Lancet dergisinde yeni yayınlanan araştırmaya göre, küresel olarak ülkelerin büyük bir çoğunluğu 2100 yılına kadar nüfus büyüklüğünü sürdürecek kadar yüksek doğurganlık oranına sahip olmayacak.
Öte yandan, araştırmaya göre dünyadaki canlı doğumların çoğu yoksul ülkelerde gerçekleşecek. Araştırmacılar, "bebek patlaması" olarak değerlendirilen bu durumun genel anlamda "bebek iflasının" yaşandığı bir dönemde sosyal ve ekonomik istikrarı tetikleyebileceği uyarısında bulundu.
Son tahminler, bu yüzyıl boyunca küresel doğurganlıkta "dramatik bir düşüş" yaşanacağını ve bunun da uzmanlar tarafından "hem potansiyel artıları hem de eksileri" olduğunu ortaya koydu.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Washington Üniversitesi Sağlık Ölçümleri ve Değerlendirme Enstitüsü (IHME) liderliğindeki araştırmacılar, ülkelerin dörtte üçünün 2050 yılına kadar nüfus büyüklüğünü sürdürecek kadar yüksek doğurganlık oranına sahip olmayacağını tespit etti.
2100 yılına kadar ülkelerin yüzde 97'sinde durumun bu şekilde süreceğini öngören araştırmacılar, küresel toplam doğurganlık oranının 2021'de kadın başına 2,23 doğumdan 2050'de 1,68'e, 2100'de ise 1,57'ye düşeceğini tahmin ediyor.
Gelişmiş ülkelerde, nüfus seviyelerini korumak için yaşamları boyunca çocuk doğurabilecek kişi başına doğum oranının 2,1 olması gerekiyor.
Çalışmaya eklenen bir yoruma göre, öngörülen bu oranlar, hata payları dikkate alındığında Birleşmiş Milletler'in nüfus rakamlarından "çok da farklılık göstermiyor.
BM, 2022 yılında küresel doğurganlığın 2050 yılına kadar kadın başına 2.1 doğuma düşmesinin öngörüldüğünü söylemişti.
BM'nin 2022 nüfus beklentilerine göre "Dünya nüfusunun 2080'lerde yaklaşık 10,4 milyar kişi ile zirveye ulaşacağı ve 2100 yılına kadar bu seviyede kalacağı tahmin ediliyor."
Avrupa ülkelerinde durum ne?
Orta, Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinde öngörülen doğurganlık oranlarının tümü 2050 ve 2100 yılları için tahmin edilen küresel ortalamanın altında ve nüfus artışını sürdürmek için gerekenden daha düşük durumda.
Batı Avrupa'daki toplam doğurganlık oranının 2021'de 1,53'ten 2050'de 1,44'e ve 2100'de 1,37'ye düşeceği öngörülüyor.
İtalya, İspanya ve Andorra'nın o zamana kadar en düşük doğurganlık oranlarına sahip olacağı tahmin edilmektedir.
Doğu Avrupa ülkelerindeki oranın 2021'de 1,38'den 2100'de 1,19'a, Orta Avrupa ülkelerinde ise 2021'de 1,48'den 1,21'e düşeceği tahmin ediliyor.
Ukrayna, Sırbistan, Kuzey Makedonya ve Bosna Hersek'in 2100 yılında en düşük doğurganlık oranına sahip olacağı ve hepsinde kadın başına bir doğumun altında kalacağı tahmin ediliyor.
BM rakamlarına göre, doğurganlık oranları 1970'lerden bu yana kadın başına iki doğumun altında olduğu için Avrupa ve Kuzey Amerika'nın nüfus büyüklüğünde zirveye 2030'ların sonunda ulaşması bekleniyor.
Düşük doğurganlık oranlarının 'artıları ve eksileri'
Çalışmada yer almayan Dünya Sağlık Örgütü'nden Gitau Mburu, James Kiari ve Pascale Allotey, The Lancet'te yayınlanan bağımsız bir yorumda düşük doğurganlık oranının "potansiyel artıları ve eksileri" olduğunu yazdı.
Uzmanlara göre düşük doğurganlık "nüfus artışı, çevre, gıda güvenliği, sağlık, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik açısından fayda getirebilir, ancak sağlık hizmetleri, emeklilik, sosyal güvenlik, işgücü ve jeopolitik üzerinde olumsuz etkileri olabilir.
Ülkelerin tahminler doğrultusunda doğum yanlısı politikalar uygulamaması gerektiği konusunda uyarıda bulunan uzmanlar, doğurganlıktaki düşüşlerin doğum kontrolüne veya kürtaja erişimi sınırlamak için de kullanılmaması gerektiğinin altını çizdi.
Mburu, Euronews Health'e gönderdiği e-postada doğurganlık oranının düşmesine eğitim, doğum kontrol yöntemlerine erişim ve ebeveynliğin ertelenmesi gibi birçok faktörün katkıda bulunduğunu belirtti. Çocuk yetiştirmenin maliyeti ve işgücündeki toplumsal değişimler gibi ekonomik faktörlerin de bunda de rol oynayabileceğini de sözlerine ekledi.
"Bebek patlaması" ve "bebek iflası"
Çalışmanın baş yazarı Prof. Stein Emil Vollset ise, düşen doğum oranı bazı açılardan "sadece daha iyi, kolay erişilebilir doğum kontrol yöntemlerini değil, aynı zamanda birçok kadının çocuk sahibi olmayı ertelemeyi ya da daha az çocuk sahibi olmayı seçmesini ve daha fazla eğitim ve istihdam fırsatını" yansıtan bir "başarı öyküsü" olarak nitelendirdi.
Ancak Vollset, bazı ülkelerdeki "bebek patlaması" ve bazı ülkelerdeki "bebek iflası" nedeniyle dünyanın "21. yüzyıl boyunca sarsıcı bir sosyal değişimle" karşı karşıya olduğunu da sözlerine ekledi.
Çalışma, örneğin Sahra altı Afrika'nın "2100 yılına kadar gezegende doğan her iki çocuktan birini" oluşturacağını ortaya koydu.
Tahminlere göre, dünyadaki doğumların düşük gelirli bölgelerdeki payı 2021'de yüzde 18'den 2100'de yüzde 35'e yükselecek.
Vollset'e göre bu, "Sahraaltı Afrika'daki kaynakları en kısıtlı ülkelerin birçoğunun, dünyanın siyasi ve ekonomik açıdan en istikrarsız, stresi ve sağlık sistemi açısından en sıkıntılı yerlerinde, gezegendeki en genç ve en hızlı büyüyen nüfusu nasıl destekleyecekleriyle boğuşacakları" anlamına geliyor.
Ancak Mburu, Kiari ve Allotey, doğumların belirsizliği ve bu bölgelerdeki verilerle ilgili sorunlar nedeniyle bulgunun "incelikli bir yorum gerektirdiği" konusunda da uyardı.
Araştırma, Küresel Hastalık Yükü, Yaralanmalar ve Risk Faktörleri Çalışması (GBD) 2021'in bir parçasıdır ve Bill ve Melinda Gates Vakfı tarafından finanse edildi.
2100'e kadar olan doğurganlık tahminleri, kadınların 50 yaşına geldiklerinde doğurdukları ortalama çocuk sayısına dayanıyor ve eğitim, doğum kontrol yöntemleri, nüfus yoğunluğu ve çocuk ölümlerini dikkate alıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.