• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • Lefkoşa 16 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 18 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 17 °C
  • Ankara 13 °C

Nuri Sılay'dan mektup var

Sılay: 25 Kasım 2015’de “ilgili mercilere” bildirdiğim Vicdani Reddimi kamuoyuyla paylaşıyorum.
Nuri Sılay'dan mektup var

32 yaşında, bir birey olarak, bugüne kadar aldığım tüm kararların sorumluluğunu taşıyarak yaşadığım hayatın bana vicdanen yüklediği yeni bir görevi sizlerle paylaşmak istediğimden ötürü bu yazıyı kaleme alıyorum.

Herşeyden önce en temel insan hakkı olan fikir ve inanç özgürlüğü  ve  insanların inandıkları gibi yaşama hakkının 2016 yılında bu topraklarda hâlâ tesis edilmemiş olmasının utancını taşıdığımı söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum.

1983 yılı, mayıs ayının 21’inde Varoşa/Maraş’ta doğdum.

Ben doğduğumda henüz KKTC yoktu.

Doğum kütüğüne Kıbrıs Türk Federe Devleti vatandaşı olarak kaydoldum.

74’ün üzerinden 9 sene geçmesine rağmen henüz herşey çok tazeydi.

Ben bize ait olmayan bir evde dünyaya gözlerimi açtım.

Sadece biz değil, yaşadığımız bölgedeki hiç kimse, yaşadığı yerlere ait değildi.

Bırakınız insanları, üzerinde oturulan koltuklar, sandalyeler, su içilen bardaklar, yemek yenilen tabaklar, kaşıklar, çocukların oynadıkları oyuncaklar, sürdükleri bisikletler, üzerinden meyve toplanan ağaçların hiçbiri ama hiçbiri gerçek sahiplerine ait değildi.

Çocuksunuz, ne anlarsınız ırktan, savaştan, ganimetten...

Ama anlamamak gibi bir tercih şansınız yoktu; çünkü sağınız, solunuz, önünüz, arkanız size acı hakikati bağıra bağıra söylüyordu.

İçinde yaşadığınız tuhaflıkların farkına varmamak mümkün değildi.

Nitekim, hafızamı zorladığım zaman benim de bu hakikatlerle yüzleşmem hayatın kendi gerçekliği içinde şekillenmişti.

Bir mahalle ötede girişin yasak olduğu, etrafı tellerle çevrili bir yer, içinde kimsenin yaşamadığı terk edilmiş evler, diğer tarafta evinizin duvarında asılı olan size ait olmayan evin gerçek sahiplerinin fotoğrafı, bir diğer yanda gece karanlığında parlayan ışıklardan öğrendiğiniz ve gitmenizin yasak olduğu yurdunuzun güney parçası.

Tercih şansınız işte bu yüzden yoktu, hakikat tüm çıplaklığı ile ortada duruyordu.

Sizin de anlayacağınız gibi göçmen bir ailenin çocuğuyum. Ailem, savaşın trajik ve acımasız gerçeğiyle defalarca yüzleşti. Bir değil üç kez göçmen durumuna düştüler. Ailelerinden esirler verdiler, mallarını, kurulmuş hayatlarını kısacası herşeylerini kaybederek yıllarca birlikte yaşadıkları insanlarla vedalaşamadan Kıbrıs’ın güneyinden kuzeyine göç ettiler.

Böyle bir ailenin yetiştirdiği  bir birey olarak, ta çocukluk yıllarımdan itibaren savaşın ne demek olduğunu en yakınlarımdan öğrenerek, yıllarca ellerinden alınan hayatlarını yeniden kurmalarına tanık ederek kendimi geliştirdim. Bu farkındalık beni lise yıllarımdan itibaren sol ideolojiyle buluşturdu. Bir ilerici, bir yurtsever olarak Kıbrıs’ın, anayurdumun yeniden birleştirilmesi için yürütülen  çeşitli faaliyetlerin içerisinde yer aldım. Daha o yıllardan itibaren, çoğunluğun “öteki” olarak gördüğü Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan insanlarla tanışmak, onları anlamak ve bir arada olabilmek, empati kurabilmek için çaba sarf ettim. Lise yıllarımdan itibaren şekillenen görüşlerim, üniversite yıllarımda siyasi parti çatısı altında gelişmeye devam etti. 19 yaşımdan itibaren Cumhuriyetçi Türk Partisi’nde çeşitli görevlerde bulundum. 20 yaşında Gençlik Kolları Başkanı olarak görev yaptım. Tüm bu çalışmalar çerçevesinde öğrendiklerim ve elde ettiğim deneyimlerle ideolojik duruşumu şekillendirdim, geliştirdim. Siyasi parti faaliyetlerimin yanı sıra bir çok sivil toplum örgütünün gerek kuruluşunda gerekse faaliyetlerinde inandığım değerler temelinde yer aldım.

Kıbrıs’ın, ana yurdumuzun yeniden birleştirilmesi amacıyla 2004 Nisan’ında referanduma sunulan Annan Planı’nın öncesi ve sonrasında aktif olarak çalışan ve önemli bir deneyim ve tecrübe edinen bir birey olarak Kıbrıs sorununun sadece müzakere masalarında çözülemeyeceğini fark ettim.

İki taraftaki resmi ideolojilerin zihinlerimizi zehirleyen etkilerinden kurtularak yaşadığımız acı dolu geçmişimizle yüzleşmemiz gerektiğini; birbirimizden, temsil ettiğimiz toplumlar adına özür dileyerek, bizlere dayatılan ayrılığın sınırlarını zorlayarak, Kıbrıs’ta ortak yaşamı, “çözümü” beklemeden kurabileceğimize inanıyorum. Kıbrıs üzerinde yaşayan toplumların yüzlerce yıllık ortak kültürü ve hayatı bizi bir arada tutabilecek en önemli mirasımızken, milliyetçi- militarist öğretilerle yurttaşlarımızın ötekileştirilmesine daha fazla izin vermemeliyiz. Kıbrıs’ta yunanca ve türkçe konuşan insanlar, aynen başka bir dil ve/veya başka bir lehçe konuşan diğer insanlar gibi bizim yurttaşlarımızdır. Kimimizin aşkı, kimimizin iş ortağı, kimimizin dostudurlar. Kısacası, ortak geçmişimiz üzerinden geleceğe yürüyen eşit bireyleriyiz.

Uzun bir zamandır Kıbrıs’ın güneyinde bana “öteki” olarak gösterilmek istenenlerle kurduğum ortak yaşam benim nasıl bir Kıbrıs’ta yaşamak istediğime verilecek en önemli cevaptır. Hiç bir birey, bir devletin dayattığı ideolojiyi kabullenmekle yükümlü değildir. Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan rejimi ayakta tutan ideolojinin bizleri tercih şansı sunmaksızın kabul etmeye zorlaması, kabul etmeyenlere yaşama şansı tanımaması kabul edilemez. Bugün benden birlikte yaşadığım, aynı hayatı paylaştığım insanlara karşı savaş hazırlığı yapmamı beklemeleri trajikomik bir beklenti olduğu kadar aynı zamanda ideolojik bir taleptir ki ben bu ideolojiye ait değilim.

Kıbrıs, milliyetçiliğin ve militarizmin bedelini çok ağır şekilde ödeyen bir coğrafyadır. Bugün halen 40 yıl önce 50 yıl önce kaybedilen insanlarımızın kalıntıları aranmaktadır. Kuzeyiyle Güneyiyle, yaşadığımız bu coğrafyada attığımız her adımda bir kuyuda, bastığımız her toprak parçasında Rumca ya da Türkçe konuşan bir yurttaşımızın bedeni yatmaktadır. Bugün halen kaybolan eşlerinin, çocuklarının hiç değilse bir mezarı olmasını bekleyen insanlarımız vardır. 6 aylık Andreas emziğiyle daha geçen gün kuyudan çıkarıldı. Halen militarizm tarafından tecavüze uğrayan kadınlarımız aramızdadır. Bu ülkede onurunu, hayatını kaybeden insanlarımızdan bugün halen özür dilenmemiştir. Bütün bu gerçekleri vicdanlarımıza gömerek yaşamak, öğretilen çaresizliğe boğun eğmek bir seçenek olmamalı. Yaşadıklarımızın sorumlusunun milliyetçilik ve onun en büyük silahı militarizm olduğunu bir birey olarak görmezden gelmem vicdanen kabul edebileceğim birşey değildir.

Kıbrıs sorunuyla doğup onunla büyüyen bir neslin bireyi olarak, yaşadıklarımızın temelinde, aynen dünyanın geriye kalan sorunlu bölgelerinde olduğu gibi ırk, dil, cinsiyet, cinsel yönelim temelinde insanları kategorize edip, amaçlanan siyasal hedefler doğrultusunda ötekileştirip ayrıştıran ve çatıştıran güç oyunları olduğuna inanıyorum.

Siyasi gücü elinde bulunduranların silah ve savaşlarla oynadığı bu oyunda,

İnsanların rakamlarla ifade edilen birer önemsiz varlığa dönüştürüldüğü günümüz dünyasında,

Özellikle kendini sol ideoloji içinde tarif edenlerin antimilitarizme çok büyük önem vermesi gerekmektedir.

Çünkü her fikir, devletin eliyle silahla ve haki tonlarla buluştuğu andan itibaren insanlık için tehlikeli bir fikirdir. Onun canına kast eden bir fikirdir.

Birey olarak gerek  herhangi bir toplum içinde gerekse toplumlar arasında yaşanan hiç bir sorunun çözümünün silahla sağlanabileceğine inanmıyorum.

Savaşın ve/veya savaş hazırlıklarının olduğu, dolayısıyle askeri kurumların ve faaliyetlerin bulunduğu her ortamda eşitsizlik, şiddet, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan anlayışları görürsünüz.

İşte bu yüzden her ortamda barışa taraf olmanın, militarizme ve onun yarattığı gayri insani sonuçlara karşı çıkmanın bir insanlık görevi olduğuna inanıyorum.

Özelde Kıbrıs'ta genelde ise Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir çok yerinde yaşanan savaşların yarattığı yıkım ve vahşetin tanıklarıyız. Hal böyle iken tüm benliğim ile ele silah verip insanı öldürmeyi öğreten/öngören, savaşa hizmet eden ordu içerisinde yer almayı reddetmem vatana “ihanet” değil insanlığa hizmettir.

Sizin de anladığınız gibi, askerlik bir “görev” olarak bana dayatılırken ben ise militarizme karşı çıkmanın bir “görev” olduğuna inanıyorum.

Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, dünyanın her yerinde olan ordular gibi güvenlik ve/veya savunma gerekçeleri ile savaş hazırlıkları yapan bir kurumken, ben kendi ülkemde ve/veya dünyanın herhangi bir yerinde yapılan barış hazırlıklarına taraf bir bireyim.

Kıbrıs’ın Kuzeyindeki ya da Güneyindeki askeri kurumlar bir diğer tarafta yaşayan insanları birer potansiyel “düşman” olarak değerlendirip onlara karşı hazırlıklar yaparken ben o insanlarla birlikte yaşayan, onlarla birlikte çalışan, onlarla birlikte gerek ortak yurdumuz için gerekse tüm insanlık için birlikte mücadele veren bir bireyim.

Askeri kurumlar bağlı bulunduğu milleti erkek egemen kodlarla yüceltirken ben hangi ırktan geldiği, hangi dili konuştuğu, hangi inanca mensup olduğu farketmeksizin bütün insanların kardeşliğini yüceltiyorum.

Kısacası, sizin de anladığınız gibi, özelde bağlı bulunduğum toplumun Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (GKK) ve genelde de militarizm ile fikirsel, ruhsal ve vicdani sorunlarım gayet açıktır.

Hangi sebeple olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, bir insana karşı savaş hazırlığı yapmayı fikren, bedenen ve vicdanen reddederim.

İnsanları canından, yerinden, yurdundan eden, beraberinde geri dönülmez  ekolojik tahribat yaratan taraf olmadığım  savaşın bir parçası olmayı, insanlar arasında eşitsiz bir düzen yaratan, şiddet kültürünü besleyen ordu içerisinde yer almayı reddederim.

Aralık 2007’de Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisiyatifi’nin kuruluşunda yer alan bir birey olarak, o gün kamuoyuna duyurduğumuzu bugün yeniden tekrarlamak istiyorum;

Şiddetin sorunları çözmede bir yöntem olarak benimsenmesinin, dayatılmasının ya da sunulmasının karşısında duruyorum ve bana dayatılan zorunlu askerliği fikren, vicdanen ve bedenen reddediyorum.

Vicdanımın sesini dinleme hakkım için çıktığım bu yolda benimle bugüne kadar dayanışan ve bugünden sonar dayanışacak olan tüm dostlarıma, yoldaşlarıma, aktivist arkadaşlarıma ve örgütlere teşekkür ediyorum.

 

Nuri Sılay

Ocak, 2016

 

Etiketler:
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler