Günlerdir yağacak diyorlar ama yağmıyor… Yağmur bile bize dargın... Çatlayan toprak, solan çiçekler suya hasret ama yağmıyor işte… Yalanla, riyayla, entrikayla kirletilen bu adanın vebalini ne yazık ki doğa ödüyor.
Ah, bir yağsa!.. Sağanak sesleri ortalığı sarsa!.. Sular, seller aksa!.. Yıkasa, arındırsa şu dünyanın pisliğini!.. Silse, süpürse içimizde tortulaşmış acıları, isyanları, kinleri…
*****
Öyle olaylar yaşıyor; öyle insanlarla karşılaşıyoruz ki, hayal sukutlarımız her gün biraz daha çoğalıyor. Ne kadar boş vermeye çalışsak da, yaşadıklarımızın, gördüklerimizin ve duyduklarımızın etkisinden bir süre kurtulamıyoruz. Yolunda gitmesi için emek harcadığımız hayatımız, bazı insanların verdiği zararla kısa bir süre de olsa altüst oluyor. O kadar değişik kişilikler vardır ki dünya yüzünde; saymakla bitmez. Bunları tanımlamak psikologların işi.. Ben bu hasta kişiliklerin hem kendilerine hem başkalarına verdikleri zararlar üzerinde fikir yürütebilirim ancak. Belki psikologların alanına haddim olmayarak küçük bir adımla girerek birkaç kişilik tanımı da yapabilirim. Ne de olsa serde öğretmenlik var ve genelde eğitimciler, bilgilerini her zaman paylaşmak ve aktarmak isterler.
Meslek hayatımın gereği olarak, insanlarla hep iç içe oldum. Bu yüzden değişik kişiliklere sahip pek çok insan tanıdım. Son günlerde bir yakınımın böyle birisi tarafından çok üzüldüğüne şahit olmak bana, bu konuyu irdeleme gereği duyurdu.
*****
Bazı insanlar vardır ki, kendilerini aşırı derecede beğenirler. ‘ Her şeyi ben bilirim, en iyisini ben yaparım’ yanılgısını kendilerine hayat tarzı edinirler. Kendi önemlerini çok abartırlar ve her zaman dikkat çekmek, ilgi odağı olmak isterler. Başkalarının haklarını düşünmezler. Kendilerini öne çıkarmak ve her şeyi istedikleri gibi yönlendirmek için başkalarını kullanmakta hiçbir sakınca görmezler. Başarı, güzellik veya ideal aşk fantezileri geliştirirler. Sergiledikleri bu üstünlük tavırlarının gerçekte derin bir güvensizliği maskelediğinin farkında değildirler. Başka insanların düşüncelerine önem vermiyor gibi görünseler de, aslında bu, onlar için en önemli şeydir. Kendilerine hep hayran olunmasını istedikler için hiçbir zaman tatmin olmazlar. Bunlar, halk arasında ‘ kendini beğenmiş’ diye tanımlanırlar.
Buna bir de sonradan görme karakteri eklenirse ortaya iyice karmaşık bir kişilik yapısı çıkar. Sonradan görmeleri genelde; fakir olup da, aniden zenginleşince şaşkına dönen ve paranın sağladığı maddi şeylerle övünen insanlar olarak tanırız. (Bu; her sonradan zengin olanın böyle olduğu anlamına da gelmemeli) Bu tip insanlar hep neler aldıklarından, nerelerde tatil yaptıklarından, arabalarından, mobilyalarından bahsederler. Hatta gittikleri yerlerin tabelası altında fotoğraf çektirip duvarlarına asmaya bayılırlar. Marka meraklısıdırlar. Modaya uymak adına kendilerine yakışmayan kıyafetlerle dolaşıp komik durumlara bile düşerler.
Sonradan görmelerin bir başka türü daha vardır ki, bunlar ayni zamanda tehlikelidirler de. Gençlik yıllarında bir baltaya sap olamayıp hep başkalarının sırtından geçinmiş, başkalarını kıskanmış kompleksli insanlardır bunlar. Bu tipler; karınca kararınca bile olsa maddi durumları düzelip bir yere geldiklerinde şaşkına dönerler. Küçük dağları kendilerinin yarattığını sanıp başkalarını küçümserler. Hatta bazen öyle ileri giderler ki; bir zamanlar kendilerine yardım eden insanların bile arkasından konuşurlar. Geçmişteki başarısızlıklarının intikamını alırcasına eski dostlarına saldırırlar. Dileyelim de bu tip insanlarla Allah bizi karşılaştırmasın.
*****
Aslında kişilik gelişimi çocukluktan başlar. Karakterlerin oluşmasında birçok faktör rol oynar. Aile, okul ve çevre gibi. Özellikle aileler bazen çocuklarına bilmeden iyilikten çok kötülük yaparlar. Sonunda, hem yetiştirdikleri, hem kendileri, hem de toplum, bilinçsizce yaratılan bu karakterlerden büyük zarar görür. Hepimiz biliyoruz ki her yönü ile ideal, dört dörtlük insan yoktur. Bazılarımız sevdiklerimizin, özellikle de çocuklarımızın hatalarını yapıcı eleştirilerle düzeltmek yerine onları kusursuz görmeye ve göstermeye çalışırız. Onları görmek istediğimiz gibi görürüz. Veya bunun tam aksini yapar; en küçük hatalarını affetmez; onların ‘kabuğuna çekilme’ sine neden oluruz. Her ikisi de yanlış. Çünkü gün gelir onlar da bizim bu görüşümüzü benimser ve gerçek öz’leri ile iletişim kurup kendilerini tanıma zahmetine girmezler. Bunun sonucunda hastalıklı karakterler ortaya çıkar. Oysa insan, kendi özünü tanımadan, kendi içine yolculuk yapmadan eksiktir, hatta hiçtir. Gün gelir bambaşka ortamlarda ve yabancı insanlar arasında bu acı gerçek ortaya çıkar. Bu yüzden şartlanmaları, kendimizi kandırmayı ve hatta ısmarlama kişilikler yaratmayı bir yana bırakıp, özellikle çocuklarımızı, kendilerini keşfetme ve kişilik kazanma konusunda, belli müdahaleler dışında özgür bırakmak kanımca en doğru harekettir. Unutulmamalıdır ki, her gün biraz daha yozlaşan dünyamızda bedenen olduğu kadar ruhen de sağlıklı insanlara ihtiyaç vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.