• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • Lefkoşa 17 °C
  • Mağusa 19 °C
  • Girne 18 °C
  • Güzelyurt 16 °C
  • İskele 19 °C
  • İstanbul 6 °C
  • Ankara 14 °C

Öğretmen olduğum gün o gündü

Ayşegül Garabli

Yıl 1991; Namık Kemal Lisesi’ne geçici öğretmen olarak atandım.

Gerçi öncesinde yıllarca özel dershanelerde çalışıp, birebir özel ders vermiştim ama benim için öğretmen olduğum ilk başlangıçtı.

Yıllarca ders vermiş olmama rağmen, öyle bir heyecan içerisindeydim ki anlatamam.

Bayramlığını hazırlayan çocuklar gibi, ilk akşamdan kıyafetlerimi hazırlayıp baş ucuma koydum.

Hangi sınıflara ders vereceğim belli olmadığı için, o zamanın sistemindeki orta birinci sınıflardan lise son sınıfa kadar tüm notlarımı hazırlayıp, planlarımı yaptım.

Bilgi olarak, ekipman olarak her şeyim tamdı ama tabi ki bir de gerek ailemden gerekse eğitimini aldığım formasyondan öğrendiğim öğretmen modeli vardı.

Sınıfa gayet ciddi girmeliydim ve “otoriteyi” sağlamalıydım.

Bu duygularla ilk olarak ,o zamanın orta 3. Sınıfına, yani şimdiki sistemin 8. Sınıflardan birisine girdim.

Çocukların biraz ürkek biraz meraklı bakışlarının sevimlilikleri karşısındaki duygularımı bastırarak, kendimce otoritemi korumaya çalışırken, olan oldu.

Zayıf ve esmer bir çocuk yerinde duramıyor. Silgisini, kalemini yere atıp almaya çalışırken, öndeki arkadaşını dürtüyor, bir şeyleri bahane ederek, sınıf içerisinde dolaşıyor.

Bana öğretilen “otorite” anlayışıyla, sert bir tavırla çocuğa, “adın ne senin” diye sordum.

Çocuk, korkak bir ses tonuyla “Yusuf öğretmenim” dedi ve ben “İlk senin adını öğrendim ve seni hiç unutmayacağım” deyince, Yusuf hafif boynunu bükerek “Ben de sizi öğretmenim” diye cevap verdi.

İşte o an, beni gerçek anlamda bir öğretmen yapan andı.

Benim korkutma amaçlı söylediğim bir söz, karşımdaki tertemiz duygularla duran çocuğun kalbine dokunmuştu.

İşte o anda aslında “otorite” kelimesine çok yanlış anlamlar yüklendiğini ve bize de yanlış öğretildiğini öğrendim.

Yani öğrencim bana öğretmenliği öğretmişti

O günden sonra .otoritenin aslında korkutma, öfke olmadığını, onlara karşı, samimi, kararlı, duyarlı, sevecen, hoşgörülü ve açık olmanın, alanınıza hakim olmanın otorite olduğunu öğrendim.

Çocukların hareketli olmasının ya da “yaramaz” diye adlandırılmasının sorumluluğunun çoğunun bana ait olduğunu, çocukların, doğaları gerektiği gibi hareket ettiklerini ve dikkatlerini toplamanın ve öğrenmelerini sağlamanın tek yolunun merak uyandırmak olduğunu öğrendim.

Elbette kızdığım da oldu, nasihat ettiğim de oldu ama otorite için gerekli sihirli cümlenin “hadi üzmeye devam edin beni” demek olduğunu öğrendim.

Bu anımı neden anlattım?

Elbette ki, her meslekte olduğu gibi öğretmenlikte de, mesleğini sadece para kazandığı bir iş olarak gören de vardır, görevini tam olarak yerine getirmeyenler de vardır.

Hatta dönem, dönem hepimizin görevini yapmadığı ya da yapamadığı zamanlar olmuştur.

Ama inanın ki, hemen hemen her öğretmen benimle aynı duyguları yaşamıştır.

Dışarıda ne olursa olsun, her öğretmen sınıfa girip, kapı kapandıktan sonra bambaşka bir dünya ve bambaşka duygular yaşar.

Çocuklara ulaşabilir mi, ulaşamaz mı bilmem ama hepsinin gailesi, öğretmesi gerekeni en iyi şekilde vermektir.

Toplumda oluşan dejenerasyon ve bıkkınlık öğretmenlik mesleğini de etkilemiş olsa da,  kalplerde olan çocuk sevgisi ve sahiplenme duygusu değişmez.

Çünkü, öğretmenler, kendilerinin, çocukların dışarı açılacağı bir kapı olduğunu bilirler, ya da bilmelidirler.

Siz çocuğu büyümeye, dış dünyaya ne kadar doğru hazırlarsanız, toplumunuz da o kadar sağlıklı olur.

Öğretmenlik sadece akademik bilgi aktaran bir robot değildir.

Düşünün ki elinize malzeme olarak bir mermer parçası veriliyor ve bu malzemeden, herkesin hayran olacağı bir heykel yapmanız bekleniyor.

Evet mermerin içerisindeki damarları yok edemezsiniz ama o damarların görülmeyeceği ya da görülse de bütünlük ile uyumlu hale geldiği bir eser çıkara bilirsiniz.

Öğretmenlerin çoğu bu bakış açısıyla yaklaşması gerektiğini bilir.

Ancak bunu bilen bir başka kesim de siyasilerdir.

Siyasiler, toplumun eğitimle, dolayısıyla da öğretmen olduğunu bilirler ve ne yazık ki bunu kötü emeller için kullanırlar.

Ya sorgulamayan çocuklar yetiştirmek için sorgulamayan öğretmen modeli yetiştirip, aralara serpiştirirler.

Ya da öğretmeni toplumun hassas olduğu noktalardan eleştirerek, toplumu öğretmenlere karşı hale getirip, itibarsızlaştırmaya çalışırlar.

Oysa öğretmen yalnızca kendisini ya da öğrencilerini düşünen bireyler değildirler.

Aynı zamanda o toplumda yaşayan birer bireydirler.

Ailedirler, velidirler, anne- babadırlar, evlattırlar her şeyden önemlisi az yada çok, toplumun ışık kaynağı ve aynasıdırlar.

Toplumun, çocuklarını emanet ettiği öğretmenler de topluma emanet toplumun çocuklarıdırlar.

 

Dolayısıyla, varsa da bir yanlışı ve kusuru, toplum da öğretmenine sahip çıkıp, doğruyu öğretmek zorundadır.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları