Geçen hafta yazmaya başladığım bu yazı dizisinde Kıbrıs Türklerinde Mizahın öneminden ve yakın geçmişimizde yaşamış, kültürümüze mal olmuş simalardan bahsetmiştim. Aslında bu konuyu yazma dürtümün nedeni; içinde yaşadığımız coğrafyada uzun zamandır süregelen düzensizlikler, haksızlıklar, yönetim beceriksizliği ve çıkar düşkünlüğü yüzünden topluma yaşatılanlardı ki bu durum da gayrı ihtiyari bana geçmişte de bu boyutta olmasa bile benzerlerinin yaşandığını ve o zamanlarda bu haksızlıklara korkusuzca karşı çıkabilen, sözünü esirgemeyen insanları hatırlattı. Bunlardan biri de yakın geçmişimizde yaşamış olan babam, Hasan Molla Osman’dır.
Kıbrıs Türk halkı olarak bugünü yorumlamak için dünü de bilmek gerekir ki adım adım nasıl bu hale geldiğimizi anlayalım.
Bugün dünyanın her tarafını; doğu, batı ayırt etmeden; her yönü saran ve günlük yaşamı korku, panik ve endişeye bulayan salgından mı, insanların sosyal ve ekonomik yönden çöküşünden mi yoksa bu küçücük adada 1974 ten beri ardı arkası kesilmeyen; talanı, peşkeşi, haksız kazancı kendilerine prensip edinen, belki çok azını bunun dışında tutacağımız gelmiş geçmiş siyasilerin usulsüzlüklerden, hakkı hukuku hiçe sayan marifetlerinden mi?.. Tabii onlara siyasi demek mümkünse eğer.. Sanırım bu pek de mümkün değil çünkü halk tarafından seçilmiş bir siyasetçinin, devlet işlerini milletin yararına düzenleyip yürütmekle mükellef olması gerekirken bizimkiler tam aksine yetkilerini halk için değil, kendi çıkarları için kullanmaktadırlar. İktidar koltuklarında oturan bu zatların her şeyden önce davranışlarıyla, uygulamalarıyla örnek olmaları gerekirken onlar her seferinde halkı güvensizliğe, belirsizliğe, mutsuzluğa sürüklemekten kaçınmıyorlar. Pişkinlikleriyle neredeyse övünüp, aldıkları tepkilerden hicap bile duymuyorlar. Hele son aylarda ve günlerde yaşadıklarımız aklın alabileceğinden çok daha ağır, çok daha garip.. Saymakla bitmeyen; toplumu içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan daha da ileriye taşıyıp yoksulluk sınırına vardıran bir gerçekliğe rağmen imzalanan protokolde bunun dikkate alınmaması ve sorumsuca, sırf koltuklarda oturmak uğruna kendi insanına ihanet etmesi, bu son yönetimin siyaseti ne kadar pespayeliğe, onursuzluğa buladığının göstergesidir. Bunun en bariz örneği de öyle bir zamanda sanki her şeyimiz tamam da bir sarayımız eksikmiş gibi bencilce verilen, onaylanan ve saraya oturacak olan kişi tarafından memnuniyetle kabul edilen protokol kararıdır.
En azından eskiden siyasiler bir seçimle belirleniyordu, şimdi o da kalktı, toplumun kabul edemeyeceği atamalar başladı. Hem de başka güçlerin kararıyla, emri vakilerle.. Halkın iradesi hiçe sayılarak..Neden mi? Bunu anlamak için müneccim olmak gerekmiyor sanırım.
Amaaan!… Yine giriştim ayni konulara. Yazdıkça daha da geriliyorum. En iyisi fazla uzatmadan, bugünü bırakıp söz verdiğim gibi geçmişe ve rahmetli Hasan Molla Osman’a dönmek; onun hayat serüveni ve mizahi ürünleriyle biraz soluklanmak..
******
Baf kasabasında doğan ve hayatının hemen hemen tamamını orada geçiren; 1974 te yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldıktan sonra Güzelyurt’ a yerleşen ve orada ancak dokuz ay yaşayabildikten sonra 1975 Aralığında vefat eden Hasan Molla Osman, ince ve kıvrak zekâsını hazırcevaplığı ve nüktedanlığıyla birleştiren, en üst yetkilileri bile çekinmeden, korkmadan eleştiren, dobra dobra konuşması ve açık sözlülüğü ile kendisinden söz ettiren ve bugün bile hatırlanan bir şahsiyettir. Ölümünden sonra, Kıbrıs Türk Milli Arşivi Ve Araştırma Merkezi geniş araştırmalar yaparak ona ait bulguları kayıtlara işlemiş ve o yıllarda arşiv müdürü olan Sn. Mustafa Haşim Altan tarafından da ailesine şu yazı ile bildirmiştir.
“ Baf’ın yakından tanıdığı, şiirleriyle, nükteleriyle, deyişleriyle ün kazanarak halkın dilinde ve hatırasında yer verdiği; yaşam dünyasında örnek bir insan olarak nitelediği, babanız merhum, Mâlul Gazi HASAN MOLLA OSMAN’ a ait bulgularımız; özellikle Kıbrıs Türk Folkloruna kazandırılmak ve ilgili araştırmacılara sunulmak üzere Dış. Gnl. No:586 tahtında Milli Arşiv kayıtlarına işlenmiş bulunmaktadır.”
Yıllardan sonra bile onun fıkraları, şiirleri, nükteleri dillerde dolaşmaya devam etmiş ve araştırmacıların merakını çekmiştir. Değerli tarihçi, araştırmacı yazar, KAÜ Siyasal Bilimler Fakültesi dekanı Prof Dr. Ulvi Keser de gerek milli arşivden, gerek benim yazdığım anı kitabından gerekse yaptığı diğer araştırmalardan derlediği bilgilerle uzun bir yazı ile kaleme almış, Kıbrıs Türk mizahını ve rahmetli babam Hasan Molla Osman’ı usta kalemiyle tanıtmıştır.
*****
Hasan Molla Osman 1903 yılında Baf kasabasının köklü ailelerinden biri olan Molla Osman’ın en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası sayılı hocalardan biri; ayrıca bir şifacıydı. Doktorların bile çare bulamadığı bazı hastalıkları iyileştirmesi ile Baf ve çevresinde ün yapmış biriydi. Annesi Nesime Hanım, Baf köylerinden biri olan Galatarga’lı Havali Kadının kızıdır. Havali kadın, namı dillere adeta destan olmuş kahraman bir kadındı. Tahsildar olan kocasını pusu kurarak sebepsizce öldüren ve onu tek kızı olan Nesime’yle yalnız kalmaya mahkûm eden bir rumu, herkesin gözü önünde vurmuş; mahkemeye de atı ve silahıyla gitmiş ve haklı bulunmuştur.
Dört ablası ve bir abisi ile birlikte 5 kardeştiler. Kardeşleri ile arasında büyük yaş farkı olduğundan dolayı Hasan fazla şımartılmış, haşarı bir çocuktu. Daha ilkokul çağlarında hocaları tarafından çok zeki bir çocuk olarak nitelendirilmiş ve evde olduğu gibi haşarılıkları, muziplikleri ve – hani derler ya- “sözüne söz arşınına bez” tarzı tavırları ile hocalarını ve arkadaşlarını zaman zaman içinden çıkılması zor durumlara sokmuş, onları kızdırmıştır. Buna rağmen onlar tarafından çok sevilmiş; çocukluk arkadaşlarıyla ömrünün sonuna kadar dost kalmıştır. Hazırcevaplığı ile hocalarını kızdıran ama için için de takdir edilen bir öğrenciydi. Onun hazırcevaplığı ile ilgili öyle çok anlatılanlar var ki bunlardan bir tanesini paylaşmadan geçemeyeceğim.
İlkokul öğretmeni olan Hoca Mustafa Efendi bir gün derste “Ağızdan çıkan hiçbir sözcük yoktur ki yazılamasın” demiş. Hasan hemen parmak kaldırmış ve “vardır hocam” demiş. Hoca kızarak “söyle bakalım neymiş?” demiş. Hasan, “Hocam köpeği çağırırken “aççu aççu” deriz, Aççuyu yazabiliriz de devamını nasıl yazarız?” demiş ve hocayı yine çıkmaza sokmuş. Mustafa efendi kızmış ama içinden de Hasana hak vermiş.( Kıbrıs’ta köpek farklı şekilde çağırılır) Demek ki ağızdan çıkan her söz yazılamıyormuş. Mesela ıslık sesi de yazılamıyor.
Rüştü ve idadiden ( ilk ve orta eğitim) sonra, 0 zamanın zor koşullarında medrese ( yüksek okul) tahsilini de tamamlamış; Baf’ın, hatta Kıbrısın sayılı insanlarından biri olan Hasan M. Osman henüz daha 19 yaşındayken babasını kaybetmiş ve ailesinin tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştır. O zamanlar kendisine teklif edilen memuriyetleri, “Ben kimsenin idaresine girmem, kimseye de emir vermem” savunmasıyla reddetmiş ve babadan kalan bahçelerinde özgürce çalışmayı, doğayla, toprakla hasır neşir olmayı ve ekmeğini taştan çıkarmayı yeğlemiştir.
Babamda olağanüstü bir hiciv, nükte ve taşlama yeteneği vardı. Yaşadığı zamana göre kültür birikimi fazla olan ender insanlardandı. Öyle sözler söyler, öyle nükteler yapardı ki altındaki manayı bulmak için saatlerce düşünmek gerekirdi. Zamanı ve olanağı olsaydı herhalde bugüne cilt cilt kitaplar bırakırdı. Oldukça yaratıcı bir kişiliğe sahipti Hasan M. Osman ama geçim gailesinden, uğradığı haksızlıklarla mücadele etmekten ne yazık ki bu yeteneğini çok kısıtlı şekilde ortaya koyabilmiştir. Hele 1964 Mart’ında ( Baf çarpışmaları )kolunu ve gözünü kaybettikten sonra hayatını çok zor koşullarda geçirmek durumunda kalmıştı. Kolunu ve gözünü kaybettiğine üzüldüğü yetmiyormuş gibi bir de haksızlığa uğramanın isyanlarını yaşatmışlardı ona. Baf’ın o zamanki yetkilileri!.. İleri gelenleri!.. ilgili merkezlere onu “Malul” diye kaydettirmişlerdi. Oysa o yıllarca TMT de görev yapmış, ve bir havan mermisiyle uzuvlarını kaybetmiş bir vatansever, bir malul gazi idi. Onun kolunu, gözünü kaybetmesi bir şanssızlıktı ama böyle bir muameleye maruz kalması büyük bir haksızlıktı. Hele mevziye gitmeyip yatak altında saklanırken korkudan ödü patlayıp ölenlere “şehit” parmağından yaralananlara “ malul gazi” ve casusluk yapanlara da “kahraman” payeleri verilirken babamın “malul gazi” liğini teslim etmemek haksızlıktan da öte tam bir kepazelikti. Babam buna çok üzülmüş, çok içerlemiş ve onur meselesi yapmıştı. Düzeltmek için çok uğraştı ama olmadı. Çünkü iş, “ bir deli kuyuya bir taş atmış, yüz akıllı çıkaramamış” hikâyesine dönmüştü. Yapılan hata kabul edilmiş ama basiretsizlik yüzünden taş kuyudan çıkarılamamıştı.
( haftaya devam edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.