• BIST 8885
  • Altın 3018.131
  • Dolar 34.3001
  • Euro 37.1624
  • Lefkoşa 24 °C
  • Mağusa 24 °C
  • Girne 25 °C
  • Güzelyurt 22 °C
  • İskele 24 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 13 °C

Hatice İntaç yazdı… “Yaşamak Sanatı”

Hatice İntaç yazdı… “Yaşamak Sanatı”
Hatice İntaç yazdı… “Yaşamak Sanatı”

Hava bugün soğuk ve yağmurlu… Malûm, mevsim kış… Dışarıdan, pencereleri döven şiddetli  rüzgârın sesi geliyor…. Üşüyorum… Şöminede çatırdayan odunun alevi bile yetmiyor ısınmaya. Kuş cıvıltıları da yok bugün. Belli ki onlar da üşüyüp kuytulara sığınmışlar. Eskiden böyle havalar coşku verirdi bana. Hele ilk yağmurlarda eve sığmaz olurdum. Sanki bütün sıkıntılarımı yıkar götürürdü yağmur. Nedense o güzel duygular yerlerini artık,  durmadan kendini tekrarlayan ve sadece sosyal hayatımızı değil, ruhumuzu da bunaltan bir karmaşaya bıraktılar.  

Bu durumlardan biraz uzaklaşıp soluklanmak ve en önemlisi kendimizi iyi ve kötü yanlarımızla tanıyıp değerlendirmek ve karmaşanın yerine huzuru koyabilmenin yollarını aramak için farklı bir konuda yazmak istedim bugün. Bu, daha çok ruh bilimcilerin, psikologların alanına giren bir konu… Ancak her insanın yaşanmışlıklarından, deneyimlerinden edindiği bilgileri de yabana atmamak lazım diye düşünüyorum. Esasen biz istesek de istemesek de zihnimiz, olumlu veya olumsuz diye ayırmadan yaşadığımız tüm duyguları kaydederek onları bilinç altına atma ve düşünce olarak bize tekrar hatırlatma gibi bir özelliğe sahiptir.

                                         

Dış dünyamızda özellikle son zamanlarda gelişen ve devam eden negatif durumlardan dolayı hayat, kontrolümüz dışında devam etse de bizi etkiliyor. Buna bir de kendi hayatımızda olup bitenler eklendiğinde, bu her şeyi kaydetmeyi kendine vazife bilen zihincik de bir karmaşa yaşıyor ve bizi yoran, üzen, hatırlamak istemediğimiz durumları da en küçük zaafımızda yeniden hatırlatıyor.  Ne kadar zorlasak da onu durdurmak mümkün olmuyor.  Sahibinin, bu durumdan rahatsız olduğunu bilmeden, alıp sazı eline en çok da sevmediğiniz makamları çalıp çalıp söylüyor. Susmak nedir bilmiyor. Kovuyorsun gitmiyor.. Onun görevi de bu!.. Belki de bundan sonraki hayatımızı daha olumlu yaşamak için geçmişten ders almamızı istiyor.   

                                                            *****

Hayatlarımız birbirinden ne kadar değişik, ne kadar farklı olursa olsun; hepimizin isteği sağlıklı, huzurlu ve mutlu yaşamaktır. Hatta bu istekten de öte kendimize olan görevimizdir. Zaman ve şartlar her ne kadar bildiğini okusa da birey olarak onun akışını iyiye doğru yönlendirmek elimizde. Ancak her şey gibi bu da emek ister, inanç ister, sabır ister.

İnsan, bir bütün olarak ve tek başına var olabilen bir varlık... Çünkü insan bilincinin, yaratılış şeması içinde “farkındalık” gibi eşsiz bir yeri vardır. Her birimizin bir bedeni, bir ruhu, duyguları ve aklı vardır. İnsan, kendi kendine yeten, yapmak istediğini seçebilme iradesi olan bir bilince sahiptir. Bir ruhu vardır. Bu ruh, kendi içi ile bağlantı kurmasını, bir kişilik kazanmasını ve yeryüzünde bir amaç edinmesini sağlar. Hayatta, hem kendi iç dünyamızdaki yolculuğa hem de dünyanın dönüşüm sürecindeki yerimize uygun bir konum elde etmek aslında bir sanattır.

 İnsanın diğer varlıklardan farklı olarak sahip olduğu üç unsur vardır. İrade, sevgi ve inanç... Bu üç unsur adeta ayrılmaz bir üçgen gibidirler. İdeal insan, bu üçgen çerçevesinde ve birçok yaşantının bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilir. Bir kültür ancak, irade, sevgi ve inanç üçlemesini içine sindirdiği ölçüde dünyaya uyum ve güzellik sunabilir. Bu amaçtan uzaklaşan toplumlardaysa ancak kaos yaşanır. Bütün dinlerde ve kültürlerde varoluşun ve yaşamın anlamını bulma arayışı vardır.  Farkında olmasak da bu arayış aslında, kişiliğin yeryüzünde ruhu bulma çabasıdır.

                                                      *****

Yıllar önce “Da Vinci Şifresi” diye dünyada çok yankı uyandıran hatta kiliseyi çok tedirgin eden Dan Brown’un yazdığı bir kitap okumuştum. Eserin ana konusu kutsal kâse” nin aranmasıydı. Kâse, tüm çabalara rağmen bulunamıyordu. Bu kasenin somut bir şey mi yoksa bilinci simgeleyen bir sembol mu olduğu bilinmez. Ünlü antropolog ve araştırmacı Joseph Campbelle, kâsenin, yüksek spiritüel bir değerin sembolü olduğunu ve ona ulaşmak için bütün enerjimizi ve yüreğimizi ortaya koyarak arayışa katılmamız gerektiğini söyler. Ona göre bu arayış, içinde yaşadığımız toplumsal çıkmazda, içimizden gelen sesin bize işaret ettiği yolu takip etmektir. Kâseyi gökte ve yerde değil, ancak kendi içimizde bulabiliriz. Bu da demek oluyor ki, durmadan arayıp durduğumuz bir şey aslında yanı başımızda olabilir. Ama bunu kavramak da uzun ve meşakkatli yollar kat etmekle mümkün olur.

Hepimiz farkında olsak da olmasak da bu gezegenin birer sakiniyiz. Tükettiğimiz besin ve enerji kaynakları hepimizin ortak malıdır. Ürettiğimiz artıklarla kirlettiğimiz doğa da hepimize aittir ve o kirlendikçe bizim sadece dışımızın değil, içimizin de kirleneceği bir gerçektir. Artık uyanmanın ve doğaya uyum sağlayarak yaşamanın zamanıdır. Sayısı sekiz milyara yaklaşan dünya insanının bu gezegende eşit haklara sahip yaşama hakkı olduğunu kabul etme ve ona göre davranma zamanıdır. Çünkü hepimiz ne zaman son bulacağı bilinmeyen bir zamanın yolcularıyız. Yaşamak adına çıktığımız bu yolculuğun bir keyif ya da felaket olması da büyük ölçüde bize bağlıdır.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler