• BIST 9949.8
  • Altın 2962.961
  • Dolar 35.2472
  • Euro 36.7735
  • Lefkoşa 16 °C
  • Mağusa 16 °C
  • Girne 17 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 16 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 9 °C

KARINCA KANATLANINCA SERÇE OLDUM SANIRMIŞ

Hatice İNTAÇ

Bilindiği gibi Atasözleri; atalarımızın uzun denemelere dayanan yargılarını, tecrübelerini,  düşünce ya da öğüt olarak ifade eden toplumca benimsenmiş genellikle bir veya iki cümleden oluşan özlü sözlerdir.

 Nedense bugün benim aklıma da karıncalarla ilgili bu atasözü düştü. Bahçeli evde yaşamam ve onlarla haşır neşir olmamdan mı yoksa teşbihte hata olmaz cinsinden insanlarla karıncaları kıyaslamamdan veya ilişkilendirmemden mi bilmem ama bugünkü ilgi alanım hem gerçek hem de mecazi anlamda karıncalar oldu.

Çocuk yaşlarımızda hareketlerini daha çok gözlemlediğimiz; çalışmalarını ve işbirliklerini hayranlıkla izlediğimiz, yaşam biçimleri çok ilginç olan bu hayvancıklar, birbirleriyle dayanışma içinde, örgütlenerek topluluklar halinde yaşarlar. Bu örgütlenme onlarda koloniler kuracak kadar gelişmiştir. Bir yandan ihtiyaçları olan besinleri üretip depolarken diğer yandan yaşam alanlarını dış etkilere karşı korurlar ve en önemlisi de kolonilerine diğer canlılar tarafından gelebilecek tehlikelere karşı hazır bulunur ve savaşırlar. Yarattıkları bu sistemi milyonlarca yıldır aksatmadan sürdüren;  iş bölümü ve dayanışma özelliği en yüksek düzeyde olan varlıklardır karıncalar. Onların yarattığı bu sistemde rekabet yoktur. Her birey uzmanlaştığı işin sorumlusudur. Bu yüzden de sosyal düzenlerinde aksama yoktur. Bu yüzden bilim adamları karıncaların bu sistemini incelemiş, insanlarla ilişkilendirmeye çalışmış,  fakat insandaki özelliklerle bağdaştıramamıştır.

Bağdaştıramamıştır çünkü insanlar kişisel çıkarlarını toplum çıkarlarından daima daha üstün tutan ve bu uğurda kendi cinsinden olan varlıklara her çeşit kötülüğü yapmaktan geri durmayan bencil varlıklardır. Karıncaların birbirleriyle olan dayanışması evrimcilerce hayretle karşılanmaktadır çünkü onlara göre tüm canlılar hayatlarını devam ettirebilmek için birbirleriyle her zaman mücadele içindedirler. Ego, özellikle de insan denen canlıda en üst safhadadır. Her insan önce kendini, yakınlarını ve en önemlisi çıkarını düşünür. Çıkarı için başkalarına zarar vermekten kaçınmaz. Toplum olarak karşılaşacağı tehlikelerden çok, kendine zarar verecek tehlikelerden korunmaya çalışır ki; bu da insanoğlunun karıncalar kadar bile olamadığının en basit örneklerinden biridir. İnsan, egosunu her şeyin üstünde tutup hep “ben” derken karıncalar “biz” olarak hareket ederler.

Karıncaların meziyetlerini sayıp dökerken ister istemez yıllardır içimizde onulmaz bir yara olan ve zaman zaman daha da çok acıtan Kıbrıs meselesi ve toplum olarak bize yaşatılan olumsuzluklar gelip dayanıyor düşüncenin ve dolayısıyla da yazının başköşesine… Karıncalar bile topluluklarının devamı ve güvenliği uğruna dayanışmayı, paylaşmayı, tehlikelere karşı birlikte hareket etmeyi biliyorlar da biz insanlar niye bunu beceremiyoruz? Toplumu geçtim de  uyuşturucu, kara para aklama, fuhuş  ve benzeri şaibeli, mide bulandıran işlere adı karışan ve insan içine çıkmaktan utanması gerekirken hala iktidar koltuğunda oturmakta ısrar edenlere ne demeli?..

                                                               *****

Biz toplum olarak eskiden böyle değildik.  1963 le başlayıp uzun yıllar devam eden o zor yıllarda bile şimdiki durumumuzdan çok daha iyi, çok daha mutluyduk. Çoğumuz göçmendik, evlerimizi terk etmek zorunda bırakılmıştık ama ayni gaye uğruna atan tek yürek gibiydik. O yılların yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, birlik ve beraberlik ruhunu ne zaman yitirdik?.

                                                            

Yıl 1974.  Aylardan Temmuz…  Erken saatlerde marşlarla uyanılan bir gün… Gökten süzülen paraşütler, denizlerden gelen gemiler.. Mehmetçiğin karaya ayak basışı.. Rahmetli Ecevit’in radyolardaki heyecanlı sesi… Artık güvende ve özgür yaşayacağımızın coşkusu ve sevinciyle kucaklaşan insanlar…

Önceleri her şey iyiydi sanki… Her ne kadar güneyden gelenler evlerini, yurtlarını, anılarını orada bırakıp kuzeye yerleştirilmenin burukluğunu yaşasalar da can güvenliği onlar için daha önemliydi. Kurtarıcılarına minnettar oldular ama yine bir sorun vardı. Nüfus olarak öteki taraf bizden çok fazlaydı ve bu da ilerde bir pürüz yaratabilir zihniyetiyle Türkiye’den getirilenlerle bunun takviyesi hedeflendi ve öyle de yapıldı. Rumdan kalan mallar güneyden gelenlerden çok Türkiye’den gelenlere babalarının malıymış gibi cömertçe dağıtıldı. Bu yerleşimler zamanla başka amaçlar için daha da çoğaldı. Çünkü savaş bitmiş,  iktidar hırsı başlamıştı ve bu yüzden de Türkiye’den getirilip vatandaş yapılanların oylarına ihtiyaç vardı.

Şimdilerde yerli nüfusumuz iyice azalmışsa, bunun sorumlusu adayı bir sorma gir hanına döndürenlerdir. İktidar olmak uğruna peşkeşi, rüşveti, adam kayırmayı ve bilumum yolsuzluklara göz yummayı benimseyenlerdir. Hırsızlık, gasp, tecavüz, cinayet almış başını gidiyorsa; kumarhaneler, bet ofisler, gece kulüpleri, fuhuş yuvaları her tarafa yayılmış, uyuşturucu her yana sızmışsa,  kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünmeyip, daha önce aldıklarıyla doymamış olan iktidar mensupları hala usulsüzlük yapmaya ve dönümlerce araziyi yakınlarına vermeyi mübah sayıyorsa; halka reva gördükleri tek şey zam üstüne zam yapıp yaşamları daha da zora sokmaksa bu ülkede huzur bulmak mümkün müdür?..

Bütün bu olanlar kendi içimizde de görüş ayrılıklarına neden oldu. İki ateş arasında kalmış gibi olduk. Kime ve neye inanacağımızı şaşırdık. Bir yanımızda kendilerini adanın tek sahibi sanan ve yıllardır hiçbir görüşmede haklarımızı kabul etmemekte ısrarlı olan komşularımız; bir yanımızda kurtarılmışlığın (!..) diyetini bir türlü ödeyemediğimiz, her fırsatta nelere sebep olduklarını hiç hesaplamadan bize besleme, tembel diyen, dinimizi, soyumuzu eleştiren, kendi kültürümüzü, adetlerimizi, yaşantımızı beğenmeyip terbiye etmeye çalışan, buyruklarına riayet etmezsek aba altından sopa gösteren bir zihniyet ve ipin hangi ucundan tutarsak tutalım bulaşacağımız bir durumla karşı karşıyayız şimdi. Çünkü iki taraftan biri kendilerine yama olmamızı, diğeri kendi emirlerine göre yaşamamızı istiyor.

İşin özeti: Biz kendi ayaklarımızın üstünde duramadık. Başkalarını çoğaltırken kendimizi azalttık. Birleşip tek yumruk olacağımıza her birimiz bir yana çektik. Koltuklara kendi halkının hakkını savunmaktan aciz, başkalarının güdümünde olanları oturttuk ( hoş… hangisi oturduysa ayni şey oldu) onlar da sadece kurdele kestiler, şükran sundular. Hadi emirlere hep boyun eğdiler de içerdeki işleri mamur mu ettiler?.. Oysa doğru uygulamalar yeterdi kimseye avuç açmamaya, ayaklarımız üzerinde durmaya ve haksız yaptırımlara karşı durmaya ama onlar kolayı, hazırı ve biat etmeyi seçtiler.

 İçim ne kadar doluymuş ki karıncalardan başlayıp işi sonu gelmez yerlere vardırdım. En iyisi konuyu yine karıncalarla bitirmek… Ne yazık ki biz karıncalar kadar bile olamadık demeden önce yazıma başlık yaptığım kanatlı karıncalardan da bahsetmek zorundayım.

Karıncalar bir süre yaşadıktan sonra kanatlanırlar ve kanatlandıktan kısa süre sonra da yok olurlar. Bu yüzdendir ki haddini aşan, başkalarına tepeden bakan, anormal derecede çıkışlar yapıp karşısındakini rencide eden ve yanlış icraat ve söylemlerle akıl karıştırıp haddini aşan insanlar için de “Karınca kanatlanınca zevali” yakındır denir. Ama internet sitelerinde yaptığım araştırmalarda “karınca kanatlanınca serçe oldum sanır” atasözüne de ulaştım. Bunun manası da; sonunda başına bir şey geleceği bile bile bazı davranışlarında ısrar eden, laf anlamaz, laf dinlemez, en doğruyu ben bilirim diye yanlışlarını başkalarına da empoze etmeye çalışan ve bu davranışlarını üst üste tekrarlayan veya yaraşmadığı bir makama yükselip de konumuna uygun olmayan davranışlar sergileyen insanlara da bu atasözünün yakıştırıldığını gördüm. Atalarımız ne kadar doğru tespitler yapmışlar. Hayran olmamak mümkün değil…

Bu yüzden atasözü,  ister “karınca kanatlanınca zevali yakın olur” ister “karınca kanatlanınca kendini serçe sanır” şeklinde olsun, Allah herkesi bu durumlara düşmekten korusun diyorum.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları