Kıbrıs adası ilk tarihlerden itibaren bir çok medeniyete ,
istilaya,
yağma,
talana,
vekalet savaşlarına ,
korsanların sığınma limanına da ev sahipliği yapmış bir coğrafyanın bütünüdür.
Bu coğrafyada Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürmeye başladığı tarih 1571′ dir.
1571 Yılından 1878 yılına kadar bu toprakları yöneten Osmanlı İdaresi , 1878 yılında baş gösteren Osmanlı – Rus savaşı dolayısı ile o dönemde çok zorda olan Osmanlı İdaresinin başında bulunan, KAHRAMAN ABDÜLHAMİT HAN, İngiltere’ye Ruslara karşı hamilik görevi karşılığında bu yaşadığımız coğrafya olan KIBRIS ADASINI yıllık olmak üzere , 92.799. STERLİN karşılığı kiralamıştır.
Bu kiralama 1914 yılında Almanya devleti yanında ( Kaldığı kadarıyla ) savaşa giren Osmanlı İdaresinin bu tutumuna karşılık İNGİLTERE adayı tek taraflı ilhak edivermiştir.
Bu coğrafyada yaşayan bir avuç KIBRIS TÜRKÜ ise yıllar yılı sürecek KADERİNE TERK EDİLME ile karşı , karşıya kalacakları bir dönemin başlangıcına yol alacakları bir süreç olacaktır.
24 Temmuz 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının çizilmiş olduğu ( MİSAKI – MİLLİ ) ve yedi düvele karşı girişilmiş mücadele sonucunda imzalanmış olan Lozan Barış Antlaşmasının 21 maddesine istinaden , Kıbrıs Adası tamamen İngiliz Yönetimine bırakılmıştır.
Bu yalnızlık ,
bu terk ediliş ,
bu kahredici zorunlu ayrılık ,
Komşumuz olan Rumların rahat durmaması ve adanın bütününe sahip olma iştahlarının nüksetmesi nedeniyle önce İngiliz yönetimi ile daha sonra biz Kıbrıs Türklerine yönelik çeşitli saldırı, yıldırma, bezdirme, adadan kaçırma girişimleri de dahil saldırgan tutumlarından bıkan ve adada mevcut bulunan iki adet ,
İngiliz Üsleri’nin ( AĞRATUR ve DİKELYA ) ,
tehlikeye girdiğini gören mevcut koloni idaresinin desteği ve girişimleri ile 16 Ağustos 1960 yılında kurulacak olan KIBRIS CUMHURİYETİ ve bu Cumhuriyetin sigortası olacak olarak değerlendirilen,
TÜRKİYE ile YUNANİSTAN,
bu sürece dahil edilerek ,İngilizler için kalıcı Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler içinse yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
1960- 1963 Yılları arasında üç yıl ancak sürebilen,
zoraki nikah sonucunda gerçekleştirilmiş EVLİLİK çatırdamış eşlerden biri evi terk etmek zorunda kalmıştır.
VE,
21 Aralık 1963 akşamı başlayan saldırılar sonucunda, Türkler varlıklarını koruma ve bu adada var olma mücadelesine girişmişlerdir.
Bu ada üstünde çıkarları olan egemen güçlerin araya girmesi ile kopmuş olan diyaloğ ve görüşmeler 1968 yılında BEYRUT’ta başlar ,
Denktaş ,
Talat ,
Eroğlu
Ve günümüze değin,
Akıncı ile devam eder.
Değerli okurlarım ,
Yukarıda bir kısmını irdelediğimiz adamızın tarihçesine baktığımızda olumlu ve olumsuz bir çok hadisenin yaşandığını rahatlıkla görebilmekteyiz.
15 Kasım 1983 yılında kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası platformlarda tanınması ve tanıtılması için bu gün olmuş ( 36 yıl ) en büyük devletçi , milliyetçi ve sözüm onlara ,
GANİMETÇİ’ lerden hala ne ses ne soluk duyanınız var mı ?
Dışarıda hal böyle iken : İÇERİDE ,
Denktaş döneminde önü alınamayan toplumdaki,
erozyon ,
kamplaşma ,
farklılaştırma,
bireyci davranışlar,
siyasal hasım yarattırılmalar,
ekonomik açmazlar ile birleştiğinde koskoca bir belirsizlik tüm toplum bireylerinin,
( Bir kaç aristokrat aile hariç ),
Yüzüne ne kadar şiddetli çarptığı hissedilebilmektedir kanaatindeyim.
Yıllar boyunca kapalı bir toplum olmanın avantajını kullanan,
KASABA POLİTİKACILARI’mız,
Türkiye Cumhuriyeti’nin çoğu kez iyi niyetini alabildiğine , İSTİSMAR etmekten de hiç ama hiç çekinmediler.
Küçücük coğrafyamızda Türkiye’nin parası ve Rumların bıraktığı ganimet üzerine azınlık bir burjuvazi yarattılar .
Kısacası ,
Yıllardır şu veya bu şekilde özellikle de uluslararası platformlarda hep geriye götürülmüş olan Kıbrıs Konusu ve buna bağlı olarak bizlerin hak ve menfaatlerinin,
nesilden , nesile aktarılarak sürdürülmesi için bağımsız ve özgürce bir yaşam vazgeçilmez bir gereklilik haline gelmiştir.
Tamda bu safhada,
Mevcut Cumhurbaşkanımız sayın Mustafa Akıncı, yaklaşık dört yıldır geriye götürülmüş olan Kıbrıs davamızı,
Tüm Diyaloğ ve Diplomasi olanaklarını kullanarak kadrosu ile önemli kazanımlar sağlamış görünmektedir.
Bu süreçler içerisinde geriye gidişe izin vermemesi kanaatimce alkışlanan bir tutum olmuştur.
Sayın Akıncı’nın,
Dört yıllık görev süresi boyunca ,
Kucaklayıcı tutum ve davranışları bazı kişi ve zümreleri rahatsız etmişe benzemektedir.
O yüzden olsa ki sayın Akıncı’ya saldırarak gündemde kalmayı yeğlemeleri ,Kıbrıs Türk Halkının ekseri çoğunluğu nezdinde kabul görmesi mümkün olmayan bir ÜTOPİK durumdan öteye geçer mi ?
Ne dersiniz kıymetli okurlarım …