Soluk renkli fotoğraflarda kaldık işte…
Kusursuz sandığımız dostluğun riyası
Çevremiz kalabalıklaşınca yüze vurdu
Perde kapandı.
Şimdi ne kadar dibe vurursak
Suçluluk duygusundan o kadar kurtulur
Ne kadar azapta olursak
Günahlarımızdan o kadar arınırız belki.
Katlanılırdı bir zamanlar
Ayni yolda kesişen gurbetimiz
Hadi şimdi güvensizliğin şerefine
Boşalsın dolsun kadehlerimiz
Nerden baksak o maziye,
Gelincik yaprağı gibi kırılıyor kalplerimiz.
Koyu bir hüzne dönmüşse hatırlayışlar
Vazgeçmek zamanıdır artık aldanışlardan. (*)
Hayat denilen yolculukta çok insan tanırız. Arkadaş, dost, sevgili.. Bunların bir kısmı geçen yıllara yenilir, hayatımızdan silinir. Bazen ayni mekânı, ayni zamanı paylaşmak, görüşmek bile bir insanı unutturmamaya yeterli değildir. Buna karşılık aylar, yıllar boyunca görmemek ve konuşmamak da bir insanı unutmaya sebep değildir. Unutmak; yolların, yılların araya girmesinden çok yüreklerin birbirine duygusuzluğu; unutmamaksa karşılıklı sadakati ve vefasıdır.. Her gün gördüklerimizin bazılarına yüreğimizin kılı kıpırdamazken yıllar önceki gerçek bir dostumuza, arkadaşımıza, komşumuza hep yer verişimizdir hayatımızda ve hatırlayışlarımızda. Yüreğimizin unutmadığı kaç kişi vardır hayatımızda? Kaç kişiyi görünce yüreğimiz dalgalanır, içimiz sıcacık olur? İşte unutulmayanlar onlardır. Yürek kendine göre bir ayıklama yapar; bazılarını yıllara, yollara meydan okuyarak koynunda bugünlere, hatta yarınlara taşır, bazılarının da kaydını bile yapmaz. Yüreğimizde misafir etmediğimiz kişiler ve anılar, belleğimizden de silinmeye mahkûmdurlar.
Güne yıllardır görmediğim, sesini bile duymadığım, eski bir arkadaşımın telefonuyla başlamak beni tam da sevindirecekken ne yazık ki hayal sukutuna uğrattı. Yıllar sonra beni özleyip aradığını sanmıştım. Oysa o, bir konuda yardımımı istemek için aramış. Olabilirdi.. Bir maksatla da arayabilirdi ama gerek ses tonu gerekse konuşma tarzı, onun yıllar önce çok yakın bir dostum olduğuna bin şahit isteyecek kadar uzak ve yabancıydı. Oysa zaman ve mesafelere rağmen ben onu her zaman kendime yakın bulmuş, anılarımda her zaman yer vermiş, zaman zaman da aramıştım. Böylesi soğuk ve yabancı bir arayış, esasen toplum olarak her gün çeşitli sebeplerle uğradığımız hayal kırıklıklarına ayrı bir çentik daha attı, güne damgasını vurdu. Arkadaşlığın, dostluğun ne olduğunu, kimin gerçek kimin sahte dost olduğunu yeniden irdelemek gereği duyurdu.
Zaman akıp giderken ne yazık ki dostlarımız da hayatımızdan yaprak misali savrulup gidiyorlar. Bu yüzden her gün biraz daha eksildiğimizi hissediyoruz ki bu da acı veriyor; nerede o eski dostluklar dedirtiyor. Çevremizde dost bildiğimiz o kadar çok insan var ki, hangileri gerçek, hangileri sahte hatta hangileri düşman ayırdına varamıyoruz. Zaman ve şartlar ne yazık ki her şeyi olduğu gibi dostluk kavramını da değiştirebiliyor; onun gerçek anlamının içini boşaltabiliyor.Oysa dost olmak, dost kalmak ve dostça yaşamak insanın yaşarken edinebileceği en büyük servettir. Dost, her şartta kendini aşarak geçmişe ve geleceğe değer vererek hayatta yer edinebilme sanatıdır. Dost demek; alınmadan, kırılmadan, gücenmeden göğüs gerebilmek, gerektiğinde yüreğini dostuna siper edebilmektir. Her zaman yanında olan, sana destek veren, bahaneler üretmeyen, kendini yenileyen, yenilikleri paylaşan, öğrendiklerini öğreten, senin göremediklerini, düşünemediklerini çekinmeden söyleyebilendir. O, gölgesinde güven ve huzur içinde oturabileceğin ağaç; yüreğinde kardeş bileceğin, cinsiyet gözetmeden art niyetsiz güvenebileceğindir..
Dost, paylaşma sanatını en iyi uygulayan bir sanatçı, her yerde ve ortamda seni savunan ve arkadan konuşturmayan, sırtını dayadığın bir çınardır. Bu yüzden tanıdığımız her insana dost diyemeyiz. Gerçek dost, sevinci de, acıyı da paylaşacak kadar; kendi için düşündüğü güzellikleri size de yakıştıracak kadar bencillikten uzak ve paylaşımcıdır. İçinizden geldiği gibi düşünce ve duygularınızı çekinmeden birbirinize söyleyebileceğinizdir dost. Çünkü dostluk her şeyden önce ruhların birbirini tanımasıyla kurulan bir bağdır. Dostluk, yalanlarla örülmüş, sözcüklerle süslenmiş samimiyet değildir. Bir insana inanarak güvenmektir. Onun sırrını kendi sırrın, acısını kendi acın bilmektir. Kendin için istediğini onun için de istemektir. Seni günahınla sevabınla, doğru ve yanlışınla seven ve olduğun gibi kabul etmektir dostluk..
Bazen yanılır, yanlış insanları dost sanırız. Sonunda da hayal kırıklığı yaşar; o insanı gerçek yüzü ile nasıl tanıyamadım diye kendimize kızar, hayıflanır, hayatımızdan silmek ister, anılarımızda bile yer vermek istemeyiz. Bazen uzak bildiklerimizin aslında bize daha yakın, yakın bildiklerimizin de uzak olduğunun farkına varırız.Hani derler ya “dost acı günde belli olur” diye.. Öyle zamanlarımızda dostluğuna inandıklarımızı yanımızda görmezken uzak bildiklerimiz etrafımızda pervane olur. O zaman hangisinin dost hangisinin yabancı olduğunu sorgulamaya başlarız. Gerçek dostluk yalandan, iki yüzlülükten, sahtelikten uzak; samimiyetin, paylaşımın ve doğallığın olduğu karakterlerde barınabilir ancak. Karakterine yalan alışkanlığı bulaşmış, yüzüne yalan tebessümlerin yerleştiği birinden ancak dost görünümlü düşmanlar edinilir.
Günümüzde dostlukların çoğu, ne yazık ki çıkar ilişkisine dönüştü. Her şeyin yozlaştığı gibi dostlukların da yozlaştığını bilerek halâ hayatımızda olan, inandığımız birkaç dostumuzun kıymetini bilelim diyorum ve yazımı kime ait olduğunu bilmediğim bir cümle ile bitiriyorum
“Sevginde ölçülü ol ey gönül, sevdiğin düşmanın olabilir bir gün, düşmanlıkta sert olma ey gönül, düşmanın dostun olabilir bir gün.”
(*) “Bir Yaz Gecesi İnfiali” adlı şiirimden
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.