Dünden devamla…
Deveye neren eğri diye sormuşlar, nerem doğru ki diye cevap vermiş...
Bildik bir durumu anlatan eski, bildik bir özdeyiş.
Arap kültüründen bize geçmiş, ama gel gör ki kendimizi bildik bileli de kusursuz bir cümleyle bize kendi halimizi anlatıyor.
Kamu Hizmeti Komisyonu denen siyasilerin istihdam tapınağını hepiniz bilirsiniz.
Sözüm ona kendilerinin çaldığı, kendilerinin oynadığı sınavlar yaparlar, memleketin memurlarını, yöneticilerini atarlar, kimlerin hangi koltuğa oturacağına, kimin çocuğuna hangi avantanın “resmi ağızla” verileceğine, hangi partiliye hangi kıyağın çekileceğine karar verirler, görevlerini layıkıyla yerine getirirler.
Bizimki gibi Mercedes’de gezen ama zihniyet olarak Taş Devri’ni yaşayan toplumlarda yöneticilerin, sorumluların vasıflarının çakmak Hasan kibrit Hüseyin’in vasıflarının ötesine gitmesine de hiç mi hiç gerek yok, herbir tarafları zigzaglarla dolu deve olmaları, birilerini sırtlarında taşımaları, yüklerini almaları, “iki değnek-bir çüşle” yönlendirilmeleri yeter...
Bu vesileyle, KHK gibi kurumlarda görev almak için gerekli olan şey gelen giden iktidarın düdüğünü öttüren cinsinden bir “cins” olunması, hakkı olana değil, partili olana avantasının verilmesi için hazırda duran cinsinden “kurşun asker” olunmasıdır, gerisi fasa fiso.
Daha önce de bu kurumu ve yapısını defalarca eleştirdim, eleştirirken gerekçelerimi de ortaya koydum, bir kez daha koymakta fayda var.
Kamu Hizmeti Komisyonu’nun misyonu devlette görev almak isteyenlerin vasıflarını, talip oldukları görevlere uygunluklarını, bilgi ve beceri düzeylerini ölçmektir.
Kısacası, Kamu Hizmeti Komisyonu bir ölçme-değerlendirme merkezi olarak görev yapan bir kurum olmalıdır.
Amma ve lakin, hukuki yapısı öyle olmasını gerektirirken, teknik ve kurumsal yapısının kurulma amacıyla uzaktan yakından zerre kadar alakası yoktur.
O kuruma atananların ölçme-değerlendirme uzmanlığıyla gerçekte uzaktan yakından bugüne kadar alakası da olmamıştır, eğer olduğunu iddia eden varsa, buyursun gelsin karşıma, boyunun ölçüsünü karış karış alayım, ölçme-değerlendirmenin akademik yönden ne anlama geldiğini, nasıl uygulanması gerektiğini, uygulayıcılarının vasıflarının neler olması gerektiğini, teknik ortamının nasıl olması gerektiğini, sürecin nasıl işlemesi gerektiğini satır satır anlatayım.
Eski başkan Uğural bir açıklama yapmıştı da güle güle bir hal olmuştum: “Otuz sınav yaptık, ikisinde hiçbir sorun yoktu...”
Ya Sn. Uğural döneminden öncekiler ne durumdaydı acaba?
Ya da sonrakiler!!!
Diğer taraftan, bu yapısıyla ve bu kafalarla sorunsuz sınav nasıl yapılsındı ki?
Laf ola kurulan bir kurumun, laf ola atanan “uzman” yöneticilerinin ve lafazanlıkla milleti uyutacağını sanan “sınav uzmanlarının” göstereceği başarı ancak bu kadar olabilirdi, otuzda iki başarı, o da kendilerine göre başarı, bana göre değil...
Sn. Uğural sınavlarda yaşanan şaibeleri sonradan ortaya koymaya çalışmıştı.
Ancak görev başındayken yapsaydı, çağırsaydı polisi, çağırsaydı savcılığı göreve, o zamandan verseydi basına bu rezaletleri!
Eminim şaibeler bir tek sınavla da sınırlı değildir, bugüne kadar yapılmış her sınavda bir fırıldak döndürülmüştür, özellikle de sözlü sınavlarda iktidarın ağa-babaları istediği gibi at oynatmıştır.
Oraya atananların “vasıflarının” nelere kadir olduğunu UBP kurultayının rezaletleri süresince, öncesindeki ve sonrasındaki siyasi süreçlerde de zaten gördük...
Adam Başbakan’ın imzasını sahtelemiş, duvara toslamış, paçası tutuşunca zırlamaya başlamış, e bizim muhterem eski Başbakanımız da “yufka yürekli” ya, yüreciği el vermemiş zırlamalarına, el öptürmüş garibana, yüreğinde affetmiş, eski işine yollamış, devlet okuluna öğretmen yapmış, amma velakin işlediği kabahat için yargıda davası devam edecekmiş...
Herhalde öğretmenliğin bir numaralı vasfının “iyi ahlak sahibi olmak” olduğunu da biliyordu Sn. eski Başbakan, o yüzden umarım ki bu “garibanı” çocuklarımızın başına yollarken bir nasihatcık da vermeyi ihmal etmemiştir, “bak oğlum, yüzüne gözüne bulaştırdın, bundan sonra adam gibi adam olmaya bak, memleketin siyasetçileri gibi herbir tarafın deveye benzemesin, eğri büğrü olmasın, “işini” yaparken adam gibi yapmayı öğren ki içinde akıl yerine binbir türlü fitne dolaşan kafacığın belaya girmesin, yoksa bu gibi “çetrefilli” işleri akıllı akıllı yapanlar ve yaptıranlar dışarda dolaşırken sen bu kafayla daha çok el öpersin, en sonunda da Merkezi Cezaevi kapısından içeri poponda tekmeyle girersin...” filan da demiştir...
İşin özüne dönersek, KHK’nın sil baştan yeniden yapılandırılması şarttır.
Bu işi yapacak olan da aslında Cumhurbaşkanlığı, Meclis ya da Başbakanlık filan da değildir, bu işi yapacak olan üniversitelerde konusunda uzman teknik ekiplerdir.
İş memleketin çivisini çıkaran siyasilere kalırsa, Çakmak Hasan’la Kibrit Hüseyin’den daha çok çeker bu toplum...
Sonraki yazım da KHK’nın nasıl yapılanması gerektiği üzerine olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.