İkizlerin zihinsel ve duygusal anlamda birbirleriyle olan ilişkileri, psikoloji biliminin cevap bulmakta zorlandığı bir problem olmuştur her zaman.
Davranış şekilleri arasında bir ilişki olup olmadığı, zihinsel anlamda aralarında bir bağ olup olmadığı çözüm arayan konular arasındadır örneğin.
Kısacası ikizler, psikoloji alanında çalışmalar yürüten bilim insanları için etkileyici denekler olmuştur her zaman.
June ve Jennifer Gibbons adlı ikiz kız kardeşler de tarihin gördüğü en ilginç ve sıra dışı olanları olarak kabul edilebilir, çünkü oldukça ilginç bir hikayeye sahipler.
June ve Jennifer Gibbons adlı kız kardeşler 1963 senesinde, Barbados Adası’nda dünyaya gelmişler.
İkizlerin doğumundan kısa bir süre sonra ise ikizlerin ailesi Galler’e taşınmaya karar vermiş.
Tahmin ettiğiniz üzere, 1960’lı yıllarda halen ırkçılık denilen hastalıklı salgın varlığını sürdürüyormuş ve bu salgından ikizler de nasiplerine düşeni almışlar elbette.
Önceleri sokakta oyun arkadaşları tarafından aşağılanmış ikizler, sonrasında okula başlamışlar ve ırkçı tepkilerle burada da karşılaşmışlar.
Bu travmalardan sonra, kendilerini tüm dünyaya ‘The Silent Twins’ olarak tanıtmalarını sağlayacak davranış şeklini belirlemişler: Sadece birbirlerinin anlayacağı dille, kendi aralarında konuşmak.
İkizler, hiç kimseyle iletişim kurmamaya, kimseyle konuşmamaya başlamış. Sadece kendi aralarında konuşuyorlarmış.
İzole bir hayat yaşayan bu ikili, sadece birbirlerinin anlayabildiği kriptofazik bir dilde konuşup, başka kimsenin anlamadığı bir şekilde anlaşmışlar senelerce.
Kriptofaziyi en basit haliyle, ikiz bebeklerin kendi aralarında şifreli bir dil oluşturup konuşması olayı olarak tanımlayabiliriz.
Çevrelerindeki tek siyahi çocuklar olan ikizler, kendi aralarında İngilizceyi andırsa da bür türlü anlaşılmayan bir dilde, çok hızlı bir biçimde konuşuyormuş.
Irkçılık nedeniyle bu tutumları her geçen zaman daha da yoğunlaşan ikizlerin arasında ne konuştuğunu, nasıl anlaştıklarını hiçkimse anlayamamış.
Ve bu durum yıllarca sürmüş, ikizler konuşmuş ve anlaşmışlar fakat kimse onları anlayamamış.
İkizler 14 yaşına geldiğinde, bu insanlarla iletişmeme sorununu sonlandırmak için aileleri kendilerince bir çözüm geliştirmişler.
İkizler ayrı okullara yatılı olarak gönderilmişler, ayrıca her ikisi de dönemin ünlü terapistlerince muayene edilmiş. Fakat bu önlem bırakın onları toplumla barıştırmayı, iyice kendi içlerine kapanmalarına sebebiyet vermiş.
Bu değişimin ikizler üzerindeki olumsuz etkilerini gören doktorlar, ikizlerin ailesinden onları tekrar bir araya getirmelerini istemişler.
Tekrar bir araya gelen ikizler, yaklaşık 2 seneyi odalarında geçirmişler ve neredeyse odadan dışarıya hiç çıkmamışlar. Bu 2 sene boyunca kendilerince oyunlar geliştirmişler ve halen kimsenin anlamadığı bir dilde aralarında konuşmuşlar, eğlenmişler.
Bir süre sonra günlük tutmaya başlayan ikiz kardeşler, günde yaklaşık 2bin kelimeden oluşan kısa hikayeler kaleme almaya başlamışlar.
Hatta bu kısa hikayelerden esinlenerek roman türünde kitaplar yazmışlar. June, “Pepsi-Cola Addict” romanını, Jennifer ise “The Pugilist, Discomania ve The Taxi-Driver’s Son” romanlarını yazmış. Kitapların konuları kadın-erkek ilişkileri, sonuçları ve genellikle cinayet üzerine olmuş, nedense…
Yazdıkları kitaplar başarılı olmayınca, ikizler suça eğilim göstermeye başlamışlar.
Öncelikle aralarındaki sürtüşmelerin sayısı artmış, sonralarda ufak hırsızlıklara bulaşmışlar ve son olarak bir kulübeyi yakma girişiminde bulunmuşlar.
Kundaklamaya yönelik girişimlerinden sonra mahkemeye çıkarılan ikizler, hakim tarafından toplum düzenini bozmaktan dolayı akıl hastanesine gönderilmiş.
Tam 14 yıl boyunca akıl hastanesinde yatan ikizler burada da oldukça ilginç davranışlar sergilemiş. Örneğin bir gün hiçbir şey yemeyen ikizlerden birisi, ertesi gün tıka basa yemek yemiş. Bir gün, tüm günü hareketsiz geçiren ikizlerden birisi ertesi gün yerinde durmuyormuş.
Bu durumla alakalı en şaşırtıcı olan şey ise, hastanenin tamamen zıt taraflarında ayrı ayrı odalarda kalmalarına rağmen, ikisi de aynı günlerde aynı davranışları sergilemiş olmaları olmuş.
Sırlar içerisinde geçen 14 yıllık bir akıl hastanesi serüveni, yine ardından bambaşka bir gizem ve ölüm bırakarak sonlanmış.
İkizler bir gün, bir araya geldikleri esnasında, içlerinden birinin normal bir hayat sürmesi gerektiğini ve bunun yolunun da birinin ölerek, diğerini rahat bırakması olduğunda karar kılmışlar. Uzun süren tartışmalar sonunda ikizlerden Jennifer Gibson’un ölmesi kararına varmışlar.
Başka bi kliniğe transferleri öncesinde bir gazeteciyle röportaj esnasında Jennifer gazeteciye, ‘’Yakın zaman sonra ölmek zorunda kalacağım, çünkü bu karara vardık’’ demiş.
Caswell Kliniğine transferleri sırasında Jennifer Gibson, araçtan indirildiğinde ölü olarak bulunmuş. Başta kalp krizi ya da zehirlenmeden şüphelenilse de otopsi sonrasında ölüm sebebi bulunamamış ve Jennifer’in ölümüne sebep olan şey geldiğimiz şu günde dahi bilinmiyor.
Jennifer’in ölümünden sonra sorguya alınan June, kardeşinin ölmesi gerektiğini ve onun ölümüyle birlikte artık hayatının sadece kendisine ait olduğunu söyledi.
June, kardeşinin ölümünden sonra toplumsal iletişim anlamında olumlu bir gelişim göstererek, topluma kabul edildi ve halen ailesiyle Batı Galler’de yaşamını sürdürüyor.
İkiz kardeşlerin gizemi, Jennifer’in ölüm sebebi ve geçen onlarca yıllar boyunca aralarında ne konuştukları halen büyük bir sır olarak varlığını sürdürüyor.
Jennifer’in günlüğünden alınan ufak bir alıntı ise aralarındaki ilişkiyi anlatan en net şey olabilir;
“Birbirimiz için ölümcül birer düşman haline gelmiştik. Birbirimize bakarken attığımız düşmanca bakışlar sanki üzerimize yapışıyor gibiydi. Kendime sürekli üzerimdeki bu ağırlıktan, bu amansız gölgeden kurtulup kurtulamayacağımı soruyorum. Gölgem olmadan yaşayabilir miyim? Gölgem olmadan hayatımı devam ettirebilir miyim yoksa yavaş yavaş ölür müyüm?
Tüm bunların cevabını yakında öğreneceğim…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.