( 2. BÖLÜM )
Yaratılışımıza, dünyaya gelişimize vesile olan anneler ve babalar….. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren, koruyucu kalkan gibi kendilerini evlatlarına siper eden ana babalar…. Ailesine sahip çıkmak, çocuklarlına iyi bir gelecek sağlamak için tüm zorluklara göğüs geren anneler, babalar… Bir gün değil; her gün hatırlanması, sevgi ve saygı gösterilmesi gereken yaşama sebeplerimiz olan en değerli varlıklarımız…
Dün babalar günüydü… Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910'da Amerika’da kutlanmıştır ancak resmi olarak kabulü 1966 yılında gerçekleşmiştir. 1972 yılındaysa Babalar Günü yasal olarak ABD'de resmi tatil günü olarak ilan edilmiş ve her yıl Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanmaya başlamıştır. Bu özel günde aile bir araya gelir, babalar için özel sürprizler hazırlanır, hediyeler alınır, en önemlisi de onun yuva için ne kadar önemli olduğu, ne kadar takdir edildiği ve sevildiği gerek sözlerle gerekse davranışlarla ifade edilir. Onlarınsa en büyük hediyesi, kalplerinde hep çocuk kalan evlatlarından gördükleri sevgi saygı ve hatırlanmadır aslında.
Ben annemin de babamın da bu özel günlerde ellerini öpemedim. Onlara hediyeler alamadım, onları dilediğim gibi gezdiremedim, ağırlayamadım. Bunu yapmayı çok isterdim ama mümkün değildi. Çünkü onlar artık bu dünyada yaşamıyorlardı. Onlara hediyem ancak dualar, Fatiha’lardı. Onlarla geçirdiğim zamanları yeniden yaşamak ve onları anmaktı. Ve ille de babamı yani Hasan Molla Osman’ı sizinle tanıştırmaktı.
*****
Hasan Molla Osman 1903 yılında Baf kasabasının köklü ailelerinden biri olan Molla Osman’ın en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası sayılı hocalardan biri; ayrıca bir şifacıydı. Doktorların bile çare bulamadığı bazı hastalıkları iyileştirmesi ile Baf ve çevresinde ün yapmış biriydi. Annesi Nesime Hanım, Baf köylerinden biri olan Galatarga’lı Havali Kadının kızıdır. Havali kadın, namı dillere adeta destan olmuş kahraman bir kadındı. Tahsildar olan kocasını pusu kurarak sebepsizce öldüren ve onu tek kızı olan Nesime’yle yalnız kalmaya mahkum eden bir rumu, herkesin gözü önünde vurmuş; mahkemeye de atı ve silahıyla gitmiş ve haklı bulunarak serbest bırakılmıştı.
Dört ablası ve bir abisi ile birlikte 5 kardeştiler. Kardeşleri ile arasında büyük yaş farkı olduğundan dolayı Hasan fazla şımartılmış, haşarı bir çocuktu. Daha ilkokul çağlarında hocaları tarafından çok zeki bir çocuk olarak nitelendirilmiş ve evde olduğu gibi haşarılıkları, muziplikleri ve – hani derler ya- “sözüne söz arşınına bez” tarzı tavırları ile hocalarını ve arkadaşlarını zaman zaman içinden çıkılması zor durumlara sokmuş, onları kızdırmıştır. Buna rağmen onlar tarafından çok sevilmiş; çocukluk arkadaşlarıyla ömrünün sonuna kadar dost kalmıştır. Hazırcevaplığı ile hocalarını kızdıran ama için için de takdir edilen bir öğrenciydi. Onun hazırcevaplığı ile ilgili öyle çok anlatılanlar var ki bunlardan bir tanesini paylaşmadan geçemeyeceğim.
İlkokul öğretmeni olan Hoca Mustafa Efendi bir gün derste “Ağızdan çıkan hiçbir sözcük yoktur ki yazılamasın” demiş. Hasan hemen parmak kaldırmış ve “vardır hocam” demiş. Hoca kızarak “söyle bakalım neymiş?” demiş. Hasan, “ Hocam köpeği çağırırken aççu aççu…….deriz. Aççuyu yazabiliriz de devamını nasıl yazarız?” demiş ve hocayı yine çıkmaza sokmuş. Mustafa efendi kızmış ama içinden de Hasana hak vermiş.( Kıbrıs’ta köpek farklı şekilde çağırılır) Demek ki ağızdan çıkan her söz yazılamıyormuş. Mesela ıslık sesi de yazılamıyor.
Rüştü ve idadiden ( ilk ve orta eğitim) sonra. O zamanın zor koşullarında medrese ( yüksek okul) tahsilini de tamamlamış, Baf’ın hatta Kıbrısın sayılı insanlarından biri olan Hasan M. Osman henüz daha 19 yaşındayken babasını kaybetmiş ve ailesinin tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştır. O zamanlar kendisine teklif edilen memuriyetleri, “Ben kimsenin idaresine girmem, kimseye de emir vermem” savunmasıyla reddetmiş ve babadan kalan bahçelerinde özgürce çalışmayı, doğayla, toprakla haşır neşir olmayı ve ekmeğini taştan çıkarmayı yeğlemiştir.
Babamda olağanüstü bir hiciv, nükte ve taşlama yeteneği vardı. Yaşadığı zamana göre kültür birikimi fazla olan ender insanlardandı. Öyle sözler söyler, öyle nükteler yapardı ki altındaki manayı bulmak için saatlerce düşünmek gerekirdi. Zamanı ve olanağı olsaydı herhalde bugüne cilt cilt kitaplar bırakırdı. Oldukça yaratıcı bir kişiliğe sahipti Hasan M. Osman ama geçim gailesinden, uğradığı haksızlıklarla mücadele etmekten ne yazık ki bu yeteneğini çok kısıtlı şekilde ortaya koyabilmiştir. Hele 1964 Mart’ında ( Baf çarpışmaları )kolunu ve gözünü kaybettikten sonra hayatını çok zor koşullarda geçirmek durumunda kalmıştı. Kolunu ve gözünü kaybettiğine üzüldüğü yetmiyormuş gibi bir de haksızlığa uğramanın isyanlarını yaşatmışlardı ona. Baf’ın o zamanki yetkilileri!.. İleri gelenleri!.. ilgili merkezlere onu “Malul” diye kaydettirmişlerdi. Oysa o yıllarca TMT de görev yapmış, ve bir havan mermisiyle uzuvlarını kaybetmiş bir vatansever, bir malul GAZİ idi. Onun kolunu, gözünü kaybetmesi bir şanssızlıktı ama böyle bir muameleye maruz kalması büyük bir haksızlıktı. Hele mevziye gitmeyip yatak altında saklanırken korkudan ödü patlayıp ölenlere “şehit” parmağından yaralananlara “ malul gazi” ve casusluk yapanlara da “kahraman” payeleri verilirken babamın “malul gazi” liğini teslim etmemek haksızlıktan da öte tam bir kepazelikti. Babam buna çok üzülmüş, çok içerlemiş ve onur meselesi yapmıştı. Düzeltmek için çok uğraştı ama olmadı. Çünkü iş, “ bir deli kuyuya bir taş atmış, yüz akıllı çıkaramamış” hikâyesine dönmüştü. Yapılan hata kabul edilmiş ama basiretsizlik yüzünde taş kuyudan çıkarılamamıştı.
( haftaya devam edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.