Matthieu Ricard (77), Nepal’de bir manastırda yaşayan Budist bir keşiş. Aynı zamanda diğerkâmlık, hayvan hakları, mutluluk ve bilgelik hakkında pek çok dile çevrilmiş çok-satan kitapların yazarı. Yıllarca Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’nın Fransızca tercümanlığını da yapan Ricard, hücre genetiği dalında doktora sahibi.
2000’li yılların başında ABD’de Wisconsin Üniversitesi’ndeki araştırmacılar Ricard’ın beyninin -öğrenme, dikkat ve hafızayla bağlantılı- gama dalgalarını muazzam derecede yüksek frekansta yaydığını keşfetti. Gama dalgalarının yüksek zirveleri mutluluk durumunda görüldüğünden, Matthieu Ricard bundan böyle ‘dünyanın en mutlu insanı‘ olarak anılacak, dünyanın dört bir yanından medya kuruluşları da hemen her yıl kendisiyle bir mülakat yaparak okurları için mutluluğunun sırlarını paylaşmasını isteyecekti.
Matthieu Ricard ile bu sene New York Times için David Marchese röportaj yapmış. Ricard’ın son kitabı ‘Gezgin Bir Keşişin Not Defterleri‘ (Notebooks of a Wandering Monk) yayınlanmasından hemen önce Marchese’nin sorularına verdiği yanıtları -biraz kısaltarak- paylaşıyoruz.
(Çeviri notu: İkili sohbet esnasında sık sık ‘compassion‘dan bahsediyorlar. Türkçe’ye hem ‘şefkat’ hem de ‘merhamet‘ olarak tercüme edilebilen bu sözcük, kimi yerde merhamet kimi yerde şefkat olarak çevrildi. Şefkat Osmanlıca ‘şefakat’ kelimesinden geliyor; acıyarak ve koruyarak karşılık beklemeden gösterilen sevgi anlamına geliyor. Merhamet ise ‘rahm’ kökünden geliyor; acıyarak, esirgeyerek korumak, şefkatle himaye etmek anlamına geliyor. Merhametin şefkati de barındıran daha geniş bir kapsamı var. Her iki sözcüğün anlamında ortak unsur olarak geçen acıma, küçümseme içermiyor. Üzülerek acınan kişinin derdine deva bulma arzusu, gibi düşünmek daha doğru.)
Matthieu Ricard (MR): Bir etkinlikte, “Mutluluğun üç sırrını bizimle paylaşır mısınız?” diye sormuşlardı. Dedim ki bir, bunda sır yok. İki, üç maddede anlatılamaz. Üç, merhametli olmak ömür boyu çaba gerektirir ama yapabileceğimiz en değerli şeydir. Doğru yolda olduğum hissi beni mutlu ediyor. Nefret duymayı veya birinin acı çekmesini istemeyi hayal dahi edemiyorum.
David Marchese (DM): İtiraf etmeliyim ki kendimi rahatlıkla bazı insanların acı çekmesini arzularken hayal edebiliyorum. Kutuplaşmanın giderek arttığı bir dünyada zıt kutuplarımızla incelikli bir şekilde nasıl baş edebiliriz? Dalay Lama Putin’le ne kadar konuşursa konuşsun, Putin dönüp ona, *Şefkatin sayesinde değiştim” demeyecektir herhalde…
MR: Yıllar önce biri bana “24 saat boyunca kiminle baş başa kalmak isterdin?” diye sormuştu. “Saddam Hüseyin’le” demiştim; “Belki onda küçük de olsa bir değişim yaratmak mümkündür.”
Şefkat derken, istisnasız herkesin mutluluğunu istemelisiniz. Sadece size iyi gelen veya size yakın kişiler için değil. Evrensellik ve tarafsızlık gerekiyor. Şefkatiniz herkesi kapsamak zorunlu. Putin ve Beşar Esad’ın insanlığın yüz karası olduğunu söyleyebilirsiniz ve muhtemelen öyleler de. Ama merhamet, acıyı ve acının nedenini iyileştirmekle ilgili. Örneğin böyle birinin ortaya çıkmasına izin veren sistemin değişmesini dileyebilirsiniz. Bazen Donald Trump’ın hastanelere gittiğini, insanlarla ilgilendiğini, göçmenleri evinde ağırladığını hayal ediyorum. Bu tür insanların zihinlerinden gaddarlığın, kayıtsızlığın, açgözlülüğün silinip gitmesini dileyebilirsiniz. Şefkat budur; tarafsız olmak budur.
DM: Peki şefkat neden evrensel olmak zorunda?
MR: Çünkü şefkat ahlaki yargıdan farklı. Şefkat duymak, söz konusu kişilerin psikopat ya da kalpsiz olduğunu söylemenize engel değil. Merhamet ise nerede olursa olsun, hangi biçimde olursa olsun ve ona kim sebep olursa olsun, acıyı iyileştirmekle ilgili. Peki burada merhametinizin nesnesi ne? Nefret ve nefrete esir olmuş (nefretin gücü altındaki) kişi. Biri seni sopayla döverse sopaya kızmazsın, sopayı kullanan kişiye kızarsın. Bahsettiğimiz bu insanlar, cehaletin ve nefretin elindeki sopalar gibi. Belirli bir zamanda bir kişinin eylemlerini yargılayabiliriz, ancak merhamet, çekilen ıstırabın ve ıstırabın nedenlerinin iyileştirilebilmesini dilemektir.
DM: Merhametin sınırları ne? Bir boru hattını havaya uçurmak merhametli bir davranış olabilir mi?
MR: Dalai Lama ile NATO’nun Kosova’ya ‘cerrahi bombardıman‘lar düzenlediği dönemde bunu çok tartıştık (Not: NATO düşman hedeflerine yönelik ‘surgical/cerrahi‘ tabir edilen hava saldırılarıyla sivil kayıpları minimumda tuttuğu iddiasındaydı). Aksine bu müdahale taraflar arasındaki husumeti ve şiddeti tırmandırıyordu. Tek bir çürük elma sepettekilerin hepsini çürütür. Bu nedenle sistemin değişmesi gerekir.
DM: Sizin için ‘dünyanın en mutlu insanı’ diyorlar. O kadar mutlu hissediyor musunuz?
MR: Mutluluğun seviyesini nörobilimle ölçemeyiz. Gazeteciler için kullanışlı bir başlık bu ve ondan kurtulamıyorum. Belki mezar taşımda da ‘Dünyanın en mutlu insanı burada yatıyor‘ yazacak. Her neyse, hayatın her anından zevk alıyorum ama tabii ki aşırı üzüntü duyduğum anlar da oluyor, özellikle de bu kadar çok acı gördüğünüzde. Ama bu acılar şefkatini ateşlemeli ve eğer şefkat duygunu ateşlerse daha güçlü, daha sağlıklı, daha anlamlı bir var olma yoluna gidersin. İşte ben buna mutluluk derim. Her zaman keyiften havalara uçarmışçasına değil. Mutluluk daha çok referans hattı gibi. İnişlerden, çıkışlardan, sevinçlerden ve üzüntülerden sonra geldiğiniz yer orası. Daha da yoğun bir şekilde algılıyoruz – birinin acı çektiğini görmek kötü bir his- ama derinlik duygusunu koruyoruz. Meditasyonun getirdiği şey bu.
DM: Hiç çaresizliğe kapıldığınız olmuyor mu?
MR: Anlamı yok ki. Acı çekildiğini gördüğümüzde üzgün hissedebiliriz, ancak üzüntü içsel doygunlukla gelen derin bir ödemonya* duygusuna engel değil. Çünkü üzüntü şefkatle giderilir, çünkü üzüntü acının sebebine şifa bulma kararlılığıyla giderilir. Umutsuzluk: Çukurun dibindesin, çıkış yok. Bu kaderciliktir. Istırap sebeplerden ve koşullardan kaynaklanır. Bunlar süreksiz ve süreksizlik değişime izin veren şey.
DM: Umutsuzlukla ilgili soruma yanıtınız, “Anlamı yok” oldu, bu da duygularınızla ilgi -ister o duyguya bırakın kendinizi ister bırakmayın- bilinçli tercihler yaptığınız anlamına geliyor. Bu herkesin yapabileceği bir şey değil. İnsanlar Budist bir keşiş olmadan da sizin gibi duygularını kontrol etme yeteneğini nasıl geliştirebilir?
MR: Duygular tıpkı zihinsel atlasımızın herhangi bir özelliği gibi: Değişebilirler. Süreçlerine aşina olabiliriz; onları erken yakalayabiliriz. Bir odada bir yankesici gördüğünüzde, aman ha, dikkatli ol, demek gibi. 25 yüz yıllık tefekkür bilimi (Budizm öğretisini kast ediyor) ve 40 yıllık nöroplastisite (beynin adapte olma becerisi), her şey, size değişebileceğinizi söylüyor. Köşe yazılarınızı nasıl yazacağınızı bilerek doğmadınız. Bunun çabalarınızın meyvesi olduğunu biliyorsunuz. Öyleyse neden başlıca insani nitelikler farklı olsun? Richard Davidson’un mutluluğun bir beceri olduğu fikrini bu yüzden seviyorum. Zihinsel atlasınızda mutluluk daha derin, daha mevcutlu olabilir. Sabahtan akşama kadar aklımızı kullanırız ama -iyi ya da kötü- dış koşulları mutluluğa ya da mutsuzluğa tercüme etme şeklimizi geliştirmeye çok az dikkat ederiz. Oysa bu çok önemli, çünkü dünyayla ilgili günlük deneyimlerimizi belirleyen şey bu!
DM: İyi de bunu nasıl yapabiliriz? Nasıl değişebiliriz? Şefkat hakkında düşünmeye başlamak bir başlangıç olabilir mi?
MR: Örneğin bir çocuğa karşı duyduğunuz koşulsuz sevgiyi düşünün. Bu sevgi zihnimizi 30 saniye, hadi bilemedin 1 dakika doldurur, sonra aniden kaybolur. Bunu herkes yaşar. Tek fark bunu geliştirmek. Bu duyguyla biraz daha uzun kalmak. Bu duyguyla 10 dakika, 20 dakika boyunca sessizlik içinde kalmaya çalışın. Kaçar giderse, geri getirmeyi deneyin. Ânı canlandırın, var edin. Bunu üç hafta boyunca günde 20 dakika yaparsanız bir değişimi tetikleyecektir.
*Eudaimonia/Ödemonya (Yunanca: εὐδαιμονία) anlamı ‘iyi ruh hali’ olan ve genelde saadet, mutluluk gibi çevirilen Yunanca kelimedir. Aristoteles, insanın en yüksek ve iyi durumuna eudaimonia demiştir. Daha fazlası için bkz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.