Sn. Akıncı’nın görüşmelerde gelinen nokta ile ilgili yaptığı uzunca açıklamayı yavaş yavaş, arada bir de kaydı durdurarak dinledim.
Kendisinin döneminde yirmi ayı geçkin görüşme sürecinde ciddi ilerlemeler kaydedildiğinde bahsetti, üstelik de kısa ve net ifadelerle vurgulaya vurgulaya…
Sonra uzun uzun ve yuvarlak ifadeli cümlelerle karşı tarafı uyumsuzlukla suçladı ve satır aralarında görüşülen ana ve önemli konularda aslında dikkate değer hiçbir ilerleme kaydedilmediğini bazen doğrudan, bazense dolaylı olarak ifade etti.
Sonuç, nerdeyse iki yıla yakın bir süredir görüşme masasında olan iki liderin havanda su dövdüğüdür…
Sn. Akıncı’nın şu lanet olası Kıbrıs sorununu bitirmek için istekli olduğundan hiç şüphem yok, hatta kendisinden önceki üç Cumhurbaşkanı’ndan daha istekli ve hevesli olduğuna da her bahse de girerim.
Amma ve lakin, Sn. Akıncı’nın istekli olması, kendisini sonuca götürecek potansiyele sahip olduğu anlamına hiç gelmez.
“Rakibimizin” temsilcisi Anastasiadis görüşmelerin Cenevre’de devamı için şart koştu, bizimki hemen savunmaya geçti ve şikayete başladı!
Karşı saldırı yok ama!
Anastasiadis falan filan başlıkların ya da konuların (artık aynı şeyleri yazmaktan midem bulandı, dolayısıyla “falan filanla” idare edin lütfen) önce görüşülmesini ve sonuca bağlanmasını, sonra diğer “falan filan” konulara geçilmesini istemiş efendim!
Peki biz ne istedik?
Halan dönüşümlü başkanlığı kabul ettiğini bile Anastasiadis’e söylememiş…
Bunun diğer şekilde okunuşu, “söyletemedikdir”…
Sn. Anastasiadis sürekli saldırıda, Sn. Akıncı sürekli savunmada!
Bu iş böyle kırk sene daha sürer gider!
Şimdi yazacağımı birileri okuyunca havaya havaya sekecektir…
Seksinler…Eğer Sn. Anastasiadis Türk tarafının çıkarlarını savunuyor pozisyonda olsaydı, Sn. Akıncı da Rum tarafının çıkarlarını savunuyor pozisyonda olsaydı, bu mesele çoktan bitmiş, Kıbrıs sorunu denen lanet sorun tarihe kavuşmuş olurdu!
Sn. Anastasiadis iş bilen bir hukukçu, kurt bir siyasetçi, karşısındakinin aklının derinliklerini okuyabilen ve tek ayak üzerinde saniyede bin tane numara, açılım üretebilen, idealizmle uzaktan yakından alakası olmayan, sadece kendi çıkarları doğrultusunda hedefe ulaşmaya kilitlenen, karşısındaki rakibini zaman zaman sert, zaman zamansa yumuşak bir sinir harbine sokarak ipleri sürekli elinde tutan, içinde bulunduğumuz statükoda kendi avantaşlarını çok iyi değerlendiren bir rakip…
Üstelik de, rakibine hiç acımayan, ancak arada bir laf ebeliği yaparak tribünlere oynayan, sanki rakibinin haklarını da düşünüyormuş izlenimi vermeye çalışan bir düşman…
Dallas dizisinin JR’ını aratmayan, “çiftlikte” her daim ipleri eline tutan, tutmak için uğraşan, gücü elinde tutmak için elinden gelen herşeyi yapan, amma ve lakin, kendi haklarını ve çıkarlarını ön plana çıkarırken çiftlikteki diğerlerinin haklarını da savunuyormuş gibi davranan bir aktör…
Masaya oturduğu günden beridir de bu “filmi” istediği gibi çevirdiği için aslında masanın da “yönetmeni”…
Sn. Akıncı’ya gelince, mağduru ve mağruru oynayan, diplomasinin ve hukuğun inceliklerinden ziyade idealleriyle yönünü bulmaya çalışan, iyi niyetle karanlık dehlizde umutla bir ışık arayan, bir taraftan elindeki meşalenin sönmemesi için gayret sarfeden, diğer taraftan rakibinin kendisini sürüklediği karanlık tünellerde yön bulmaya çalışan, hep rakibinin arkasından kovalayan, yakaladığında da önüne geçmek ve rakibini arkasına takıp da kontrolü ele geçirmek için fırsatları değerlendiremeyen, her arkadan kovalayan olan, ilerde giden rakibinin karanlık tünellerde hazırladığı tuzaklara düşen, bir türlü karşı saldırıya geçemeyen, sürekli şikayet eden ve şikayetini de aslında kendisine hiçbir katkı sağlayamacak olan tek kitle olan Kıbrıs Türküne yapan taraf!
Kıbrıs Türkü aslında Sn. Akıncı’nın şikayetlerini dinlemek istemiyor, Rum tarafını köşeye sıkıştırıp çözüme gitmek istiyor.
Sn. Akıncı ise, her köşeye sıkıştığında Anastasiadis’i ve Rum tarafını Kıbrıs Türküne şikayet ediyor.
Neymiş efendim, Rum tarafı Cenevre’ye gitmek için Cenevre’de herşeyden önce Toprak ve tazminat konularını görüşmek ve bu başlıkları kapatmak istiyormuş, şart şurt koşuyormuş!
Peki, Sn. Akıncı gelip de Kıbrıs Türküne şikayet edeceğine ve “daha dönüşümlü başkanlığı bile kabul ettiğini net bir şekilde ifade etmiyor” diyeceğine, “Tamam dostum, Cenevre’de önce senin istediğin gibi toprak konusunu halleder, sonra diğer konulara geçeriz, ama önce sen Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların siyasi eşitliğini kabul ettiğini açıkla, dönüşümlü başkanlığı da kabul ettiğini açıkla, yeni devletin iki kurucu ortağının siyasi statüsü tam olarak ortaya çıksın ve kabul edilsin, iki satırcıkta bu konuyu da kapatalım, sonra da senin istediğini yapalım…Bak, bu da bizim şartımız ve olmazsa olmazımız, ona göre!!!” diyemez miydi!!!
Bu arada, Sn. Akıncı karanlık tünellerde Sn. Anastasiadis’i takip ede dursun ve kurduğu tuzaklardan kurtulmaya çalışarak sonuca gitmeye uğraşsın, Türkiye kanadı da hem kendi ayağına hem de bizim ayağımıza kurşun sıkmaya devam ediyor!
TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Rum basınından bir gazeteye (Filelefteros) demeç veriyor ve çözümden sonra Kıbrıs’da garantilerin muhafaza edilmesini ve Türk askerinin kalması gerektiğini iddia ediyor, Rum tarafının eline bugün sahip olduğu tüm kozları Türkiye’nin altın tepside sunduğunu ve bu kozları tepe tepe kafamıza vurduğunu unutuyor!
Sn. Akıncı ve “anlı şanlı” muhalefetimiz de dahil olmak üzere, Kimse de çıkıp, kusura bakma kardeşim, artık bir susun, bu iş nerdeyse tam 60 senedir bu kafayla götürülmeye çalışıldı, yürümedi, kesin artık, Mehter Marşı siyasetiyle bu iş olmuyor, bizim adımıza ikide bir laf üretemezsiniz, konuşulacaksa bizimle konuşup bizimle strateji belirleyeceksiniz, öyle her fırsatta bizim önümüzde durup da bizi geri plana itmek için özel çaba sarfetmeyeceksiniz, bizi ikinci plana atarak bizim adımıza konuşmayacaksınız, siyaset yapmayacaksınız, bu tavrınız çözüme ve ne Türkiye’nin ne de Kıbrıs Türkü’nün haklarını korumaya zerre kadar hizmet etmez, aksine bizi sürekli gol yiyen pozisyonuna getirir…” demedi, diyemedi…
Amma ve lakin, “battık, bittik”edebiyatı gırla devam ediyor…
Güler misiniz, ağlar mısınız!
Güvenlik ve garantiler konusuna gelince, akıllarına girer mi, girmez mi, bilemiyorum, ancak girmeyeceğini tahmin ediyorum ki bugüne kadar zırnık açılım üretmediler, 60 sene öncesinin kırık plağına takılıp kaldılar…
Tekrar tekrar yazmaktan usanmayacağım: 1959-60 anlaşmalarında İngiliz-Amerikan ortaklığının Rus tehdidine ve Makarios’un Ruslara yanaşmasına karşı üç NATO üyesinin Kıbrıs halklarının güvenliğini ve devletin garantisini sağlama adına bize “kattırdığı” ve her ne kadar görünüşte Kıbrıslı Türklerle Rumların güvenliğini ilgilendirir görünse de, aslında ABD ve İngilizlerin Doğu Akdeniz coğrafyasındaki çıkarlarının güvenliğine yönelik olan güvenlik ve garantiler bugünkü şartlarda geçerli değildir, şekil değiştirmesi gerekir.
Zaten içinde bulunduğumuz durum bu fiyaskonun en net göstergesidir…
Bugün içinde bulunduğumuz şartlarda çözüm şudur: Nasıl ki Rum tarafı kendi kafasına göre İsrail ve Rusya ile güvenlik anlaşmaları yapıyorsa, askeri ittifaklar ve işbirliği yapıyorsa, biz de öncelikli olarak, Kıbrıs Türk tarafı olarak Türkiye ile kapsamlı askeri güvenlik anlaşması yapacağız, Kıbrıs’daki Türk askerinin statüsünü 1960’dan çıkarıp, 2017 şartlarına uyarlayacağız…
Sanıyor musunuz ki bu iş zordur!
Kıbrıs Türkü olarak Türkiye ile binbir türlü ekonomik ve siyasi anlaşmalar yapıyoruz, hukuksal açıdan kimseyi ırgalamıyor da, tek taraflı ayrı bir güvenlik anlaşması yapınca mı ırgalayacak!!!
Hade bakalım, gıbırdanın birazcık…Karşı saldırı zamanı geldi!
Anladık, TC olarak KKTC’yi tanıtmak gibi bir uğraşınız yok, hiç de olmadı, olmayacak da…
Ancak eski plaklara takılı kalan ve hiçbir sağlıklı ve mantıklı açılım üretmeyen, sadece karşı tarafın eline koz üstüne koz veren bu gidişat, sadece KKTC’nin tanınmasını veya Kıbrıs’da olası bir anlaşmayı engellemeyecek, 2000’li yılların başında ciddi bir ivme yakalayan ve sonradan bu ivmeyi kaybedip, algıları negatife döndüren Türkiye’nin de dünya siyaset sahnesinde siyasi, ekonomik ve askeri açıdan uğradığı zararların kalıcılığına vesile olacak.
Bugün ABD, Türkiye ordusuna alternatif bir orduyu ve müttefiki Kuzey Suriye ve Kuzey Irak topraklarında oluşturuyor, dolayısıyla 1960lardaki NATO müttefiki bir Türkiye’ye artık ihtiyacı yok!
Türkiye açısından karşı adım, önce Kıbrıs Türkü ile kapsamlı bir güvenlik anlaşmasına girişmek, ardından da aynısını Rusya ile yapmak ve Kıbrıs’ta bir çözümü zorlamaktır…
Yoksa, beş sene sonrasında Türkiye ve Kıbrıs Türkü Doğu Akdeniz coğrafyasında oyundan tamamen “out” olacaktır, Sn. Akıncı’nın Rum tarafını Kıbrıs Türküne şikayetleri, Türkiye siyasilerinin hesapsız kitapsız argümanları tarihin çöplüğünde bile yer bulamayacaktır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.