Bazen sıkılır insan her gün farklı ağızlardan ayni şeyleri duymaktan, dinlemekten; değişmeyen, değiştirilmeyen, hatta değiştirmek bir yana gün geçtikçe toplumu sosyal ve ekonomik yönden daha da geriye götüren icraatlardan bıkar, yorulur. Bir kaçış arar beynini, zihnini dinlendirecek. Bir sığınak arar ruhunu sakinleştirecek. Bazen kaçmak ister içinde bulunduğu düzenden ama dünyanın neresine gitse duygularını, düşüncelerini de birlikte götüreceğini bildiğinden kaçmak da çare olmaz. Esasen dünyanın bu çivişi çıkmış zamanında hangi yer daha huzurlu, daha güvenli olabilir ki?.. Şarkılardan, şiirlerden medet umar bir zaman, ama onlar bile içindeki hezeyana çare olmaya muktedir olmaz. Uzun süren ve yenilerinin eklenmesiyle çoğalan mutsuzluklar, sevilen birtakım alışkanlıklardan da zamanla soğutup uzaklaştırır fark ettirmeden insanı. Yaşama azmi yerini, yavaş yavaş tevekküle devreder.
Tevekkül!.. Yenilgiyi, çaresizliği kabullenmek ve mücadeleden vazgeçmek demektir ki bu da insanın kendine olan inancını ve gücünü yok eder. İşte uzun yıllardır Kıbrıs Türkleri bu duruma getirilmeye çalışılmaktadır.Bir yanda Güney Kıbrıs yönetimi, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti.. Birisi bizi elinden gelse bir kaşık suda boğmak ve adanın tümüne sahip olmak isterken, diğeri kendini sahibimiz sanıp kendi kültürümüzden, inancımızdan, gelenek ve göreneklerimizden vazgeçirip kendine benzememizi ister. İstemekten de öte; emreder…
Her ne kadar tevekkül ve kabullenme fark ettirilmeden dayatılsa da insanın özgürlüğünden ve haklarından vazgeçmesi o kadar da kolay değil. Bu yüzden de kendine göre çözümler arar. Başkalarının güdümüne girmeyi reddeder. Neticede düşünce, döner dolaşır yine ayni konulara demir atar. Zorlamalarla onu başka mecralara çekmek mümkün olmaz. İnsan zihni kendi bildiğini okur çoğu zaman. Duyarlı olan hiçbir insan kendini içinde yaşadığı ülkenin ve toplumun sorunlarından soyutlayamaz. Soyutlayanlar, aşırı benciller, empati ve duygu yoksunu olanlar veya günden nasıl nemalanacaklarının hesabını yapanlar olur ancak. Akıllı geçinen bu zatlar, aslında o kadar gaflet içindedirler ki; bu adadaki olumsuzlukların eninde sonunda kendilerini herkesten çok etkileyeceğini hiç mi hesaba katmazlar? Onlar haksız yere elde ettikleri malın, mülkün, paranın, iktidarın gücüne sığınmanın keyfini yaşarlar. Tabii ki şimdilik!..
*****
Yaşadığımız coğrafyada en büyük sorun dünyaca tanınmamak ve ambargolar olduğu halde ne yazık ki kendi sınırlarımız içinde de sayılamayacak kadar çok sorunumuz vardır. Bu sorunları bize yaşatanlarsa kendi irademizle başımıza getirdiğimiz siyasilerdir. Sağlıktan tutun, eğitime, ulaşıma, çevreye, turizme, trafiğe, polise, velhasıl her kuruluşa olumsuz etki yapan, onları laçkalaştıran, hukuk devleti olmaktan çıkaran ve “ben yaparım olur” zihniyetiyle kendi bildiklerini okuyan bu zatlardan artık illallah çektik. Meclis dediğimiz; memleket sorunlarına çare bulunsun diye toplanılan o yer, bazen komedi bazen de trajedi oyunlarının oynandığı bir tiyatro sahnesinden farksız.. Daha komik olansa kürsüde konuşanı dinleyenin bazen bir kişi oluşu.. Çünkü salondaki koltuklar bomboş ve oyundakilerin çoğu eksik.. Nadir zamanlarda çok olduklarında da bir şey fark etmiyor çünkü halkın yararına icraat yapmak yerine bağıra çağıra, kavga edercesine, hatta bazen daha ileri gidip küfürleşerek günü kapatıyorlar.
*****
Bir de eğitim konusu vardır ki; tam da “yürekler acısı” denilen cinsinden... Meslek hayatını okullarda, öğrencilerle geçirmiş bir öğretmen olarak bu konu canımı daha çok yakıyor. Öğrencilerimin çoğunun bugün güzel mesleklere sahip olması, başarısı ve düzgün giden hayatları bana gurur veriyor. Bunda muhakkak ki benim ve diğer öğretmenlerinin de payı vardır. Çoğu ile hâlâ irtibat halinde oluşumuz, onların vefası ve saygısı bunun bilincinde olduklarının kanıtıdır ki bu da benim öğretmenlik yıllarımın en güzel armağanıdır.
Hangi meslek dalına bakarsanız bakın hepsinin beşiği eğitimdir. Bir çocuğun aile yuvasından sonra ilk karşılaştığı yer okuldur, öğretmenlerdir. Okul bir eğitim ve ilim yuvasıdır. Özellikle ilkokul çağlarındaki çocukların o dönemlerinde öğrendiği şeyler belleklerine öyle derin kazınır ki, hayatlarının hiçbir döneminde onları unutmazlar.
Okullarda sadece dersler öğretilmez. Derslerin yanında öğrencilerin kendilerine olduğu kadar, topluma ve tüm insanlığa yararı olan doğruluk, dürüstlük, adalet ve özgüven gibi unsurlarla donatılmış bireyler olması ve sağlıklı bir kişilik kazanması da hedeflenir. Hedeflenmelidir de.. Oysa son zamanlarda bu hedefin yerini başka hedefler almıştır. Birileri bu hedefleri önceleri ılımlı ve cazip icraatlarla kabul ettirmeye çalışırken sonradan adeta bunu bir dayatmaya dönüştürmüş ve asırlardır süregelen kültürümüzü, inançlarımızı, dinimizi, Türklüğümüzü sorgulamaya ve beğenmeyip onun yerine kendi kültürlerini, eğitim sistemlerini dayatmaya başlamışlardır.
Çeşitli uygulamalarla bizi eğitmeye çalışan; icraatlarının dozunu yavaş yavaş artırıp çocuklara ve gençlere enjekte etmeyi amaç edinen bu irade buradaki basiretsiz ve “evet efendimci” iktidarı da avucunun içine almış; KKTC ni okul yerine camilerle donatmayı uygun görmüş; Atatürk ilkelerine bağlı eğitimi sinsice yok etmeye, okullarda din konulu derslere ağırlık vermeye perende almıştır. Bu konuyla ilgili bizim göstermelik hükümetimizden ve en ilgili makam olması gereken Eğitim Bakanlığından ses seda yok. Eğitim Bakanımız oturduğu koltuğu çok sevmiş olacak ki, o koltuktan kalkmamak için Ankara’dan gelen her emri yerine getirmeyi kendi halkının tepkisine rağmen görev saymaktadır.
Kıbrıs Türklerinin Türklüğünü, inançlarını ve dinini sorgulayan ve beğenmeyip kendine benzetmeye çalışan zihniyete gelince… Söylenecek çok şey var ama şimdilik “anlayana sivrisinek saz” yetinip “davul zurnaya” gerek kalmamasını dileyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.