Bizim hükümet çıktı bir basın toplantısı düzenledi, dağ fare doğurdu.
Elbette fil doğuracak değildi, hatta fare bile bu şartlarda bizim "devlet dağına" büyük gelir.
Çünkü devleti gelen giden hükümetler değil, yatırımcı adı altında memlekete gelenler de dahil, sermaye takımı ve Türkiye'nin "yardım heyetine" atadığı adamlar yönetiyor.
Siyasiler de, ister beğensinler, ister beğenmesinler, o koltuklarda kukla pozisyonunda oturuyorlar.
Rum tarafında kumarhane açılıyor diye kumarhaneciler hop oturdu, hop kalktı, Serdar Denktaş ağzından baklayı çıkardı, KKTC vatandaşlarına da kumarhanelerini kapılarını açabileceklerinin sinyalini verdi…
Belli ki Sn. Denktaş her sokak arasını mesken tutmuş bet-bahis ofislerinin bu halkı ve bu memlekete gelen öğrencileri nasıl sömürdüğünü, ne trajedilere sebep olduğunu unuttu, ya da hep görmezden geldi…
Bu arada, Kudret Özersay belki de hayatında ilk kez olsun bu konuda doğru bir laf etti, kumarhanelerden alınan vergilerin artırılması gerektiğini ve bunların gelirlerinin takip altına alınması gerektiğini söyledi…
Ne ilginçtir, biz bunun böyle olması gerektiğini on seneyi aşkın bir süredir söylüyoruz da tık diyen yok!
Neden yok?
Nedeni basit, sermaye takımıyla siyasetçi ilişkisi, başka da sebebi yok!
Hatta bu konuda ikinci Cumhurbaşkanı Sn. Mehmetali Talat ile de canlı yayında tartışmış, gereksiz yere birbirimizi incitmiştik…
Halbuki memlekette paranın yerden gökten yağdığını, ancak kayıt ve kontrol altında tutulmadığını, vergisinin gerektiği gibi alınmadığını, vergi sisteminin çürümüş olduğunu en az benim kadar, hatta benden daha iyi biliyordu.
Bu ülkeyi sömüren, haybeden para kazanan sermaye takımının gelir kaynakları takip altına alınsa, adam gibi de vergi alınsa, devletin bütçesi ona katlanır, devlet yeni baştan yaratılır, Kuzey Kıbrıs Akdeniz'in Singapur'u olur…
Aynı şekilde, bu ülkeye giren çıkan kontrol dışı para da kontrol altına alınmış olur, herkes haddini bilir, haydut takımı kirli çamaşırlarını bizim çakma devlette yıkamaktan vazgeçer, devlet de çakma ve korsan devlet modundan çıkar, ciddi ve özellikle de uluslar arası ilişkilerde kaale alınabilecek bir devlet haline gelir, Türkiye de bu konuda üzerine yüklenen suçlamaların bir kısmından olsun kurtulur.
………………….
TC Büyükelçisi Derya Kanbay geçenlerde bir açıklama yaptı, KKTC'deki FETÖ yapılanmasından ve polisin suç örgütlerinin KKTC'de oluşturduğu örgütlü suç şebekeleri ile mücadele etmek için istediği ama bir türlü Meclis'ten geçmeyen yasalardan dem vurdu, FETÖ ile mücadelede bu yasaların öneminden bahsetti.
Bu yasaların öneminden defalarca basında ve TV programlarında bahsettim, bu yasalara basında benden başka da destek çıkan bir Allah'ın kulunu görmedim.
Neymiş efendim, polis canı isterse yatak odamıza kadar dinleyecekmiş, hiçbir mahremiyet kalmayacakmış!!!
Bunlara verilecek tek cevap var: Efendim, kusura bakmayın ama aslına bakarsanız polis "elinizin körünü, hem de kör tepesini yapacakmış"…
Dünyanın bütün medeni ülkelerinde bu yasalar var, oralarda mahremiyet ihlal edilmiyor da bizim memlekette mi ihlal edilecek!!!
Ha, şunu diyebilirsiniz, "biz burada meydanı boş bulduk, her türlü haltı yiyoruz, kimin eli kimin cebinde belli değil, yediğimiz haltlar eninde sonunda ağa takılacak, başımıza bela açılacak, ne tür "mallar" olduğumuz ortaya çıkacak, kör topal ilerleyen adalet sistemi tepemize binecek, hesap soracak, hesap vermek zorunda kalacağız", o zaman polisin teknik takip yasalarıyla elinin güçlenmesini neden istemediğinizi anlarız…
Bu arada, tekrardan gelelim Sn. Kanbay'ın açıklamasına ve KKTC'de FETÖ yapılanmasına…
Eğer o toplantıda olsaydım, Sn. Kanbay'a soracağım ilk soru şu olurdu: KKTC'de İmam Hatip Lisesi'ni açmak için kolları sıvayan vakıf ve üyeleri ile FETÖ arasında herhangi bir bağlantı tespit edildi mi, edildiyse ne yapıldı, elinizdeki bilgilere göre KKTC'de FETÖ'den başka cemaat yapılanması var mı, varsa bugüne kadar Ankara KKTC'de bu tip yapılanmalara neden göz yumdu?
Diğer taraftan, Türkiye'de din sömürüsünü maddi ranta döndüren, bu rantı da devleti ele geçirmeye kadar götüren, din sömürüsünün arkasına saklanarak "hakkmızı yediler" diye diye devleti bile yiyen, Türkiye'de en az 40 yıllık yapılanma geçmişi olan (Ben 1987'de Ankara'da Cebeci yurduna tek Kıbrıslı Türk olarak girdiğimde yurtta kalan her beş kişiden dördü gözlerinde peygamberleştirdikleri Feto hayranıydı, dolaplarında Feto'nun yayınları eksik değildi, gerisi da Ülkücü idi, beni bile tatlı tatlı beyin yıkama ve maddi imkan sağlama yöntemleriyle aralarına çekmeye çalışmışlardı da havalarını almışlardı ) bu sahtekarlar sürüsünün bir kanadı eğer darbe yapmış olmasaydı bugün hala Türkiye'nin en "gözde ve güçlü" cemaatı olarak varlığını sürdürecekti, bunlara laf söyleyen de "din düşmanı, devlet düşmanı, vatan haini, komplocu, bilmem neci" ilan edilecekti, hayır yüzü görmeyecekti…
15 Temmuz darbe girişiminden sonra hükümet yıldırım hızıyla harekete geçti ve onbinlerce kişiyi hapse attı, yüzbinlercesini devletten ihraç etti.
Demek ki ellerinde kimin kim olduğuna dair listeler vardı, bu listelere, iş ve kurumsal ilişkilere ve Bylock gibi kullandıkları iletişim ağlarına göre hareket edildi, Feto cemaatının içinde olanların birbiriyle olan bağları tespit edildi ve ona göre hareket edildi.
Bu süreçte sivil toplumda, bürokraside, eğitimde, adalet sisteminde olanlar tespit edildi ve haklarında kovuşturmalar başlatıldı.
Ancak bu işin siyasi ayağında kimlerin olduğuna dair hala en ufak bir ipucu verilmedi, haklarında kovuşturma yapılmadı…
Kısacası Türkiye'nin başından FETÖ'yü temizleme operasyonunun en önemli sayılacak ayağı henüz gerçekleştirilmedi, ötelendi.
Belki de son seçim ve referandum sonucunda gerçekleşen rejim değişikliğinin ardından bu ayağa karşı da bir operasyon gelecek ve iş tamamlanacak, bunu ilerleyen günlerde göreceğiz, ya da görmeyeceğiz, ama dileğimiz görmek…
Şimdi gelelim KKTC ile ilgili kritik noktaya: KKTC'de sadece polisle ilgili bir operasyon başlatıldı, yılan hikayesine döndürüldü, süreci sürdürenler bu işi resmen yüzlerine gözlerine bulaştırdı, FETÖ haricinde "başka ince hesaplarla ve konu dışı hesaplaşmalarla" soruşturmaya konu olanlara karşı çamur at da izi kalsın politikası güdüldüğü artık herkesin hemfikir olduğu bir nokta haline geldi.
Bu noktadan sonra poliste yürütülen soruşturma bir yere varsa da kimse bu soruşturmanın güvenirliğine inanmaz, soruşturmanın hedefinden saptığını ve başka hesaplara göre yürütüldüğü gerekçesiyle sonucunun art niyetli olduğunu düşünür, sorunun soruşturulanlarda değil soruşturanlarda olduğunu, Türkiye'de birçok olayda olduğu gibi, soruşturulanları soruşturanların da çeşitli sebepler ve ilişkileri nedeniyle soruşturulması gerektiğini düşünür.
Nitekim, FETÖ sürecinde soruşturanlar da çoğu kez soruşturulan durumuna düşmüş ve esasında soruşturulanlar değil, soruşturanların sorunlu olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu şartlar altında birini suçlu ilan ederseniz, suçlu ilan edenlerin de esas suçlular olması veya bir başka türlü suç paydaşı olmaları ihtimalini de kimse göz ardı edemez.
Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı bu süreçte sorunun kaynağını teşkil eden en önemli nokta, yasal olarak polisin elinde suçlu takip etme sisteminin eksik olmasıdır.
Sn. Kanbay bu konuda haklıdır ama bir elçi olarak en son haklı olması gereken kişidir de…
Neden mi?
Bu konuda yorum yapmak aşağıda açıklayacağım sebeplerden dolayı Sn. Kanbay'a düşmez de ondan.
Hadi ihtiyaç hissetti de yaptı diyelim, aslında bu yasalar polisin bugün oluşan şartlardan dolayı ihtiyacı değildi, çok önceden bu yasalar yapılmalıydı, TC elçisinin bu konuda istek belirtmesi beklenmemeliydi…
Madem bu yasalar örgütlü suçla mücadele açısından Türkiye açısından da bir ihtiyaçtı, Rum tarafında bile bu yasalar ve yetkiler onlarca yıldır varken Türkiye elçisi ağzıyla bu yasaların bir ihtiyaç olduğunu söyletmek için neden bu kadar bekledi, bu da ayrı bir soru işareti!!!
Bugüne kadar bu konunun ötelenmesinin sebebi hemen tümünün sahibi TC vatandaşı olan kumarhanelerin, her köşe başında açılan bahis ofislerinin, uyuşturucu çetelerinin ve memlekette türemiş olan envai tür suç çetelerinin pis işleri ve ilişkileri polis tarafından takip edilirken 15 Temmuz darbe girişimine kadar tıkırında giden ve KKTC'ye de yayılan çarpık cemaat ve tarikat yapılaşması sisteminin ve bunların siyasilerle ilişkilerinin de arada ağa takılacağı ve ortaya çıkacağından korkulduğu için olabilir mi!!!
Gelinen bu noktada, Sn. Kanbay özellikle FETÖ ile mücadelenin ağırlıklı olduğu argümanında tek bir hedef ortaya koyarken aynı zamanda hedefi ortaya koyanın da samimiyeti sorgulanır hale gelmedi mi!!!
Sn. Kanbay dünyanın en önemli başkentlerinde ve sorunlu yerlerde görev yapmış deneyimli bir diplomat, bir elçi olarak KKTC'ye boşuna gönderilmedi, buraya kadarı güzel, olması gereken de buydu zaten…
Ancak yerinde olsaydım içinde bulunduğumuz süreçteki çarpıklıklara kapılmaz, bu konuya bu şekilde dalmazdım, önce Türkiye'de sadece FETÖ'ye karşı değil, her türlü suç örgütüne (kara para aklayıcıları, kumar mafyası, uyuşturucu tüccarları, haraç rüşvet çeteleri, tüm cemaatlar ve tarikatlar da dahil) karşı geniş çaplı bir operasyon başlatıldığını, bu suç örgütlerinin KKTC'nin mevcut "korsan" yapısı nedeniyle KKTC'ye de yerleştiklerini, bunlarla devletin örgütlü mücadele edebilmesi için bu yasaların gerekli olduğunu, bu yasaların dünyanın her yerinde zaten kullanımda olduğunu çok iyi bir hazırlık yaptıktan sonra, samimiyetim de sorgulanmayacak şekilde anlatırdım.
Yukarıdaki cümlede bahsettiğim çarpıklıklara gelince, ufak bir açılım yapayım; Sn. Kanbay örneğin bir AB ülkesinin TC elçisi olsaydı, orada yaşanan anomalilere yönelik böyle bir açıklamayı bu şekilde asla yapmazdı, çünkü oranın sistemi bu şekilde davranmasına engel olurdu.
Sn. Kanbay deneyimlerine dayanarak sistemi kendine uyduracağına, diplomatik manevralarla, diplomasi ustalıklarıyla sistemin kendisine uymasını ve inandırıcılığını artırmasını sağlayacağına, tavrıyla ve yaptığı açılımla sisteme uymayı tercih etti, TC-KKTC arasındaki diplomasi ilişkilerinde "bugüne kadar böyle gelmiş böyle gider" mantığının iki ülkenin kaderi olduğunu farkında olarak veya olmayarak özümsedi, devamını sağladı.
Yazımın sonuna gelirken şu mesajı da vereyim; bu yazının amacı birilerine akıl vermek değil, bizim toplumda herkes aklının kendine yettiğini sanır, yettiğini sandığı ve çeşitli boyutlarda ortaya çıkan birçok soruna sadece o anlık, süreç içindeki sebep-sonuç ilişkilerine bakılmadan ve etraflıca değerlendirilmeden, tek boyutlu olarak at gözlüğüyle bakıldığı için de hem KKTC hem de TC hemen tüm maddi ve manevi değerlerini yitirmiş durumdadır…
Bu satırların yazarı için en acı olanı ve bir türlü kabullenemediği durum ve sorun da budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.