Kıbrıs sorununda yine "kritik" bir sürecin içindeyiz.
Kritik sözcüğü Kıbrıs sorununda o kadar olağan bir ifade haline geldi ki gazeteler bile "bu sefer gerçekten kritik" gibi bir ifade kullanmak zorunda kalıyorlar.
İşin trajikomik tarafı bir yana müzakerelerin nasıl sonuçlanacağı belli olmasa da sürecin ciddi bir aşamaya geldiği kamuoyuyla paylaşılan sınırlı bilgilerden anlaşılıyor.
Sınırlı bilgi çünkü müzakere sürecinin çok da şeffaf sürdüğünü söylemek mümkün değil.
O kadar ki; müzakere masasının atmosferi, müzakerecilerin dolaylı açıklamaları sonrası kısmen anlaşılıyor.
Örneğin, New York'tan bir anlaşmaya yönelik memnun ayrıldığını söyleyen Akıncı, Kıbrıs'a dönünce verdiği röportajda Türkiye'den "sığınacak liman" diye bahsedebiliyor.
Akıncı'yı müzakereci olarak masaya taşıyan irade çok açıktır ki Kıbrıs'ta bölünmüşlüğe son verecek bir barış istencidir.
Ancak buna rağmen müzakerelerin büyük oranda kapalı bir şekilde sürmesi ve masadaki tarafların dönem dönem kendilerini seçen iradeye aykırı bir şekilde ayrılıkçı söylemlerde bulunmaları müzakerelerin sıkıntılı boyutlarından biridir.
Bu söylemler müzakere sürecindeki motivasyonun sadece barış istenci olmadığının da göstergesidir.
Masada BM yetkililerinin yanında sadece Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen heyetleri oturuyor görünse de gerçeğin bu olmadığının herkes farkındadır.
Müzakereler, masada oturmayan fakat etkisini her şekilde gösteren egemenler tarafından da şekillenmektedir.
Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve tabi ki ABD o masadadır ve etkileri de konumlarına göre farklı boyutlardadır.
Dolayısıyla süren müzakerelerde ve müzakereler sonucu olası bir anlaşmada belirleyicilikleri de maalesef olacaktır.
Bu belirleyici gücü ise ada üstündeki ekonomik, siyasi ve askeri konumlarından alıyorlar.
Bu acı gerçek bizi, müzakerelerin farklı boyutları hakkında da düşünmek zorunda bırakıyor.
Mevcut durumda, Kıbrıs halklarının sürece katılımı yok denecek kadar azdır ve olası bir anlaşma durumda halkın önüne evet ve hayır seçenekleriyle konacak plan büyük oranda egemenlerin çıkarlarına sorun yaratmadan şekillenecektir.
Egemenler arası bir konsensüs sağlanamadığı durumlarda da B planları gayet olasıdır.
Hatta adadaki müzakerecilerin dönem dönem ayrılıkçı söylemlere başvurmaları bu B planları dahilinde okunabilir.
Hem AKP’yi hem ABD’yi hem de Kıbrıs’ta gücü bulunan diğer egemen kesimleri tatmin edecek bir anlaşma şüphesiz Kıbrıs halklarını tam olarak tatmin etmez.
Çünkü çıkar farklılıkları buna izin vermez.
Ancak buna rağmen iki halk arasındaki fiziki bölünmüşlüğü ortadan kaldıracak ve halkların gündelik yaşamlarının yakınlaşmasına imkan yaratacak bir anlaşma şüphesiz ki mevcut durumdan daha ileri bir durumdur.
Dolayısıyla müzakere sürecine soldan bir bakış, süreci tüm boyutlarıyla değerlendirmek zorundadır.
Artıların ve eksilerin farkında olarak sürece yaklaşmak bize daha doğru bir politik zeminde yürüme imkanı sağlar.
Bu doğru da şudur ki, salt müzakereler sonrası bir anlaşma toz pembe bir Kıbrıs yaratamaz, sadece daha güzel bir Kıbrıs için imkanlar sağlayabilir.
Neden?
Çünkü mevcut masada Kıbrıs halklarının çıkarları dışında çok fazla etken vardır ve bu çıkar farklılıkları müzakereleri kalıcı bir bölünme gibi farklı şekillerde de sonuçlandırabilir.
Bundan ötürü Kıbrıs’ta barış ve halkların kardeşliği mücadelesi verenlerin sadece süren müzakerelere endeksli bir politika yürütmesi sol siyaset anlamında eksiktir.
Biz ne müzakerelerin ve müzakere sonrası olası bir anlaşmanın karşısında duruyor ne de barış istencimizi müzakere masasının olası sonuçlarıyla sınırlıyoruz.
Bu anlayış, görüşmeler sonlansa da barış için mücadeleyi sürdürecek bir anlayıştır.
Çünkü bizim için sığınacak tek liman birleşik ve halkları kardeş bir Kıbrıs’tır.
Böyle bir Kıbrıs’ta ancak Kıbrıs halklarının eseri olabilir.
Mevcut bölünmüşlük halinde de, bir anlaşma sonrası durumda da tek gerçek budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.