Aylardan hâlâ Temmuz..Diğer aylardan farklı… Bitmek bilmeyen bir zaman gibi… Bana mı öyle geldi; geçmişte yaşananları yeniden hatırlattığından mı?.. Yoksa Ağustos böceklerinin sabahın köründen başlayıp akşama kadar en üst perdeden icra ettikleri konserden mi? Bir yandan sıcak, bir yandan kulak tırmalayan bu sesler, 1974 Temmuzunun hatırlattıklarıyla harmanlanınca -sizi bilmem ama- Temmuzu benim nazarımda sevimsiz hale getirdi.
Uzun zamandır hep kendi dışımızda gelişen olaylarla hasır neşir olmaktan; hayatımızı onların akışına bırakmaktan kendimizi unuttuk. Kendi iç dünyamıza sırtımızı döndük, adeta özümüze yabancılaştık ki bu durum da hayatlarımızı daha da içinden çıkılmaz durumlara soktu. Huzur başını aldı gitti, onun yerini hep dışta hem içte yaşanan karmaşa aldı. Bundan kurtulmak lâzım çünkü iç dünyasını sakinleştirip, onu huzura kavuşturmayan yani özünü kaybeden insanın ne kendine faydası vardır, ne de dışında gelişen olaylara müdahale edecek kapasitesi.
*****
Ayni başlıkla kaleme aldığım geçen yazımda, dünyada iyi ve kötü ne varsa hepsinin insanın eseri olduğundan, olumlu- olumsuz gelişen her şeyin mimarının insan olduğundan, insanlar arası ilişkilerin öneminden, bu ilişkilerin sağlıklı veya sağlıksız yürümesine etki eden olgu ve duygulardan ve bunların en önemlisi olan güven duygusundan söz etmiştim. Güvenle ilgili eksik kalanları tamamlamak adına bugün yine ayni konuya devam etmek gereği duyuyorum. Mesela insanın kendine duyduğu güvenden ve toplumsal güvenden… İtiraf etmeliyim ki böyle bir konuya girmek iyi yüzme bilmeyen birinin derin sulara dalması gibidir ki, boğulma riskine rağmen ben de bu sulara dalmış bulundum işte... İnsan farklı konularda gösterdiği tepkilerle kendi kendini bile tam olarak tanıyamazken bir başkasını tanımak o kadar da kolay değildir ama başladım ve devam edeceğime de söz verdim bir kere. Bu yüzden geri dönüş de olmaz.
Geçen yazıma konu yaptığım “güven” konusunda daha çok insanlar arası olanından ve daha çok da başkalarına duyulan güvenden söz etmiştim. Birilerine güven duymak her ne kadar pozitif bir duygu yaratsa da bu, onun iradesine teslim olmak demek değildir. Bu saflıktan da öte bir kişilik zafiyeti; özgüveni eksik olanların başkalarına sığınma biçimidir ve ayrıca da riskli bir durumdur. Çünkü başkasının güdümüne girmek sizin özgüveninizi de aşağılara çekebileceği gibi kötü sürprizleri de hayatınıza taşıyabilir. Bu yüzden insan önce kendine güvenmelidir
*****
İçinde yaşadığımız dünya kendini dengelemek için zaman zaman değişimler gösterir ve insan bu değişimlere uymak zorunda kalır. Ancak değişim sadece doğaya uyum sağlamakla sınırlı kalmaz. Kendi yaşam tarzı ve eğilimleri de değişebilir insanın. Bu noktada akla şu soru da gelebilir. Biz değişen miyiz, yoksa değiştiren miyiz? Bunların her ikisi de doğru.. Dünyanın değişen şartlarına göre değişen; kendi şartlarımız ve ihtiraslarımızla iyi veya kötü anlamda da değiştireniz. Genelde biz mutsuzluğumuzun ve sorunlarımızın nedenlerini hep dışarıda ve başkalarında arıyor; bu yüzden de alışılmış çaresizliğe kendimizi mahkûm ediyoruz. İçinde yaşadığımız dünya şartlarını beğenmiyorsak eğer, onu değiştirmesi gereken de biziz. Bilinçli bir değişim ve dönüşüm, dışımızda ve içimizde olan her şeye kendimizi bütünüyle vermemizle ve birey olarak da kendimizi tanımak, geliştirmek ve özgüven sahibi olmakla mümkündür.
Özgüven sahibi insanlar ne istediğini bilen, dengeli, huzurlu, güçlü, zayıf yönlerini bilen, hatalarını kabul ederek onları çözmeye çalışan, hedeflerini belirleyip amaçlarına ulaşan, kendine güvenen insanlardır. Bu sebeple kimseye bağımlı hissetmez, varlıklarını anlamlandırır, insan ilişkilerini daha yapıcı, daha sağlam temeller üzerine kurarlar. Onlar
ayrıca olumsuz sonuç aldıkları eylemleri değerlendirip ders almasını da bilirler. Her ne kadar yaşanan olaylar, karmaşalar zaman zaman insanın özünden uzaklaşmasına sebep olsa da böyle durumlardan kurtulmanın ve yeniden öze dönmenin bir tek yolu vardır ki o da, kendimizi analiz etmek, tanımak, bizi rahatsız ettiği halde üstünü örttüğümüz duygularımızla yüzleşmek ve onlarla başa çıkabilmektir. Bunu başarabilmek, ya yeterince olmayan veya kaybettiğimiz özgüvenimize de yeniden kavuşmak demektir.
******
Ya toplumsal güven?..
O konuda maalesef görünen tablo hiç de iç açıcı değil.. Hani derler ya “balık baştan kokar” diye.. Toplum olarak tam da o durumdayız. Beğensek, beğenmesek bir devletimiz oldu. Devlet olmanın gereklerindendir diye onu ve içinde yaşayanları huzur, refah ve güvenlik içinde yaşatacağına söz verenler de verilen oylarla devletin temsilcileri, yönetenleri oldular. Önceleri iyi kötü bir yönetim olduysa da daha sonra iktidar koltuğunda oturanların fikri değişti. Toplumla bütünleşip “biz” diyeceklerine “ben” demeye başladılar ve zamanla icraatlarını kişisel menfaate, gayrı meşru işlere, rüşvete, lüks içinde yaşamak için her yanlışı mübah saymaya başladılar. Şimdilerde iş iyice çığırından çıktı. Ne hükümet kaldı ne meclis ne de güvenecek siyasiler. Var görünüyorlar ama aslında yokturlar. İsimleri var, cisimleri yok. Toplum iyice kaderine terk edildi. Hoş!.. Oldukları süre içinde kendilerine müdür, müsteşar atamaktan, lüks arabalarda gezmekten, mafya ile hasır neşir olmaktan, seçim kazanma hırsıyla sonunu düşünmeden önlerine geleni vatandaş yapıp ülkedeki asayişi bozmaktan başka ne yaptılar?.
Haklarını o kadar da yemeyelim halk için de bir şeyler yaptılar elbet!.. Toplum enflasyona karşı direnirken zam üstüne zam yaptılar. Bir yakıt tedarikini bile ya bilgisizlikten ya da kasıtlı olarak beceremeyip yüzlerine gözlerine bulaştırdılar; ülkeyi karanlığa boğdular. Hukuksal, toplumsal, ekonomik yönden yarattıkları yıkımla halkı bir enkazın altında bıraktılar.
Hadi şimdi gel de bunlara güven!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.