• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • Lefkoşa 21 °C
  • Mağusa 20 °C
  • Girne 21 °C
  • Güzelyurt 19 °C
  • İskele 20 °C
  • İstanbul 5 °C
  • Ankara 17 °C

DOĞANIN DENGESİ, İNSANIN DENGESİZİ

Hatice İNTAÇ

Bugün yine sabahın alacakaranlığına uyandım. Gökyüzünde hala ayın belli belirsiz silueti ve solgun birkaç yıldız var. Sabırsızlıkla günün ağarmasını bekliyorum. Biraz sonra muhteşem bir kızıllığın ve bulutların arasından güneş yüzünü gösterecek. Günün en sevdiğim saatleri bunlar. Hele bir de yağmur eşlik ediyorsa bu güzelliğe;  o zaman doyum olmaz sabahın bu vakitlerine… Ocak ayının sonlarına geldik. Kış adeta, yazın kavurucu sıcağıyla inatlaşırcasına yağmuru ve soğuğuyla gücünü gösteriyor. Son yıllardaki iklim değişiklikleri, dünyanın ve mevsimlerin bir evrim geçirdiğini kanıtlayacak nitelikte.

Günün ağarmasını sabırsızlıkla beklememin bir başka nedeni, yeni ektiğim fidanların büyüyüp büyümediğini görmek heyecanıdır. Bir bitkinin büyümesini izlemek, bir tohumun topraktan boy verdiğine tanık olmak bile doğaya saygı duymaya yeter. Yaşamın özündeki ahengi; bitkilerin ve ağaçların, hayvanların ve böceklerin, topraktaki mikroorganizmaların etkileşimlerini gözlemleyerek fark etmek o kadar büyüleyici ki…  Birçoğumuz yaşamın içindeki bu ahengi göremeyiz. Doğayı anlayamadığımız için de kendimizi doğaya yabancı hissederiz. Oysa yerli kültürlerin insanları; örneğin Avustralya, Yeni Zelanda ve Kuzey Amerika’ da yaşayan ve geçimlerini topraktan sağlayan insanlar doğanın bahşettikleri önünde saygıyla eğilirler; doğayla kopmaz bir bağ kurarlar ve onunla aralarındaki dengeyi her zaman korurlar.

Yeryüzü belli bir aklı ve hareket sistemi olan, yaşayan bir varlık. O; bu sistem çerçevesinde ve kendi yaratılışında aktif bir rol oynar ve dengesini devam ettirir. Yeni bir tohumu bahçeye ekmek için aldığımızda onunla ilgili bilgiyi paketin üzerinde bulabiliyoruz. Ne kadar derine, diğer bitkilerden ne kadar uzağa ekmek, ne sıklıkta sulamak gerektiğini biliyoruz. Sonunda da hangi tohumu ekmişsek onu alacağımızı da biliyoruz.  Keşke insanın gelişimine dair bilgilere de ayni kolaylıkla ulaşılabilseydi!. Ne yazık ki istediğimiz özellikte bir insan yaratabilmemiz mümkün değildir. İnsanın gerçek anlamda kim olduğuna, nereye ait olduğuna ve ne gibi özelliklere sahip olduğuna dair bilgiler meçhul… Buna rağmen insan denen varlıktan kaliteli ürün alabilmekteki en büyük rolü eğitimin oynadığını da unutmamak gerekir.

Bir bebek ana rahminden çıktıktan sonra dünyaya uyum süreci başlar. Genellikle yaşamın ilk yedi yılı fiziksel gerçeklere ve ortama adaptasyonla geçer. Daha sonra duygu ve düşüncelerin gelişmeye başlaması ile kişilik belirmeye başlar. Bundan sonraki süreç ergenlik dönemidir. Bu dönem, geçici hevesler peşinde koşma, bir şeyler keşfetme heyecanı ile dolu bir bocalama dönemidir. Çünkü ergen,  bu dönemde kendi içinde onu yönlendirecek gücü henüz keşfetmemiştir. Bu gücü hissetmeye başladığında ise olgunluk dönemine girer ve gerçek kişiliğini bulur. Kişilik yapısının oluşmasında aile ve okul eğitiminin çok büyük rolü vardır. Bu yüzden ergenlik dönemi kişiliğin oluşmasındaki en önemli zamandır.

Bazı aileler çocuklarını büyütürken farkında olmadan veya pek ciddiye almadan yaptıkları bazı yanlış davranışların, ileride ne kadar büyük sorunlar doğuracağını hesaba katmazlar. Basit sandıkları bu hataların evlatlarını, kendilerini ve başka insanları ileride ne denli büyük çıkmazlara sokacağını kestiremezler.  Örneğin; çocuklarını çok şımartmayı, istediği her şeyi almayı genelde sevgilerinin göstergesi sayarlar. Bazıları çocuklarına ilgi göstermez kendi hayatlarını yaşamaya bakarlar. Bazıları da çocukları arasında ayırım yaparlar;  birini daha çok sevip her istediğini yapmaya çalışırlarken diğerine yok sayacak kadar az ilgi gösterirler. Bu durum hem şımartılan hem ihmal edilen çocuk için olumsuz etkiler yaratsa da genelde güçlü ve sağlıklı görünenin daha çok aleyhinedir ve duygusal gelişiminde ona terk edilmişlik duygusuyla birlikte daha çok zarar verir. Bunun sonucu olarak da zamanla ya isyankâr, ya suskun ve tevekkül etmiş, kendine güvensiz bir karakter yapısı ortaya çıkar. Gelişme dönemindeki gence, ailesinin farkında olmadan bıraktığı bu miras onun tüm hayatında etkili olur.

 Terk edilmişlik, önemsenmezlik ve sevilmeme duygusu bilinçaltına yerleşmiş olan insan,  özgüvenden yoksundur. Dengesiz tavırlar sergiler. Bu olumsuzluklar gerek işinde gerekse, sosyal hayatında etkisini gösterirken aile hayatına da taşınır. Başkalarıyla iletişim kurmakta zorlanan bu kişiler, ezikliklerini suskunluk ve ağırbaşlı görünümleri ile kamufle etmeye çalışırlar. İyi bir dinleyici izlenimi uyandırırlar. Aslında bunun gerçek nedeni kendilerine ait fikirleri olmayışı veya olsa bile bunu dile getirecek cesaret ve özgüvenden yoksun oluşlarıdır. 

Anne- babasının evinde hep yönetilmeye, sevgi dilenciliği yapmaya veya onların arkasına sığınmaya alışmış olan birey evlilik hayatında da maalesef bu olumsuzlukları sürdürür.  Anne babasından görmediği sevgi ve şefkati eşinden bekler. Eş gibi değil çocuk gibi davranır. Söz konusu olan eğer bir erkekse, eşinden hem kadınlık hem de annelik görevleri bekler ki,  bu da birlikteliği sağlıksız hale getirir. Ergenlik döneminde kendine güvensizlikten doğan, başkasının arkasına sığınma ihtiyacını bu sefer eşine sığınarak gidermeye çalışır. Yaratıcı özellikten tamamen yoksun ve kendi başına bir şey yapmaktan, bir işi başarmaktan acizdir. Bu da onda zamanla kompleks yaratır ve evlilik hayatında da mutlu olamaz. Aksine karşısındakini de mutsuz eder.  Bu tip insanlar yetenekli ve başarılı bir eşe sahipseler, önceleri ona sığınırlar ve yönetilmeyi tercih ederler. Fakat zamanla eşlerinin sosyalliği, kendilerinin pısırıklığı; eşlerinin başarısı kendilerinin iş bilmezliği vb. nedenler onları daha derin duygusal çöküntülere sokar. Karşı tarafın üstünlüğü karşısında iyice ezilirler ve bir kişilik gerilemesi yaşarlar. Eşlerinin kendilerinden üstün olmasını hazmedememekle başlayan içsel hezeyanları kıskançlık ve hatta düşmanlık boyutlarına kadar ulaşır. Bir zaman sonra bu hezeyanlar içsel olmaktan çıkar ve dışa vurur.

O artık, aniden infilak eden bir volkan gibidir. Uzun zaman içinde biriktirdiği olumsuz duygularını dışarı püskürtmeye başlar. Ruhsal sorunları artık çılgınlık derecesine varmıştır. Bu püskürme en çok kendine ve yakınlarına zarar verir. Bu şartlarda evlilik veya birlikteliği sürdürmek imkânsızdır çünkü birey tamamen dengesizleşmiş, hatta karşı taraf için tehlikeli olmuş; umutsuz bir vaka haline gelmiştir.

Bu yüzden gerek ailelerin gerekse eğitimcilerin sağlıklı bir ruha ve karaktere sahip bireyler yetiştirmekteki rolü yadsınamayacak kadar büyük ve önemlidir.  

 

Doğanın dengesinden söz ederken işi nerelere getirdim!. Anlayamadığım şu ki;

doğa her zaman dengesini korumayı bilirken , en üstün özelliklerle donatılmış olan insan  neden hâlâ dünya denilen bu gezegenin üstündeki yerini bilememekte ve bütün dengeleri bozmaktadır?...

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları