KKTC denen toprak parçacığı her türlü alengirli işlerin serbestçe yapılabildiği, balı tutanın parmağını yaladığı, herkesin birbirinin ayağının altında pervasızca sabun attığı ender toprak parçalarından biridir...
Aslında KKTC denen devlet, torpile dayalı mevcut siyasi yapısıyla, bir utanç abidesidir!
Bugünlerde, normal şartlarda hükümetin kellesini götürecek ve sorumluları da “mevkilerini kullanarak kendilerine, aile fertlerine kıyak yaptılar, menfaat sağladılar” diye yargı önüne çıkaracak bir skandalla sallanıyor...
Serdar Denktaş, bilmem kaç yüz dönümlük askeri araziyi önce kendi bakanlığına ait daireye bağlamış, sonra da oğluna üniversite kurması için peşkeş çekmiş!
Gelen eleştirilere karşılık da Meclis’de yaptığı konuşmada da olayın etik boyutunu kendi kendine sorguluyor!
Oğlu da sosyal medya hesabından gelen eleştirilere “nolmuş yani, adımız Denktaş’sa yatırım yapmayalım mı!” modunda pişkin pişkin yanıt veriyor!
Serdar Denktaş, insan olarak hep doğruları söyleyen, tesbitlerinde doğru ve eğriyi çok iyi analiz ve ayırt edebilen, bu özelliğiyle şahsen benim de takdirimi kazanmış olan, amma ve lakin, iş yaparken de dediğinin tam tersini yaptığı için kendisine duyulan güveni de (benimki de dahil) bir daha düzelmeyecek şekilde tam anlamıyla yerle bir eden ve bu değerleri heba etmekle çok da yazık eden bir şahsiyettir!
Nitekim, Meclis’de kendi yaptığı uygulamanın etik boyutundaki yanlışlığa yine kendisinin dikkat çekmesi de bunun aleni göstergesidir.
Ancak, devleti yöneten bir Başbakan Yardımcısı, bir Maliye Bakanı, bir siyasi parti başkanı, bir milletvekili ve siyasetçi için bu konu hiç de o kadar basit değildir.
Geçmişe doğru uzandığınızda, Denktaş adının ve ailesinin karıştığı, dünürün batırdığı bankadan ve kaybolan paralardan tutun da Meclis kürsüsünden DAÜ ve eski Rektör Abdullah Öztoprak konusunda mahkeme kararlarını tanımayacağını haykırmasına kadar balık hafızalı toplumumuzun sadece günübirlik hatırladığı yığınla sıkıntılı durum görürsünüz.
Hoş, bu tip sıkıntılı durumlar sadece Denktaş’ın meselesi değildir, hemen tüm siyasi partilerin ve siyasetçilerin de meselesidir.
Denktaş hakkında başlayan ve çığ gibi büyüyen tepkilerin odağı da kesinliklle bir yatırım meselesi değildir, aleni şekilde ailevi rant sağlama noktasıdır.
Oğula rant sağlama olayı da Denktaş adının kendi ayağına kurşun sıkması konusunda gelinen son noktadır.
Bu noktada, Serdar Denktaş’ın ve oğlunun yapacağı bir tek şey vardır, istifa etmek ve aktif siyasetten tamamen çekilmek...
Aksi takdirde bunun bedeli siyaseten çok ama çok ağır olacaktır ve kendi kendilerini ayağından vurmuş halde, topal vaziyette kalacaklardır.
Ancak her ikisi de bunu yapmayacak, alışılageldiği üzere, sin de gülle geçsin politikası izleyecekler!
40 senede Serdar Denktaş’ın ve rahmetli baba Denktaş’ın, UBP’nin ve CTP’nin de yaratılmasında kısmen de olsa sorumluluk sahibi olduğu ve siyasi partileri siyasi tarikata, siyasi çeteye, aile şirketine döndüren bu düzen, insanları ve siyasetçileri akıl tutulmasına uğrattı, dumura uğrattı!
Bu gidişatta balık hafızalı rolünü oynamayı tercih eden bu toplum ve siyasetçiler her ne halse, kendisini maskaraya çevirenleri defalarca ve defalarca başına seçti, gidişatı kabullendi, rant düzenini ve anormalliklerin normal hale gelmesini kabullendi...
Rant düzeni ve bal tutan parmağınızı yalar zihniyeti amansızca hayatımızın her anına yerleşti...
Öyle ki, bu gidişata göz yuman ve eleştirdiğini tekrar tekrar seçen halkın dumura uğramış zihniyetini gören siyasiler de ister istemez kendilerini alemin en akıllısı zannetti!
Gün gelip de devranın döneceğini, yarattıkları ve nemalandıkları çarkların bir gün kendilerini de arasına kıstıracağını hiç düşünmediler...
İşte bugün, öyle bir gün ve kaderin cilvesine bakın ki, kendi yarattığı çarkların dişlileri arasına ilk sıkışan da Serdar Denktaş ve oğlu oldu...
İlginç olan, en az Serdar Denktaş kadar bu işten sorumlu olan Başbakan Hüseyin Özgürgün’ün okların hedefi olmaması, sin de gülle geçsin politikası izlemesi, Serdar Denktaş’ın ise tek başına sanık sandalyesine oturtulmuş olmasıdır...
Partililer doğrudan başkanlarının yüzüne miadlarının dolduğunu, çizmeyi fazlasıyla aştıklarını söylemeyebilirler...Ama bize söylerler! Hem de en açık ve net bir şekilde!
Bugün kendi partileri içinde, hem Serdar Denktaş, hem de Hüseyin Özgürgün artık istenmeyen, partilinin gözünde miadını doldurmuş başkanlardır...
Bakmayın siz endek göndek anketlerde hangi partinin kaçıncı sırada olduğuna!
İnsanlar bu iki partiye oy veriyorlarsa, bu kesinlikle başkanlarına olan inanç ve sadaketlerinden değil, oy verenlerin kendi kişisel hesaplarındandır.
Bu iki partinin kurultaylarında dönen üçkağıtlar, yapılan rezillikler unutulmuş değildir, halen hafızalardadır ve hafızalardan silinmeyecektir de...
UBP ve DP içinde fazlasıyla sıkıntı vardır.
Bu sıkıntı, CTP,TDP, HP ve TKP için de farklı boyutlarda geçerlidir.
Bugün yukarda adı geçen partilerin gerek iktidarda, gerekse muhalefette izledikleri politikalar değil bir ülkeyi idare etmeye yönelik, kümesteki üç tane tavuğu bile idare etmeye yetmez!
Ancak bu rezalet, bugüne kadar geldi ve bu gidişatta, ilk kez, Serdar Denktaş en ciddi ve beklenmedik şekilde yaralanan oldu, kendi eliyle hem kendisini hem de oğlunu bacağından vurdu...
Geçmiş ola!
Sıradakine bakalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.