Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya ölümünün 19. yılına dair bianet’ten Ruken Tuncel’in sorularını yanıtladı. O gece Ahmet Kaya’ya saldıranların daha sonra özür dilemesine ilişkin değerlendirmede bulunan Gülten Kaya, “Özür neden dilenir? Bir daha aynı hatanın asla olmaması adınadır. Fakat yapılan şeyin telafisi yok. Hem de bugünden baktığınızda değişen gelişen bir şey de yok. O Kürt refleksi aynı yerde duruyor” dedi.
Ahmet Kaya’nın mezarını Türkiye’ye getirmeyi düşünmediğini söyleyen Gülten Kaya, “Sokaklarında özgürce dolaşamadığı ülkesine, omuzlar üzerinden getirmenin ne anlamı var? Bunun düşüncesi bile çok üzüyor beni. Uğruna hayatını verdiği dil hala yok sayılıyor, onun önemsediği, kutsadığı tüm değerler yerle yeksan. Her şey bir yana böyle bir yere getirmek onu incitir” ifadesini kullandı.
Gülten Kaya için Ahmet Kaya’sız 19 yıl nasıl geçti?
Çok zor ve zorlayıcı geçti. Çünkü bu sadece bir eş kaybı değildi. Aynı zamanda bir sanatçının yok sayılması, onun sanatı üzerinden bıraktığı boşluk, sistem ve medya tarafından hırpalanması, bunun sokağa yansımaları söz konusuydu. Dolayısıyla yaratılan portrenin manipüle edildiğini dile getirmek ve bunun mücadelesini bireysel yürütmek, zorlayıcıydı. Hem duyduğunuz eksiklik ve boşluk, hem Ahmet Kaya üretimini devam ettirmek, tekrar onu sokakla buluşturmak, yok sayılma tavrına direnmek; yani onun yokluğundaki mücadele süreci çok yönlüydü. Başımı kaldırmadan çalıştım diyebilirim. İyi ki de böyle oldu, belki bu süreci bu şekilde geçirdiğim için kendimi şimdi daha iyi hissediyorum. En azından yapılması gerekenlerin çok az da olsa bir kısmını yaptığımı düşünüyorum.
***
Ahmet Kaya’yı sadece şarkılarından bilen şu an 19-20 yaşlarında olan gençlerin de Ahmet Kaya’ya ilgisi oldukça fazla. Youtube videolarının altına şarkılarının ne kadar güzel olduğunu ve tanımamış olma talihsizliğine olan sitemlerini yazıyorlar. Bunları görüyor musunuz, size ne hissettiriyor?
Evet, yaş ortalaması çok düştü, bunu gözlemleyebiliyoruz ve onlarla ilişki içindeyiz. Bir kez daha gerçekten sanat üretenler ile dünyevi olanlar arasındaki farkı görüyorum. İyi sanat, doğru sanat kendisini kuşaklar arası taşıyor, bazılarımız buna aracılık ediyoruz.
Pir Sultan Abdal’ın o gün arkasında reklam şirketi, yapım şirketi yoktu. Ama kendisini bugüne kadar taşıdı. Yüz yıllar öncesindeki edebiyatçılara, heykeltıraşlara, ressamlara bakın hala yaşıyorlar. Dolayısıyla gerçek sanat ve sanatçı bu tarafta kalıyor, giden biz ölümlüler oluyoruz.
Aşık Mahsuni Şerif bir gün bir yerde misafir oluyor. Çay ikram ediliyor, önce Mahsuni’ye uzatıyorlar; ‘Diyor ki; ‘Önce siz buyurun’, ‘Olur mu efendim siz buyurun, siz misafirsiniz’ diyorlar. Mahsuni: ‘Olur mu biz Ozanız siz misafirsiniz’ cevabını veriyor. Bu hakikaten doğrulanmış bir şey, onlar Ozan, yaratıcı; misafir olan bizleriz. O nedenle Ahmet’in yeni kuşaklar tarafından dinlenmesi şaşırtıcı değil.
Bir sistem topyekûn bir sanatçısının üstüne gidiyor, onu haritadan silmeye çalışıyor. Fakat aşağıdan bir damardan kan yürüyor ve o yaşamı devam ettiriyor. Bu en güzel tarafı.
20 sene önce ‘vatan haini, bölücü, şerefsiz, Kürt diye bir şey yok’ manşetlerinin atıldığı, linç edilen bir insandı Ahmet Kaya. Sokakta, televizyonlarda albümleri kırılıp parçalanırdı. Ama bugün yeni kuşak Ahmet Kaya ile tanışıyor, anlıyor ve çok seviyor.
***
Sanatçıların tutumundan konu açılmışken; o gün Ahmet Kaya’ya çatal bıçak fırlatan ya da hakaret edenler daha sonra özür dilediler. Özür dilenmesi sizi tatmin etti mi?
Hiç ilgilenmiyorum, bana göre; o tavrın adı cahil cüreti. O davranışın altında gerçekten sahiden bir entelektüel kültür, bakış açısı gibi bir şey olsa üzülebilirim. Ama böyle bir durumda insan sadece acıyor. Bir kültürün, dilin ve bir halkın farkında olmayıp, ‘Bu vatan bizim, ellerin değil’ derken ki, cehaleti görmek acınası bir durum. Çünkü vatan kimin meselesinin içini açtığınızda çok mahcup olurlar: Kim bu coğrafyanın asli unsurları?
Biraz açıp tarih okusalar, kültüre, sanata bir baksalar, ne nereden geliyor, bir öğrenseler, bu ezberlerden bir kurtulsalar, o zaman bu acınası hallerin içine düşmeyecekler. Bu nedenle özürlerle ilgilenmiyorum ve etkilenmiyorum.
Özür neden dilenir? Bir daha aynı hatanın asla olmaması adınadır. Fakat yapılan şeyin telafisi yok. Hem de bugünden baktığınızda değişen gelişen bir şey de yok. O Kürt refleksi aynı yerde duruyor.
Sanki bir bildirge yayınladılar ve ‘Sistem bugüne kadar bize başka şeyler ezberletmiş, biz Kürt gerçeğinin farkında değilmişiz’ mi dediler? Yine karşılaşsalar belki yine aynı şekilde davranacaklar. Çünkü bir entelektüel altyapınız yoksa her döneme göre şekillenirsiniz. Barış süreci olur, birkaç kişi Kürtçe şarkı söylemeye kalkar, savaş süreci olur tekrar geri adım atarsınız.
Bir insanın kendi kimliğini ifade etmesi üzerinden bir hayat paramparça ediliyor. O hayatın içinde büyüyen, onların büyütecekleri çocukların da hayatı paramparça ediliyor.
***
Son olarak, Ahmet Kaya’nın mezarını Türkiye’ye getirmeyi düşünüyor musunuz? Daha önceki röportajlarınızda, getirmeyi düşünebileceğinizi söylemişsiniz, fikriniz değişti mi, hala aynı mı?
Asla, hiçbir zaman, sonsuza kadar. Yani ben yaşadığım sürece asla. Sevenleri bunu anlamakta zorlanıyorlar, burada olmasını en çok ben isterim ama ben bile buna katlanıyorsam herkes katlanacak. Bu resmi, yalancı tarih üzerinden bakıldığı zaman, bu ülkede tarih yok ediliyor, hafıza siliniyor, arşiv yok ediliyor. Halkların varlığı, kültürü yok sayılıyor, kabul edilmiyor. 50 yıl, 100 yıl sonra bugünlere bakıldığında 99 yılında bir sanatçı, anadili olmayan bir dilde yıllarca üretim yapıp, sonra anadilinde bir şarkı söylemek istediğinde ona bunca zulüm yapıldı mı? Yapıldı. Ülkenin mahkemeleri yargılayıp cezalar verdi mi? Evet. Linç edildi mi? Evet. Sürgün yaşadı mı? Evet. Bütün bunlar tarihe not düşüldü ve ben bugün mezarını buraya getirdiğimde tarihe düşülen bu notu silmiş olmaz mıyım?
Yüz yıl sonra burada bulunan bir Ahmet Kaya mezarı üzerinden hiçbir şey sorgulanmayacak. O zaman da bütün bu yaşadıklarımızın anlamı kalmayacak. Eğer bize bunlar yaşatıldıysa; bir anlamı da olmalı, o anlam da bu sayfayı kapatmamak, bu notu silmemek, sorgulanmasını sağlamaktır.
Bir daha hiç kimseye bunun yaşatılmaması adına bu utanç orta yerde açık durmalı ki hesaplaşılsın yüzleşilsin. Bir de hangi ülkeye, nereye getiriyoruz? Ahmet’in bin kere tekrar ettiği bir cümlesi var: “Ben tam demokratik ve gerçekten bağımsız bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyorum” diyor. Altını çiziyorum yaşama! Hani öyle bir ülke, yok öyle bir ülke. Sokaklarında özgürce dolaşamadığı ülkesine, omuzlar üzerinden getirmenin ne anlamı var? Bunun düşüncesi bile çok üzüyor beni. Uğruna hayatını verdiği dil hala yok sayılıyor, onun önemsediği, kutsadığı tüm değerler yerle yeksan. Her şey bir yana böyle bir yere getirmek onu incitir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.