• BIST 9916.22
  • Altın 2962.961
  • Dolar 35.2472
  • Euro 36.7735
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 10 °C
  • Girne 13 °C
  • Güzelyurt 12 °C
  • İskele 10 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 7 °C

İki canavar arasında kalmak

Ediz TUNCEL

21. yüzyılda din kavramının cehaletle örtüşebileceğini, din sömürüsünün cehaletin kol gezdiği petrol zengini Müslüman ülkelerde hala bir numaralı rant sebebi olduğunu ta 1950’li yıllardan beri bilen Amerika ve Rusya arasında kalmak...

Kısacası, ikisi de dünyayı yiyip yutmaya ta 1950’lerde başlamış birer canavar...

Üçüncü canavar ise Çin, ancak henüz dünyaya doğrudan saldırarak savaşlar çıkarmaya çalışmıyor, ekonomik gücünü kullanarak, halahazırda dünyada var olan dolar rezervinin yarıdan fazlasını kendi ülkesine çekti...

Bu ayrı bir hikaye, buna sonra değineceğiz.

Amerika önce yardım yapacağız ayaklarıyla hedef ülkeye giriyor, sonra arkasından askeri üsleri geliyor, askeri üslerin arkasından ise o ülkenin içinde kendisine hizmet edecek “uşaklar” bulunuyor, örgütleniyor, son kullanım tarihleri gelene kadar siyasette, ekonomide, eğitimde, askerde, ve daha bilimum sektörde bunlar kullanılıyorlar ve bunların aracılığıyla bir taraftan hedef ülkenin kaynakları sömürülüyor, diğer taraftan hedef ülke ekonomik, siyasi, askeri anlamda Amerika’ya bağımlı hale getiriliyor, Amerikan ürünleri hedef ülkenin iliklerine kadar giriyor...

Eğer bu “uşaklar” hedefleri gerçekleştirmede yetersiz kalırsa, o zaman devreye Amerikan emperyalizminin silahlı uşakları giriyor, yani Amerika tarafından yaratılmış terör odakları devreye giriyor...

İşte bunun adı Amerikan türü emperyalizmdir.

Diğer taraftan, bir de Rusya türü emperyalizm var ki onun Amerikan emperyalizmi gibi ince hesapları yoktur, doğrudan bodoslama yöntemiyle askeri güçle hedef ülkeye girer...

Rusya’nın enerji kaynaklarını hedefe almak gibi bir derdi şimdilik yok, çünkü dünyanın en  büyük petrol ve doğal gaz kaynaklarının, ve keza nükler kaynaklarının da sahibidir...

Rus halkının, aşırı tüketime odaklanan Amerikan halkının tam tersine, mütevazi bir yaşam tarzı olduğu için de ülkenin kaynaklarının hoyratça tüketimi de söz konusu değil.

Diğer taraftan, Rusya’da komünizm yıkılmış olsa ve Batı tipi demokrasi ve kapitalist yapı kısmen ülkeye girmiş olsa da, demokrasiyle harmanlanmış yarı-diktatör bir rejimin varlığı söz konusu ve bu rejime karşı baş kaldıranın başı bir şekilde eziliyor.

Dolayısıyla, Rusya türü emperyalizmde hedefe alınan ülkelerde öncelikli emperyalist hedef enerji kaynaklarını sömürmek değil, Rusya’nın askeri ve siyasi gücünü olabildiğince yaymaktır...

Amerikan emperyalizmi ile Rus emperyalizminin çatıştığı nokta enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmak değil, silah tüccarlarının çıkarlarını tatmin etme noktasıdır ki devletlerin silah politikalarına yön veren siyasiler de bu yüzden bu iki emperyalist gücün doğrudan hedefi haline gelirler...

Arap Baharı denen rezillikler süreci, Rusya’nın silah pazarı ve dolayısıyla da askeri gücünün siyaset üzerinde etkili olduğu ülkelerde Amerikan entrikalarıyla başlatıldı ve henüz bitmedi, ve öyle görünüyor ki, bittiğini görmeye ömrümüz de yetmeyecek...

Bu iki emperyalist canavar, hedefe aldıkları toprak parçasında yaşayan toplumları moleküllerine kadar analiz ediyorlar, ona göre de toplum  mühendisliğine soyunuyorlar, toplum mühendisliği yaparken siyaseti de kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ediyorlar...

Arap Baharı denen rezillikler sürecinde yıldırım hızıyla IŞİD, El Nusra, PYD gibi irili ufaklı ve sayısını bilmediğimiz kadar çok terör örgütleri Amerikan entrikalarıyla kurduruldu ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika bunlar tarafından tarihte görülmemiş bir vahşetle kana bulandı, din sömürüsü tavan yaptı ve din sömürüsüyle terör birleştirildi...

Son kullanım tarihleri gelene kadar terörist kılığındaki bu vahşi mahlukatlar sonuna kullanıldı...

Türkiye’deki iktidar da bu oyunun ne kadar kaypak bir zeminde oynandığını ve son hedefin de kendisi olacağını ilk başlarda farketmeyerek, bu oyuna Amerika tarafından bodoslama daldı ve günün sonunda kafa üstü çakıldı...

Kafa üstü çakılınca ve Amerikan emperyalizminin nelere kadir olduğunu anlayınca, Rusya ile flört dönemi başladı...

Amma ve lakin, yeterli özkaynaklarla desteklenen ekonomik, askeri ve siyasi güç ve sürdürülebilir istikrar olmayınca, bu iki canavardan biriyle flört etmenin bedelinin çok ağır olacağı hesaplanmadı, hala da hesaplanmıyor.

İki canavar arasında sıkış tıkış gün geçirilmeye çalışılıyor.

Amerikan emperyalizmine uşaklık yapan PKK/YPG gibi çapulcu sürüleri sıkıyı görünce anında Rusya’nın kucağına atladılar ve büyük bir memnuniyetle kabul da edildiler...

Neden ve nasıl mı?

Rusya hiç uğraşmadan Amerikan tezgahındaki hazır kuvvet meyveleri ele geçiriverdi.

Bugünden sonra PKK/PYD’nin ipleri Rusya’nın elindedir.

Amerikan emperyalizmi ta Birinci Dünya Savaşı’nda şekillenen Wilson Prensipleri doğrultusunda bu bölgede uydu bir Kürt devleti kurmak ve bunlar aracılığıyla onlarca, hatta yüzlerce trilyon dolar değerinde olan enerji kaynaklarını sömürmek derdindedir.

Ancak Trump denen ve Amerikan siyasi tarihinde eşi benzeri bulunmayan tımarhanelik deli sayesinde ilk kez rotayı şaşırdı ve Türkiye’yi ince ince hesapçıklarla yavaş yavaş tertipleyeceğine, önce ekonomik alanda içten içe çökerteceğine,  bodoslama bir yöntemle tertiplemeye çalıştı, yüzüne gözüne bulaştırdı...

Ancak, bodoslama saldırmadan önce ayak oyunlarıyla Amerikan emperyalizminin önündeki en büyük engel olan Türk ordusunun gücü entrikalarla zayıflatıldı, sonra ise ordu içindeki odaklar kullanılarak siyasi iktidar tertiplenmeye çalışıldı, ama sonuç fiyasko oldu, çünkü Türk ordusunun merkezi gücünü tam olarak ele geçirememişlerdi, sadece ele geçirdikleri kadarının yeterli olacağını sanmışlardı...

Eğer Türk ordusunun merkez gücünü tam olarak ele geçirmiş olsalardı, dünyanın en güçlü kara kuvvetlerinden birine sahip olan ordunun yapacağı darbeyi kimse durduramazdı, sokağa çıkan halk da paramparça edilir, anında iş bitirilirdi.

Sonuçta Amerikan emperyalizmi ve uşakları şanslarını denediler ve çuvalladılar.

Bu da Türkiye’nin yüzünü diğer emperyalist canavara doğru dönmesine vesile oldu.

Peki bu doğru bir hamle miydi!!!

Hiç değil...

Amerikan emperyalizminin rakibi olan Rus emperyalizmi ilk başta bu fırsatı değerlendirecek, Amerikan emperyalizminin yaptığı hataya düşmeyecek, önce yumuşak yumuşak Türkiye’nin altını oyacak, sonra da işi kıvama getirdiğini anladığı anda bodoslama girişecek, bildiği yöntemi uygulayacak...

Bu belki biraz zaman alacak ama gidişat böyle devam ederse, olacağı budur.

Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri yönden tek çıkar yolu vardır, o da, Türkiye’deki siyasiler ister beğensinler isterse beğenmesinler, Avrupa Birliği’dir...

Avrupa Birliği bu canavarın emperyalizmindan kurtulmak için kuruldu ve başarılı da oldu.

Türkiye ise Kıbrıs sorunu yüzünden bu birliğin dışında kaldı ve Amerikan emperyalizminin ayak oyunlarıyla uğraştı durdu, şimdi ise hem Rus hem de Amerikan emperyalizminin hedefleriyle kendi hedeflerini örtüştürme derdine düştü, hem de bu ikisi arasında şamar oğlana döndü...

Bu iki canavara Türkiye’nin mevcut haliyle sözünü geçirmesi, istediğini onlardan alması mümkün mü?

İmkansız, hatta imkansızın imkansızı...

Rusya bölgede giderek güçleniyor ve iki canavar Türkiye’nin güneyine güçlerini yığdıkça yığıyor.

Amerika Kuzey Irak’ta kökleşmeye çalışıyor, Rusya ise Suriye’nin tümünde.

İki devasa güç, kendi ülkeleri dışındaki en büyük askeri güçleri bu bölgeye yığıyor, tam bir devler savaşı yaşanıyor, ancak kuklaları aracılığıyla!

Her iki canavar da ateşi elleriyle değil, kuklaları aracılığıyla tutuyorlar...

Rusya Suriye rejimini kullanıyor, Amerika ise bölgede kurdurduğu terör örgütlerini...

Türkiye ise bu çatışmanın arasında kalmış, kendine rol biçmeye çalışıyor.

Bu şartlarda geleceği görmek pek mümkün değil.

Tek çare, masada akıl oyunlarıyla Kıbrıs sorununu çözmek ve yüzünü yeniden Avrupa’ya dönüp, üçüncü gücün bir parçası olmaktır.

Bu yüzden saçma sapan hamasi nutukların zamanı değildir, Kıbrıs sorunu hem Türkiye hem de Kıbrıslı Türkler için tam bir bataklıktır, her hamasi siyasetle bu bataklığa gittikçe daha çok gömülüyoruz.

Diğer taraftan, akıl almaz bir şekilde, Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye iktidarı arasında da çok ciddi kırılmalar yaşanıyor.

CB Akıncı ne demek istediğini tam anlatamadı diye yaylım ateşine tutuldu, bu ateş hem Türkiye kanadından hem de KKTC kanadındaki muhaliflerden geldi, ancak sonuç olarak Kıbrıs Türk toplumunda Türkiye’ye karşı çok ciddi bir hoşnutsuzluk oluştu.

Dahası, tarihte ilk defa, bir Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı nerdeyse tümü Türkiye kökenli olanlar bir başıbozuk sürüsü tarafından Meclis fiziki ve sözlü saldırıya uğradı ve arkasından da iki taraf arasındaki kırılmalar giderek arttı.

Dahası, Kıbrıslı Türk bir Cumhurbaşkanı’na karşı Türkiye kökenli vatandaş ve vatandaş olmayan başıbozuk sürüsünün yaptığı saldırı, sanki Türkiye tarafından organize edilmiş gibi algılandı ve büyük hoşnutsuzluk yarattı, gerekli tedbirler alınmayınca da, bu saldırıların dozu giderek arttı ve halen de devam ediyor.

Üstelik de Kıbrıs Türkü ile Türkiye arasında dayanışmanın en üst düzeyde ve sorunsuz olması gereken bir zamanda...

Aslında bu süreçte CB Akıncı’nın da hataları göz ardı edilemez, ki en büyük hatası başından beri çevresinde partizanca ekip oluşturması, kendisine makamı gereği iştikal edeceği konularla ilgili doğru dürüst danışmanlık desteği verebilecek, kendisiyle birlikte durum değerlendirmesi yapabilecek bir ekip oluştırmamasıdır. 

Bunun da acısını öyle ya da böyle çekiyor, bu kırılmalar sürecinde çekmeye de devam edecek.

Bu aslında Kıbrıs Türk siyasetinin de en büyük sorunudur.

Siyasi partizanlık nedeniyle kutuplara ayrılmış, ayrışmış bir Kıbrıs Türk toplumu vardır ve çoğunluğu, sağcısı veya solcusu farketmez, bugünkü mevcut Türkiye iktidarından hoşnut değildir.

Bunun da yansımasını önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde net şekilde göreceğiz.

Bugün olmuş, henüz hiçbir aday net olarak adaylığını açıklamamıştır.

CB Akıncı’nın tekrar aday olacağı artık kafalarda yerleşmiş bir olgudur, bir algıdır.

Aday olması durumunda ikinci tura kalacağı, ikinci turda da kesinlikle yine Cumhurbaşkanı olacağı algısı iyice oturmuştur.

Siyaseten iyice silikleşen CTP’nin bir aday çıkarması muhtemeldir ama başından kaybetmeye mahkum olduğunun da bilincindedirler.

UBP ise kesinlikle kendi adayını çıkaracaktır ama parti içi çatışmalar bu adayı daha yarış başlamadan kaybetmeye mahkum etmiştir.

Bu aşamada yapılması gereken tek şey vardır, o da,  olabilecek en kötü şeyin, kalenin içinden vurulmak ve yıkılmak olduğunu, dışından olmadığını akılda tutarak, hem CB Akıncı’nın, hem Kıbrıs Türk siyasetinin genelinin, hem de Türkiye iktidarının kendine çeki düzen vermesi, bu kopukluğu ve tezatları ortadan kaldırması, vitrinde birlik beraberlik görüntüsü vermesi, sorunları da kapalı kapılar ardında sağduyu ile hareket ederek çözümlemesidir...

Bugüne kadar bu başarılamadı, ancak bugünden sonra bunun başarılamaması gibi bir lüks artık yoktur, yoksa önümüzdeki on yılda bugüne kadar ödediğimizden çok daha korkunç bedeller ödemeye devam ederiz, ta ki iki canavar arasında yamyası olana, ödeyebilecek bedelimiz kalmayana kadar...

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları