Geçtiğimiz günlerde Yakın Doğu Üniversitesinin seçkin ve en sevilen öğretim üyelerinden biri olan Dünya Kültürler Tarihi derslerinin unutulmaz ismi ,yaşayan kütüphane Doç. Dr. Atila Türk ‘ü kaybettik…Bildiğim kadarı ile hocamızın yıllardır görüşmediği bir ablası dışında kimsesi yoktu.Zaten “benim evim YDÜ,çocuklarım öğrencilerim “derdi.Mezun bir öğrencisinin tüm masraflarını karşılayarak doğduğu Kütahya ya getirilme önerisi çok yerinde bir kararla teşekkürle karşılandı ve hocamız evi bildiği YDÜ ye çok yakın Lefkoşa mezarlığında sevenlerinin oluşturduğu sevgi halesi içinde nemli gözlerle ebedi istirahatgahına gömüldü. Akşam facebook taki mesajlarda bir öğrencisinin yazdığı satırlar çok anlamlı ve düşündürücü idi.”Siz bu kadar çok çocuğu olan kimsesiz birini hiç gördünüz mü?”diye soruyordu…Atila Türk hocamızın tek serveti olan binlerce kitap onun adını taşıyan bir salonda yaşayacak ve YDÜ öğrencilerine ışık saçmaya devam edecek…Dualarımızı edip mezarlıktan ayrırken ,yaşlı gözlerle “babamı kaybettim “ diyen öğretim üyesi Ali Bizden ‘in o akşam paylaştığı satırlarla güle güle hocam diyorum..Rahmet olsun …Nur içinde yat…
“Telefonu 'alo, efendim, buyurun' diye değil "Atila Türk'tür" diye açardı. Kendi Türkçesi ile yazar, kendi Türkçesi ile anlatırdı: Atila Türk Türkçesi ile. Kıbrıs'ta iki ahbabının Türkçesi dışında Türkçe'nin iyi kullanılmadığını söyleyip durdu hep.
Nüfus kayıtlarına göre yalnızdı, göçmendi, bekardı.
Binlerce öğrencisi, yüzlerce meslektaşı, sayısız ahbabıyla çok büyük bir ailesi vardı oysa ki, beynelmilel bir yurdun evladıydı.
Göçmenlikten yabancılıktan vazgeçmişti. Son göçünü gelip Kıbrıs'a konduğunda buralı olmuştu. Dağ gibi kitapları, incik boncuk dolu hatıratlar yığınlarını uçağa yüklemiş, Almanya'dan Kıbrıs'a yerleşmek, kalmak üzere gelmişti.
"Kıbrıs'taki ilk göz ağrım Ali'dir" derdi. Zimmetlimdi uzun süre.
Başak doğduğunda, 16 sene 1 ay evvel, O'na doğum hediyesi yapmıştı. Bir şarap şişesine bir fotoğrafın yayınlandığı gazete sayfasını kesip sarmış, uzun uzun şişeye gazete kağıdı yapıştırmanın inceliklerini anlatmıştı.
Hiç otomobili olmadı ama araba sahiplerinin yaya kaldığı oldu, O'nun otomobilsiz kaldığı hiç olmadı.
Bekardı ama "hayatın kaynanası"ydı, esas işini tarif ederken "hayata kaynanalık ediyorum" derdi.
Hep yazardı, hep yayına hazır kitapları olurdu.
Hep okurdu. Şahane el yazısıyla dolu notlar alırdı okuduklarından, çoğu notu okuduğundan uzun olurdu.
Hep birşeyler verirdi.
Şanslıyım ki en kıymetli konyaklarından dökerdi. Beraber gittiğimiz arkadaşlara başka konyaklar ikram eder, bana başka şişeden döker "Bu senin sevdiğindir, kötüdür ama sevdiğin budur" der, muzip muzip bükerdi dudaklarını. Kötü konyak ikram ettikleri kendilerini şanslı hisseder, bana üzülür, Atila ile ben için için adet haline getirdiğimiz üzere, feci şekilde gizlice eğlenirdik.
Kitaplarla yetinmeyen, kitapların sayfalarını okumanın ders anlatmak demek olmadığını öğrenene kadar yeni öğrencileri hep isyanlarda olurdu. Çok kızar, çok şikayet eder, çok gıcık kaparlardı. Şikayet eden öğrencilerin hep müttefikleri olurdu; onlar da şikayet ederdi. Hepsinden ben de şikayetçiydim, hala hepsinden fevkalade şikayetçiyim.
Birkaç sene evvel, merkezi ısıtma kapalı diye çubuklu elektrik sobasıyla uyuyakalmış, oda tutuşmuş fasariyalar çıkmıştı. Ertesi gün fakültenin yılbaşı yemeği vardı. Yemeğe giderken "bana emanettir, kabahati varsa benim yüzümdendir" diye uzun ve yüksek tansiyonlu zor bir telefon konuşmasının ardından fasariya kısmen yatışmış, biz de Atila ile Mahzen'in en pahalı kırmızı şarabını açtırıp çubuklu elektrik sobasının hınzırlığının şerefine lıkır lıkır içmiştik. Atila'nın ifadesiyle "fevkalade bombok" oturduğumuz masadan çiçek gibi kalkmıştık.
Çok şahane küfrederdi. Küfrün hakkını verirdi.
Her zaman bir şeyler isterdi. Yapmaklıklar, etmeklikler isterdi. Cyan magenta sarı ve siyah matbaa mürekkebi istemişti en sondan bir evvel. Yarımşar kilo götürdüğümde "hani speragum, nasıl temizleyeceğim ben bunların bulaşıklarını Alim" demişti. Haklıydı, speragum lazımdı. Yine bir şeyler yapası vardı, matbaa mürekkebiyle yapmaya hükmetmişti. Ne yaptı, yapabildi mi hiç bilemeyeceğim.
Nisan'ın ilk yarısında ayrıldığım fakülteden vedalaşmak için rahmetli Ünsal Oskay hoca ile paylaştığı odasına uğradığımda içi üşüyordu. Gözünden fer kalmamış, hiç görmediğim kadar bitkin, hiç görmediğim kadar hüzünlü bakan gözleri ıslaktı: "Çok üşüyorum Alim" demişti. Kasketli, atkılı, civciv sarısı montu onu ısıtmaya yetmiyordu. Hissikablelvuku, gidiyordu...
Sonra hastahaneye yattı. Bir kere gidebildim, elini tuttum, yanaklarından öptüm, "görüşürüz hocam" dedim. Aylardan Nisandı.
Atila bir daha göç etmeyip yerleşmek, kalmak üzere geldiği Kıbrıs'ta son kez göç yoluna düşmüştü. Gidiyordu.
Birilerine verdiği bir sözü tutmak için benden bir kitap istemişti.
Atila gidiyordu ve her geçen gün hızla kendinden uzaklaşıyordu. O'nu kendinden giderken görmeye kıyamadım. Verdiği sözü tutmadı, tutamadı kuvvetle muhtemel. Benim yüzümden, o kitabı götüremedim. O'nu kendinden giderken bir daha görmeyi kaldıramam diye gidemedim, gitmedim.
Atila bugün gitti.
Sözünü tutamadı, birilerine söz verdiği kitabı ben götürmedim diye o vereceği kitabı veremedi, o sözünü tutamadı.
Atila yüce gönüllüdür, yufka yüreklidir, insan evladıdır, neden gitmediğimi bilmekliğinden beni affetmiştir biliyorum.
Atila bugün önden gitti, hepimiz geleceğiz yanına Atila... Geldiğimizde önce Araf'ın sonra Kıyamet'in kaynanalığını yapacağız.
Atila'yı en çok Eğirdir göl kenarındaki ana eviyle ilgili münakaşalar çok üzdü. İnsaniyetini, yufka yüreğini çok üşüttü anacığının eviyle ilgili münakaşalar.
Atila bu sabah önden gitti.”
*****
TARIK AKAN’A VEDA..
Ünlü Sinema oyuncusu,güzel insan Tarık Akan’ ı da dün toprağa verdik. Ardından hem Türkiye’den hem Kıbrıs tan çok güzel mesajlar yazıldı…Ama en güzel “ağıt –armağan “tanınmış şairimiz Bülent Fevzioğlu’ndan geldi…Kalemine sağlık ozan…Güle güle Tarık Akan …nur içinde yat ..
.IŞIKLARLA
‘‘ÜREGÜL…’’
Babam öldü bir kerre daha
Annem öldü…
Delikanlılığımızın afilli halleri
Sinema çıkışı yürüdüğümüz gecelerin
Perdeleri az çekilmiş pencereleri ile
Kapı önleri öldü…
Bir ‘‘Sürü’’ arkadaştık mahallemizde
‘‘Yol’’ vurdu, dağıldık kaç ülkelerde…
Avludan karşıya geçerken
Simsiyah tüyleriyle basılan
kedimiz öldü bir daha
ürperdik çığlığından…
ne varsa ömrüm boyunca ölen
bir daha ve bir daha ve bir daha
çıkıp gitti içimden
eylül’den…
uzanıverdi boydanboya gövdeme
kapkara bir gül
biz seni ‘‘Tarık Akan’’ diye sevdik çok
çünkü sen yediveren bir bahçeydin ömrümüze
aklımıza, beynimize ve yüreklerimize
Işıklarla ‘‘Üregül’’…
Güzellik öldü bir kere daha
Bir fikir daha öldü…
Nasıl da kanamaktadır şimdi bedenim…
Ve ak tutmuş saç teli
Saç teli ağlar mı bir insanın?
Hiçbir yere tutunmak gelmez içimden
Düştüm uçurumuna
Tarık Akan’ın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.