• BIST 8621.67
  • Altın 3027.127
  • Dolar 34.347
  • Euro 37.4601
  • Lefkoşa 25 °C
  • Mağusa 24 °C
  • Girne 23 °C
  • Güzelyurt 24 °C
  • İskele 24 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Hatice İntaç yazdı.. "Azim ve umut kurtuluşun tek yoludur"

"Azim ve umut kurtuluşun tek yoludur"
Hatice İntaç yazdı.. "Azim ve umut kurtuluşun tek yoludur"

Dünya kurulalı beri insan haklarına saygı, her çağda olması gereken bir olgu olmakla beraber, insanların kendi istekleri dışında yaşamak zorunda bırakıldıkları da bir gerçektir. Kula kulluk etmek, köle hayatı yaşamak, işkencelere maruz kalmak tarih boyunca yaşanmış olaylardı ve “insan hakları ve özgürlükleri” yasasının dünyada kabulünden sonra bile dünyanın birçok ülkesinde ne yazık ki hâlâ yaşanmaktadır.

İnsanların haklarını aramak için asırlar önce İngiltere’de başlayıp Amerika ve Fransa’da devam eden ve daha sonra başka ülkelerce de gösterilen gayretler sonucunda bugün tüm devletler insan haklarına anayasalarının başında yer vererek, devletin, insan haklarına saygılı, hatta insan haklarına dayalı olduğunu hüküm altına almışlardır. Çünkü devletin varlık nedeni bireyin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. Bu yönüyle insan hakları Anayasa Hukuku’nun konusunu oluştururken diğer yönleriyle kişiyi özü ile yaşatacak kurallar; ulus, ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır ve insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır.  Ancak kabul edilen bu yasaya rağmen, haksızlık ve zulümlerin günümüzde de devam ettiğini görebiliyoruz. Bunun en bariz örneği Filistin’le İsrail arasında yıllardır süren gerginlik ve son zamanlarda sivil halkın da yüzlercesinin ölümüne sebep olan savaş değil midir? İşin en tuhaf tarafı da bu yasanın çıkarılmasında başrol oynayan başta ABD, Fransa gibi devletlerin hem taraflı olması, hem kendi yasalarını özünde benimsemeyip yine kendilerinin çiğnemesidir.

******

Bütün bu bilgiler ışığında insan, içinde yaşadığı coğrafyayı ve o coğrafyadaki yönetim biçimini sorgulamadan duramıyor; ülkemizde, yani bu küçük adada bu kurallara ne ölçüde uyuluyor diye düşünmeden edemiyor...

İnsanın hayati önem taşıyan hak ve özgürlüklerini korumak görevi tabii ki kişilerin birbirlerine olan saygısı, kimsenin hakkına tecavüz edilmemesi, yaşam özgürlüğünü kısıtlamaması ile mümkündür. Fakat bu, toplumsal bir kültürün ve çağdaşlığın gereği olsa da her zaman ve her şartta bu insanlar arası olgunluk seviyesini yakalamak mümkün değildir. Yasalar da esasen bunun için yapılmıştır ve anayasanın ilk kuralı da insan haklarını korumaktır. Bunu korumakla mükellef olan da yine halkın seçtiği siyasilerdir, hükümettir. Acaba onlar bizim bu haklarımızı koruyorlar mı?

Kalbimden nedense “hayır” cevabı geçiyor. Neden mi?.. Nedenler saymakla bitmeyecek kadar çok da ondan. Korunması bir yana buna hakların gasp edilmesi demek daha yerinde olur sanırım. Burası maalesef sadece sözde bir hukuk devleti, icraatta değil..

 

Trafikteki sorumsuzluklar yüzünden insanlar hayatlarını kaybediyorsa,  halkın isteği hilafına kurumlar durmadan özelleştirilip memleket bir müstemlekeye dönüştürülme aşamasına getirilmişse, sağlıktaki sorunların ardı arkası kesilmiyorsa, rumdan kalan ganimet mallar yandaşlara peşkeş çekiliyorsa, eğitim günden güne geriye gidiyorsa, asgari ücrete talim edenlere rağmen mersedes arabalar, zor geçinen bu insanlara nispet yaparcasına kodamanları gezdiriyorsa, yasaya uyup seyrüsefer ve benzeri trafik vergilerini ödeyenler enayi yerine konulup bakımsız, bozuk, ışıksız yollarda canlarını riske atarak yolculuk yapılıyorsa ve en önemlisi kendi iradesiyle değil de, ne laik, ne sosyal ne de hukukun kalmadığı bir başka ülkenin emirleriyle hareket ediliyorsa bu memlekette haktan, hukuktan, adaletten hele hele devletten, hükümetten bahsetmek mümkün mü?..

Bütün bu olumsuzlukları kabullenmek, susmak, hakkını aramamak ve reva görüleni kader sayıp razı olmak insanı zamanla değersizleştirir, kendi aczinin kurbanı eder ve hem kişileri hem de toplumu günden güne geriye götürür. Bu yüzden hakkı gasp edenlerden onu kopara kopara almak gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki;  “Hak verilmez, alınır”

                                             *****

Son zamanlarda Kıbrıslı türkler olarak biz de hem kişisel hem de toplumsal olarak zor günler yaşıyoruz. Başta uzun süren salgın hastalığın başlattığı bir yığın sorun olmak üzere, giderek daha da kuşatıldığımız olumsuzluklar sadece maddi sorunları değil toplumsal manevi bir çöküşü de beraberinde getiriyor. Günü görmediğimiz gibi geleceği de görememenin karanlığı çöküyor ruhumuza. Yaşamda geleceğe dair beklentiler, özlemler, hayaller, hedefler, kısacası hayatta kalabilmenin tek yolu olan umut günden güne tükeniyor. Oysa insanı canlı tutan en önemli şey umudu, hayalleri, amacı ve inancıdır. Umut, ayakta durma ve sağlıklı yaşama azmidir. Amaçsız insanın umudu da olmaz. Umutsuzluksa ölümcül bir hastalıktan daha vahimdir. Bu yüzdendir ki hayat karşımıza ne kadar sorun ve olumsuzluk çıkarırsa çıkarsın; ne kadar hayal kırıklığı yaşarsak yaşayalım azim ve umudumuzu hep canlı tutmak zorundayız.

Mademki henüz hayattayız, yaşıyoruz; o zaman yeni amaçlar ve ideallerimizle bizi kuşatan olumsuzluklardan kurtulmanın yolları da vardır. İçine düşürüldüğümüz bu son durumlardan kurtulmanın tek yolu da, kabullenmişliği, tevekkülü bırakıp kurtulmanın yollarını aramaktır. Karanlıktan aydınlığa çıkmanın yolu da son zamanlarda, özellikle siyasilerimizin sorumluluk bilincinden yoksunluğu, kişisel çıkarlarını ön planda tutması yüzünden yaratılan ve genel bir kaosa sebebiyet veren güvensizlik ve belirsizlik duygusuna karşı haksızlıklara, usulsüzlüklere, peşkeşlere, adam kayırmalara, haksız kazançlara hep birlikte karşı çıkmaktır.  İçinde yaşadığımız bu coğrafyada hak ettiğimiz gibi yaşamayı ancak bu şekilde sağlayabiliriz.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler