmin içsel çelişkileri, bunların çözülmesine dair ihtimaller ve Syriza ile Podemos’un kapitalizme karşı muhalefette nerede durduğu üzerine konuştu.

79 yaşında ve yeni kitabını (Kapitalizmin 17 Çelişkisi ve Sonu, Sel Yayıncılık) henüz yayınlamış olan David Harvey, halen bir gözü Marx’ta diğer gözü toplumsal hareketlerde toplumsal değişimi okuyor.

Profesör Harvey, son kitabınızda, Marx’ın teleolojik dogmatizme karşı devrimci hümanizmi seçtiğini söylüyorsunuz. Söz konusu devrimci hümanizmin hayata geçebileceği politik alan neresi olabilir?

Bu, yaratmak zorunda olduğumuz bir şey değil – dışarıda, yaşadıkları dünyaya dair sıkıntısı olan, yabancılaşmadığı bir varoluş arayışında, yaşamlarına yeniden anlam kazandırmak isteyen epeyce insan var. Sorunun, dünyayı gerçekten değiştirebilecek tek güç olan tarihsel solun bu hareketi kavrayamamasında olduğunu düşünüyorum. Şu anda bu anlam arayışı dinci hareketlerin (evangelistler gibi) etkisi altında ve politik olarak bu, tamamen farklı bir şeye dönüşmüş olabileceği anlamına geliyor. Burada yolsuzluğa karşı yükselen öfkeyi, Avrupa’da yükselişteki faşizmi ve ABD Çay Partisi’nin radikalizmini kastediyorum.

Kitap üç tehlikeli çelişki (sınırsız büyüme, çevre sorunu ve total yabancılaşma) ve bir dizi değişim vektörü üzerine bir tartışma ile sona eriyor. Bu bir tür program mı yoksa isyan farklı muhalefet formlarının bir çeşit esnek koalisyonuna mı dayanmalı?

Farklı muhalefet türlerinin birleştirilmesi daima temel önemde olacak ve bunu İstanbul’da Gezi Parkı’nda veya Dünya Kupası sırasında Brezilya sokaklarında gördük. Aktivizm temel önemde ve yine burada da, sorunun solun hiçbir şeye nüfuz edememesinde olduğunu düşünüyorum. Bunun bir dizi sebebi var fakat en önemlisi, solun, gündelik yaşamın politikası lehine, geleneksel olarak üretime odaklanmayı terk edememesi. Bana göre gündelik yaşamın politikası, devrimci enerjilerin birikeceği bir pota ve yabancılaşmamış bir yaşamın neye benzeyebileceğini tanımlayan faaliyetleri görebileceğimiz bir yer. Bu faaliyetler, çalıştığımız yerden ziyade yaşadığımız mekânların meselesi. Syriza ve Podemos, bize bu politik projenin ilk ipuçlarını sunuyorlar. Katışıksız devrimciler değiller ama çok büyük bir ilgi uyandırdılar.

Syriza kelimenin klasik anlamında trajik bir rol oynuyor. Sınıf şiddetinin bir aracı rolünü oynamış olan Avroyu etkili bir şekilde kurtarıyor, on yıllardır solun sloganlarından biri olmuş Avrupa fikrini savunmak adına da. Yeterli politik alanı bulacağını düşünüyor musunuz? Yoksa sonunda başarısız mı olacak?

Bu durumda başarının veya başarısızlığın ne olacağını söylemenin kolay olmadığını düşünüyorum. Syriza kısa vadede birçok açıdan başarısız olacak. Fakat uzun vadede zafer kazanmış olacağını düşünüyorum çünkü masaya artık görmezden gelinmeye devam edilemeyecek sorular koydu. Şu an demokrasi konusunda ve Angela Merkel tüm Avrupalıların yaşamlarına hükmeden otokrat haline gelmişken demokrasinin ne anlama geldiği konusunda soru işareti var. Kamuoyu otokratik hükümetlerin gitmesi gerektiğini haykırdığında zaman gelmiş olacak. Sonunda, Merkel ve Avrupalı liderler silahlarını bırakmaz ve Yunanistan’ı Avrupa’nın dışına iterlerse (muhtemelen yapacakları gibi), şu anki tablodan çok daha ciddi sonuçlar olabilir. Politikacılar sık sık ölümcül muhakeme hataları yapıyorlar ve bu noktada meselenin bu olduğunu düşünüyorum.

Kitapta yeni bir isyan dalgası öngörüyorsunuz. Yine de son birkaç yılın bir değerlendirmesi yapılacak olsa, Occupy kendisini etkili bir siyasi güce dönüştürmeyi başaramazken Arap Baharı’nın felâketle sonuçlandığı söylenmeli. Yanıtın 15-M hareketinin politik ifadesi olabilmeyi başaran Podemos gibi bir şey olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Syriza ve Podemos, politik bir alan açtılar çünkü yeni bir şey oluyor. Nedir bu? Söyleyemem. Elbette antikapitalist solda bunları reformist olmakla suçlayanlar çıkacaktır. Bu doğru da olabilir ancak bazı politikalar önerebilen ilk güçler de onlar oldu ve o yola bir kez çıktıklarında, yeni olasılıklar da açığa çıkacak. Sonunda kemer sıkma söyleminden ayrılmanın ve Troyka’nın gücünü ezmenin, yeni bakış açılarına alan açacağı inancındayım ki bu sonrasında daha da ön açıcı olabilir. Bu aşamada, Avrupa’da görmekte olduğumuz bu tür partilerin, ümit edebileceğimizin en iyisi olduklarını ve şu anda eksikliğini hissettiğimiz sol alternatiflerin tanımlanmaya başladığını düşünüyorum. Muhtemelen popülist olacaklar – popülizmin tüm sınırlamaları ve tehlikeleri ile birlikte – fakat dediğim gibi, bu bir hareket: alanlar açıyor ve bu alanları ne için kullanabileceğimiz, ‘Pekâlâ, bu noktaya kadar geldik, şimdi ne yapmalıyız?” sorusunu sorabilme kapasitemize bağlı.

Neoliberalizmin sadece bir değişim momenti olduğunu ve kriz sonrası sermayenin krizi aşarak kendisini reorganize edebileceğini mi düşünüyorsunuz yoksa neoliberalizm yeni bir gayretle bir daha mı dayatılacak?

Hiçbir zaman şu an olduğu kadar güçlü olmadığını söyleyebilirim: öyle ki, kemer sıkma, zenginliğin alt ve orta sınıflardan üst sınıflara aktarılması değilse nedir? 2008 krizinden bu yana devlet müdahalesinden kimin fayda sağladığına ilişkin verilere bakarsak, bunun yüzde 1 olduğunu görürüz, hatta binde 1’lik kısım. Elbette sorunuzun yanıtı neoliberalizmi nasıl tanımladığımıza bağlı ve benim tanımım (bu bir kapitalist sınıf projesi) diğer düşünürlerden belki biraz farklı.

1970’ler sonrası konan ‘oyunun yeni kuralları’ nelerdi?

Örneğin, kolektif selametle bankaları kurtarma arasında bir çelişki varsa, bankaları kurtarırız. 2008’de, bu kurallar dosdoğru uygulandı: bankaları kurtardık. Fakat evlerinden atılanların sorunlarını insanların barınma ihtiyacına yanıt vererek kolayca çözebilirdik ve ancak ondan sonra finansal krizi çözmeye devam edebilirdik. Aynı şey, doğrudan Alman ve Fransız bankalarına giden bir çuval dolusu paranın borç verildiği Yunanistan’da da oldu.

Yunanlar, hükümetler ile bankalar arasındaki transferde neden zorunlu bir aracı?

Oluşturulan yapı, Almanya’nın Alman bankalarını veya Fransa’nın Fransız bankalarını doğrudan kurtarmasını engelliyor: arada Yunanistan olmaksızın, ne yaptıkları çok bariz görülür. Oysa bu şekilde, çok büyük paralar akıtılarak aslında bu fonlar doğrudan bankalara gidiyorken Yunanistan’a alicenaplık yapılıyormuş gibi görünüyor.

Yüzde 1’den söz ettiniz. Bir Marksist olarak, bunun sadece kullanışlı bir slogan olduğunu mu düşünüyorsunuz, analitik bir değeri var mı yoksa dikkatimizi sınıf mücadelesinden saptırıyor mu?

Tarihsel-coğrafi materyalizmi gerçekten benimsiyorsak, çelişkilerin, dolayısıyla kategorilerimizin de daima gelişip değiştiğini kabul etmek zorundayız. Bu nedenle ‘yüzde 1’den söz ederek, Occupy bu kavramı gündelik dile soktu. Ve Piketty ile diğer birçok verinin gösterdiği üzere, yüzde 1’in zenginliğini ciddi şekilde katladığı çok açık. Bunu farklı terimlerle ifadelendirmek, bir yüzde 1’den söz etmek, kapitalist sınıfla aynı şey olmayan ama onun merkezinde yer alan küresel bir oligarşi yarattığımızı kabul etmek demek. Bu, küresel oligarşinin ne yaptığını, söylediğini ve düşündüğünü anlatmaya hizmet eden bir tür anahtar sözcük.

Çeviren: Serap Güneş

https://dunyadanceviri.wordpress.com/ sitesinden aktarılmıştır.

Etiketler: ,
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler