Hava bugün soğuk ve yağmurlu… Dışarıda pencereleri döven vurdumduymaz bir rüzgâr… Üşüyorum… Şöminede çatırdayan odunun alevi bile yetmiyor ısınmama. Dışım değil, içim üşüyor aslında. Oysa eskiden böyle havalar coşku verirdi bana. Hele ilk yağmurlarda eve sığmaz olur sokağa koşardım. Sanki bütün sıkıntılarımı yıkar götürürdü yağmur. İstanbul’da yaşadığım yıllarda tanıştığım karın sevinci de daha bir başkaydı. Çocuklar gibi kaygısız, havada uçuşan kar taneleri gibi özgür hissederdim kendimi. İlham perilerimin geldiği şiirli, şarkılı bir mevsimdi kış. Dışım gurbetti belki ama içim sılaydı. Adayı uzaktan sevmek daha güzeldi sanki. Oysa şimdi kapana kısılmış, kurtulmak için çırpındıkça yaralanan bir kuş gibi hissediyorum kendimi. Kurtulmak!… Nereye kaçıp kurtulmak?... Yıllarımı geçirdiğim İstanbul’a mı?... Türkiye’nin hali bizden beterken, olumsuzlukların ardı arkası kesilmezken bu mümkün mü?.
Ada’nın hali malum!… Her gün biraz daha kötüye gidiyoruz. İyiye yönelik beklentilerin hüsranla sonuçlandığı bu günlerde huzurlu olmak mümkün mü? Kendi kendimizi kurtaracak gücümüz, yetkimiz ve yeteneğimiz yok. Kaderimizi hep başkaları çiziyor ve bizim buna “Dur” demeye cesaretimiz yok.
Durmadan kendini tekrarlayan ve sadece sosyal hayatımızı değil ruhumuzu da bunaltan bu durumlardan biraz uzaklaşmak ve soluklanmak ve en önemlisi kendimizi iyi ve kötü yanlarımızla tanıyıp değerlendirmek için farklı bir konuya girmiş bulundum bugün.
******
İnsana dair olguların her gün biraz daha geriye itildiği, kültürel değerlerin asgariye indiği, “biz” değil, “ben” in öne çıkarıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bireyciliğin doruklara ulaştığı böyle bir zamanda iyilik, vefa, sadakat vb. soyut kavramların acaba hayatımızda ne kadar yeri vardır? Bütün bunlar aslında göreceli kavramlar. Örneğin, iyilik diye düşündüğümüz ve uyguladığınız bir eylem kötü sonuçlar verebilir bazen.
Yaşadığımız dünyanın doğası, iki kutuplu yaşam gereği her şeyi zıddıyla bir arada tutma gibi bir sisteme sahiptir. (Aydınlık ve karanlık, iyilik ve kötülük, siyah ve beyaz gibi) Dünyadaki tüm varlıklar gibi insan da doğanın bu kuralını kabullenmek ve ona göre hayatını sürdürmek durumundadır. Çünkü dünya insana değil, insan dünyaya aittir ve onun kurallarıyla yaşar. Yeryüzünün başına gelen her şey onun üstünde yaşayanları da etkiler. Ancak insan diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve düşünce gücü gibi bir üstünlüğe sahiptir ki bu özelliği ile hem doğaya hem de diğer varlıklara iyi veya kötü yönde hükmedebildiği gibi kendi hayatında izleyeceği yolu, seçeceği yönü belirler. Seçilen yön, izlenen yol daha çok bencillik, hırs, çıkar, doyumsuzluk vb. amaçlara odaklıysa; hem kişisel hem toplumsal yozlaşma ve karmaşa kaçınılmaz olur; insanlar arasında kutuplaşma başlar ki; bir toplumun başına gelecek en kötü durum da budur ve ne acıdır ki KKTC halkı olarak biz uzun zamandır bu durumdayız. Daha doğrusu bu duruma getirildik.
İyilik ve kötülük!.. Biri olmadan diğerinin değeri anlaşılmayan iki kavram!. Çünkü her şey ancak zıddı ile gelişir. Tıpkı gece ile gündüz gibi, ölüm ile yaşam gibi… Her insanın iyilik ve kötülük kavramları hakkında kendilerine göre birtakım doğruları vardır. Kendi inançları, düşünceleri ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda belirlerler bu iki kavramı. İyilik ve kötülük her insanın doğasında vardır. İkisi de insan iradesinin bir sonucudur ve kişinin tercihi sonucu ortaya çıkarlar. Diğer bir deyişle bu iki duygu da insanın içindedir ve hangisi daha çok beslenirse o galip gelir. Bununla ilgili benim çok doğru bulduğum bir Kızılderili hikâyesi de vardır.
*****
İyilik niçin yapılır? Karşılığını görmek için mi? Kendimizi rahatlatmak için mi? Yoksa Tanrı bilsin diye mi?. ( ki son zamanlarda dini kullanıp çıkarları için kullananlardan dolayı Tanrı ve din konusunu bile sorgular olduk) Yaptığımız iyiliğin derecesini ölçüp biçen kim? Vicdanımız mı? Toplum mu? Tanrı mı? Kim için ne kadar iyiyiz? Acaba iyilik yapıp da bu dünyada veya –varsa-ötekinde hiçbir karşılık almayacağımızı bilseydik tavrımız ne olurdu? Bunların hepsi iyilik bulmak için iyilik yaptığımız sonucuna çıkarmıyor mu bizi? Peki, bunun daha da ilerisi, iyilik yapıp karşılığında kötülük bulmak olursa!..
Karşılığını beklesek de beklemesek de; karşılığında kötülük görsek de görmesek de, yine de iyilik ruhumuza pozitif enerji yükleyen, rahatlatan, huzur veren bir duygu ve davranıştır.
Öyle insanlar vardır ki başkaları tarafından kınanmamak, toplumun değer yargılarına ters düşmemek ve çıkarlarının zarar görmesini engellemek için açıktan açığa kötü tavırlardan ve eylemlerden kaçınırlarken; bunların gizli kalacağına inandıkları durumlarda, hiçbir hatanın ve günahın sonsuza dek gizli kalamayacağı gerçeğini hesaba katmadan kötülüğe meyledebilirler. Bu kötülük, yalan, iftira gibi manevi değerleri zedeleyecek türde olabileceği gibi maddi birtakım mağduriyetlere de neden olabilir. Bu tip kötülüklere meyilli kişiler genellikle vicdan ve ahlak yoksunu olanlardır. Böyle insanların kötülük kavramını değerlendirişleri sadece kötülüğün açığa çıkmaması temeline dayanır. Bu karakterdeki insanları engellemenin tek bir yolu vardır ki o da onları deşifre etmektir. Kötülüğün bu şekilde deşifre edilmesi sinsiliği ortadan kaldırırken, gizli olmasına dayanarak onu meşru gören ve uygulayan insanların bu tavırları da ancak bu yolla engellenmiş olur. Ancak böyle davranıldığı takdirde belki kötülük de ıslah edilebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.