( 3. BÖLÜM )
Tarihin her döneminde kayırılan ve haksızlığa uğrayan insanlar olmuştur. Bazılarının kısıtlı yetenekleri abartılıp baş tacı edilirken ve bütün olanaklar onlar için seferber edilirken gerçek yeteneklere sahip olanlar da, hak etmeden şımartılan bu insanların iş bilmezliklerinin, yetenek yoksunluklarının ve komplekslerinin yarattığı çileleri çekmek zorunda kalıyorlar. Bu yetmezmiş gibi yapmak istedikleri de bu hazımsız insanlar tarafından engellerle karşılanıyor. Bu ülkede arpa boyu yol kat etmeyişimizin en büyük sebeplerinden biri de bu değil midir?
Babam da ne yazık ki bu ikinci guruba dahil. Özünde barındırdığı yeteneklere rağmen o da şanssızlıklar yaşamış; sayısız haksızlığa uğramıştır. Yine de ölümünün üstünden 4l yıl geçmesine rağmen onun sözleri ve fıkraları ağızdan ağza dolaşıyorsa; hele de bunlar genç kuşaklara da aktarılmışsa o, bu dünyaya ve Kıbrıs kültürüne bir şeyler bırakmış demektir.
İnsanoğlu tuhaf bir yaratık… Olaylar karşısındaki tepkileri farklı farklı. Bazen iyi bir şey yapıyorsun takdir edileceğine tepkiyle karşılanıyorsun. Kötü bir eylemde de hoşnutsuzluk yerine tebrik alıyorsun. Herkesin nabzına göre şerbet vermek çok zor. Mütevazi oluyorsun “enayi” deyip arkandan konuşuyorlar. Lüks takılıyorsun “yeyici” diyorlar. Bunun ölçüsü ne ki bir türlü kıvamını tutturamıyoruz? Aşk olsun ikisinin arasını bulup dengeyi kurabilene…
Rahmetli babamın da zamanının en iyi okullarını bitirdiği halde memur olmak yerine babadan kalma bahçesinde kimseye minnet etmeden, boyun eğmeden elleri nasır tutarak çalışmasını ve altı evlât yetiştirmesini her gün biraz daha takdir ediyorum. Belki çok zor bir hayatı oldu ama dilediği gibi, özgürce sürdürdü hayatını. Kimseden emir almadı. Düzen denilen unsurun parçası olmadan ve sözünü esirgemeden yaşadı.
Hasan Molla Osman, 1964 Mart’ında bir havan mermisiyle kolunu ve gözünü kaybettikten sonra eski neşesini kaybetmişti ama yine de nüktelerine, düşündüren deyişlerine, şiirlerine ve taşlamalarına devam etmişti. Çatışmalar sinsi sinsi devam etse de ateşkesten sonra hayat şartlarımız da değişmişti. Artık sınırdaki evimize dönememiştik. Uzun süre ilkokul binasında barındırıldıktan sonra mücahitlere kerpiç kestirilerek yapılan sosyal konut niteliğindeki tek odalı evciklere yerleştirildik. Oysa tüm göçmenler bir gün evlerimize döneceğimizi umuyorduk. Ne yazık ki olmadı. 1974 e kadar o tek odalı göçmen evlerinde yaşadık.
Hayat, Baf’ın Türk mahallesinde küçük bir bölge olan “Mutallo” da devam ediyordu artık. Mahrumiyetlerimiz çoktu ama o günler her şeye rağmen mücadele, dayanışma ve dostluk duygularının; sevginin doruğa çıktığı günlerdi. Ayni kaderi paylaşan yüreklerin ayni gaye ile atmasının pekiştirdiği paylaşım duygusu ve belki de bugün Baf’lıların nerede olurlarsa olsunlar birbirlerini adeta nefeslerinden tanımalarının tarihçesi belki de o sıkıntılı günlerdi.
Babam yeni durumunu kabullenmişti kabullenmesine de, zaman zaman dalıp gidiyor, mahzunlaşıyordu. Gençliğinde çok yakışıklı ve fiziken her zaman güçlü yapıya sahip bir koca çınarın bu duruma alışması tabii ki kolay değildi. İçinde bulunduğu ruh halini bazen kendine ait olan şu dizelerle anlatırdı.
“ Yaşarken bir zamanlar ben kedd-ü yeminimle
Düşer kalkar, gülüp oynar iken ihvam-ı girinimle
Bugün dünyayı doldurmaktayım ah-ü vahinimle
Ne müşküldür mazurluk ey Müslümanlar
Bu halimden alın bari siz ibret
Tesevvül ihtiyar ettim bakın şu hal-i piriye
Galır zanneyleyip insanda düm guvvet, gudret
Gazandıkça yedim istikbalime etmedim gayret
Düşer miydim ben bu hale olmasam pir ve amâ
Teaventle tenasür emreder düşkünlere Mevlâ.”
( devam edecek...)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.