Kıbrıs meselesi denen garagözlüğün neresinin gerçek neresinin yalan olduğunu anlamak mümkün değil…
Kıbrıs Cumhuriyeti diye tanınan ve tüm Kıbrıslıların resmi hükümeti konumunda bulunan Rum tarafı KKTC’yi tanımıyor(muş)!
Peki, KKTC’yi tanımayan Rum tarafı, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin şu anki tek temsilcisi, KKTC’nin verdiği dandik kimlik kartlarını tanıyor mu?
Bal gibi de tanıyor, sınırlardan geçerken Kıbrıs Cumhuriyeti memurları bu kimlik kartlarıyla muhaceret işlemi yapıyor.
Rum mahkemeleri KKTC’de verilen doğum belgeleriyle işlem yapıyor mu!
Bal gibi de yapıyor!
Hem Kıbrıs Cumhuriyeti hem de KKTC vatandaşı olan Kıbrıslı Türkler bir başka ülkeden Kıbrıs’a giriş yapıyormuş gibi işleme tabi tutuluyor mu?
Bal gibi de tutuluyor!
Genel olarak Kıbrıs Cumhuriyeti makamları KKTC kimliği taşıyan Kıbrıslı Türklere yabancı muamelesi yapıyor mu?
Bal gibi de yapıyor!
İki taraf birbiriyle ticaret yapıyor mu?
Bal gibi de yapıyor!
Peki, bir ülke, tanımadığı bir ülkenin vatandaşına l muhaceret ve sair işlemleri o tanımadığı ülkenin verdiği belgelerle nasıl yapar?
Eee, yapar işte! Bal gibi de yapar!
Türkiye KKTC’yi tanıyor mu?
Sözde tanıyor!
Rum tarafı KKTC’yi tanıyor mu?
Sözde tanımıyor!
Amma ve lakin, KKTC’nin verdiği hiçbir belge Türkiye makamları tarafından tanınmaz, bir tek uydurma kimliği muhaceret işlemlerinde işe yarar, o kadar!
Yine amma ve lakin diyeceğim, KKTC devletinin veya bazı sivil toplum örgütlerinin verdiği birçok belge, özellikle de kimlik bilgilerini içeren belgeler, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından tanınıyor ve işleme de konuyor!
Bu durumda nasıl oluyor da Türkiye KKTC’yi tanıyormuş, ama Kıbrıs Cumhuriyeti tanımıyormuş!!!
Tam bir garagözlük düzeni!
Bizim millet de, özellikle de hayatını siyasetin içinde geçirmiş muhterem dostlarım da dahil, tutturdular Rum KKTC’yi tanımaz, haklarımızı gasbeder, falan filan…
Yahu kardeşim, Rum tarafına yabancı bir ülkeye girer gibi giriyorsun işte!
Rum tarafı da seni içeriye yabancı birini alıyormuş gibi alıyor!
Daha ne, seni tanıması için neyin eksik kaldı!
İşlem tamam işte…
Gelelim çözüm meselesine…
Yukarda açıkladığım gerçeği bugün Kıbrıs Türkü adına görüşmeleri yürüten Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da tuttuğu pozisyon gereği vurgulayacak iradesi veya cesareti var mı, Rum tarafına “Yeter artık, durum budur, kısa kesin de bu iş hemen bitsin, ya da herkes kendi yoluna gitsin, bir daha maskaralıklarla uğraşmaya ne benim ne de Kıbrıslı Türklerin niyeti var” diyebilir mi, çok merak ediyorum!
Sn. Akıncı bu gerçeği ister vurgulasın, isterse vurgulamasın, bu şartlarda “çözüm” meselesi zaten çoktan “çözülmüştür”…
Geriye kalan tek şey, Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını biraz tadil etmekten ve bunu bir anlaşma ile sabitlemekten ibarettir…
Olası bir referendum ve sonrasında gelecek bir anlaşma ile yeni bir devlet kurulacak değildir, bunu da kimse kimseye yutturmaya kalkmasın!
Yeni bir devlet demek, bir ortaklık devleti olsa bile, yeni baştan Birleşmiş Milletlere başvuru demektir, yeni baştan tüm devlet kuruluş aşamalarının geçirilmesi demektir…
Dolayısıyla da bir ton baş belası demektir…
Baştaki bela şu anda yeterlidir, kimsenin yeni derde ihtiyacı yoktur.
Bir anlaşma ile mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucularına, yani Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlara tanıdığı yasal haklar yeniden şekillenecektir, tadil edilecektir, ama ana gövde olduğu gibi kalacaktır.
Bunun olması için de 50 yıl boşa kürek çekilmiştir, Sn. Akıncı göreve geldikten ve sonrasında masada geçen 18 ayda da boşa kürek çekilmiştir!
Kimse kimseye hikaye okumasın…
Öyle konuşuldu, öyle anlaşıldı, böyle anlaşıldı, şöyle anlaşılmadı, falan filan hikayedir!
Önemli olan neticedir!
Netice var mı?
Yok!
Başarı var mı?
Yok!
Bol bol lafgüzarlık var mı?
Çok!
Elli senedir süren bu maskaralığı bitirmek için iki saat yeter de artar bile!
Koskoca Balkan savaşı, ki 3 senede 350 bin insanın canına mal oldu ve eski Batı ile Doğu bloku süper güçlerini karşı karşıya getirdi, 8 saatte çözüldü, şimdi de o süreç tıkır tıkır işlemektedir…
50 senedir görüşülen kıçı kırık Kıbrıs meselesi mi çözülemeyecek 2 saatte…
Bal gibi de çözülür…
Ama önce “çözülmesi” gereken, bağlı oldukları “güdüm faktörlerinden” kopması gereken iki toplumun görüşmeci pozisyonundaki liderleridir…
İsterlerse bu meseleyi bitirmeleri için iki saat bile çok!
Yürecikleri “çözüm ve anlaşma” için irade ortaya koymayı yemezse, birbirlerini karşılıklı suçlamaya, birbirlerini masada tutmak yerine kaçmak için bahane üretmeye devam ederlerse, işin zoruna değil, kolayına kaçarlarsa, değil iki saatte, iki yüz senede bile bu sorun çözülmez…
Gerisi komediden ibarettir ve bu sahnedeki komedyenlerin hepsi de gönüllü değil, güdümlü ve maaşlı komedyendir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.