TC Dışişleri bakanı Sn. Mevlüt Çavuşoğlu Kıbrıs’a gelmiş.
Gelsin.
Ada halkı konuk severdir, ağırlamayı sever ve saygıda kusur etmez.
Yeter ki gelen kişi, konuk olduğunu unutmasın.
Ev sahibini aşağılayıp, yok saymasın.
Ama ne yazık ki, adaya gelen konuklardan bir çoğu bu ada yarısının ve içinde yaşayan halkın sahibi gibi davranıyor.
Dolayısıyla da tepki alması kaçınılmaz oluyor.
Ada halkı tepki gösterince de “Türkiye düşmanı” ya da “nankör” oluyor.
Düşünün, bir konuk gelip, ülkesinde barış, çözüm ve insanca yaşam koşulları isteyenlere “hain” diyor, kendi ülkesinin kültürünü yaşatmak isteyip, kendi iradeleriyle yönetilmek isteyenlere “nankör” diyor.
Böyle bir aşağılanmanın karşısında ne yapılmalı?
Teşekkür edip, şükranlar mı çekilmeli?
Aynı konuğa kendi ülkesinde bu cümleler kurulsa ne tepki gösterirdi acaba?
Ama tabi ki, söyleyene değil söyletene bakmalı.
Sn. Çavuşoğlu, Mağusa’ya konsolosluk açılacağını söylüyor.
Hem de “açılabilir” değil, kesin kararı bildiriyor, bizim bazı siyasilerimizin ve habercilerimizin bazıları sosyal medyada,
“Bunun neresi yanlış? TC Lefkoşa Büyükelçiliğinde aşırı yığılma oluyor, vatandaş rahatlayacak, rahat hizmet alacak. Buna karşı çıkanları anlamıyorum” diye paylaşımlar yapıyor.
Bu kişilerin olayı anlamadığı kesin.
Çünkü yanlış zaten yorumlarında saklı.
Bir ülkede bu kadar çok yabancının yığılması doğru mu yani?
Evet TC Büyükelçiliğinde yığılma var.
Çünkü adanın nüfusunun % 80 i TC kökenli göçmen ve geriye kalan nüfusun hatırı sayılır bir bölümü de TC vatandaşı olmuş Kıbrıslı.
Yığılmanın bir diğer sebebi de KKTC’nin tanınmamış olmasından kaynaklı işlemler.
Çocuklarımız yurt dışında okumaya gidecek olsa bile bu elçilikten geçip işlem yaptırmak zorunda.
Peki bu normal mi?
Bu tanınmamışlığın yarattığı mağduriyet daha ne kadar sürecek?
Kıbrıs’ta yaşayan gençler dünya ile buluşmak için daha ne kadar TC’nin onayına ihtiyaç duyacak?
Bu mahrumiyetten kurtulmak isteyen gençlerin “Hain” ilan edilmesi doğru mu?
Bu bile TC yetkililerinin kendilerini Kıbrıs’ın kuzeyinin sahibi gibi gördüklerinin kanıtı değil mi?
Şimdi aşağılan halk da bu duruma tepki gösterirse bunun neresi “Türkiye düşmanlığı”?
Bir ülke yetkilileri başka ülkenin siyasetine el koymuşsa ve iç siyasetteki kararları alma yetkisini bile kendilerinde görüyorsa,
Okul açıp yönetimini kendileri yapıyorsa,
Halkın inancını dizayn etmeye çalışıyorsa,
Ekonomisini ve nüfus yapısını kendisi belirleyip, kimin işe alınıp kimin alınmayacağına bile kendisi karar veriyorsa, bu durum ne ile adlandırılmalı?
Bu siyasi bir işgal değil midir?
İşgal desem içim yanar, demesem vicdanım kanar.
Ama ne yazık ki bu Türkiye Hükümetinin yaptığı siyasi bir işgal.
Üzülüyorum.
Üzülmeden öte kızıyorum.
Hem işgale maruz kalan doyduğum yer adına kızgın ve üzgünüm hem de bu durumun doğduğum yere mal edilmesi adına üzgünüm.
Oysa siyaseten uygulanan bu işgal “Türkiye” diye adlandırılıp, Türkiye top yekun işgalci ilan edilmemeli ve bu duruma gösterilen tepki de “Türkiye düşmanlığı” diye adlandırılmamalı.
Çünkü bu gün, ekonomisinden, hukukuna, insan haklarından eğitimine kadar her konuda Türkiye halkı da bir siyasal işgal altındadır.
O yüzden Türkiye halkı, Kıbrıslıların isyanını ve tepkisini anlamalı, Kıbrıs halkı da Türkiye halkını hassasiyetini dikkate alıp suçluları direkt işaret etmeli.
Ama olmaz de mi?
Bu durum siyasilerin işine gelmez.
Bir taraftan bu siyasi işgal devam etmeli, diğer yandan, tepki gösteren Kıbrıslılar milliyetçilik üzerinden, halkın hassasiyetleri üzerinden Türkiye halkına şikayet edilmeli.
Çünkü amaç belli!!!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.