• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 18 °C
  • Güzelyurt 13 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 17 °C
  • Ankara 11 °C

Öğretmen olmak…

Ayşegül Garabli

Pazartesi günü sokaklar bile bir başkaydı.

Daha bir neşeliydi her yer.

Okul bahçeleri adeta birer çiçek bahçesiydi.

Yer, gök, çocuk cıvıltılarıyla şenlendi ve gülüşleriyle aydınlandı.

Bir öğretmen için bundan daha güzel bir manzara olamaz her halde.

Hele ki emekli bir öğretmenseniz ve çocuklarınızdan uzaktaysanız bunu daha iyi anlıyorsunuz.

Bu manzara, güzelliği kadar görevde olduğum yılları hatırlatıp , ayrılığın hüznünü de  yaşattı bana.

İşin içinde olduğunuzda yoruluyorsunuz, üzülüyorsunuz, kırılıyorsunuz ama asla pes etmiyorsunuz ve asla umudunuzu yitirmiyorsunuz.

Senenin sonunda bitkin düşseniz de yeni eğitim yılının başında aynı heyecanla başlıyorsunuz görevinize.

Herksin gürültü dediği sesler, sizin için vaz geçilmez melodi oluyor.

Çocuklarınız sizi kızdırsa da üzse de tek bir bakışları, bir gülüşleri içinizdeki bütün buzları eritmeye yetiyor.

Okul, bambaşka bir dünya oluyor ve sanki o saatlerde dünyanız o sınırların içi oluyor  adeta.

Öyle bir bütünleşiyorsunuz ki çocuklarınızla gözleriniz istem dışı tüm çocukları tarıyor bir bir ve kalbiniz her çocuğun kalbine değmek için çırpınıyor.

O an, öğretmenin dışında bir şey oluyorsunuz.

Kah anne ya da baba, kah bir psikolog, çoğu zaman da bir çocuk.

Kısacası çocuklarla bütünleşmeyi başarabilmişseniz gerçek anlamda bir eğitimci oluyorsunuz.

Elinize verilen müfredatı anlatmakla kalmıyorsunuz.

Hayatı da anlatıyorsunuz, ya da hayatı onlardan dinliyorsunuz.

Ve  karşınızda kaç çocuk varsa o kadar da ayrı dünya olduğunu görüyorsunuz.

O an elinizdeki müfredatı bırakıp onlarla sohbete başlıyorsunuz, hep birlikte sorunlara çözüm arıyorsunuz.

Kiminin sorunu aile içi şiddet, kiminin ki, maddi sıkıntı.

Kimisi okula gelmeden önce ya da okuldan çıktıktan sonra çalışmak zorunda olduğu için ders çalışamamaktan şikayetçi, kimisi çok istediği nike spor ayakkabısının alınmayışından.

Kimisi okulun sıkı kurallarından ve sıkıcılığından dertli, kimisi kendisini terk eden sevgilisinin derdinde.

Ama ortak sorunları aileleri ile olan iletişim eksikliği ve müfredatın çarpıklıkları.

Haksız da değiller hani, plansız programsız, ihtiyaç analizi yapılmadan, bilimsel temellere dayanmadan hazırlanan, daha doğrusu Türkiye müfredatından olduğu gibi kopya edilen müfredatlar çocuklara yüklenmeye çalışılıyor.

Öyle ki, muhasebe bölümünde matematiğin yer almadığı yerinin fotoğrafçılık diye bir dersle doldurulduğu müfredata tanıklık ettim.

Hatta olması gereken derslerin çıkarılarak yerine ders sayısı az olan öğretmenlerin derslerinin konulduğu müfredatlara.

Çocuklar haklı olarak isyan diyor.

Okul idareleri sorunun Bakanlıktan kaynaklandığını söylüyor, bakanlık da Türkiye müfredatından ayrı bir şey yapamayacağını söyleyerek sıyrılıyor işin içinden.

Kimsenin çözüm bulmaya niyeti yok hatta sorunu anlamaya bile.

Oysa çocuklar bile bir birlerinin sorunlarını yadırgamadan, yargılamadan anlıyor v çözüm bulmaya çalışıyorlar.

Hiç  düşünmeden siz de onlara katılıyorsunuz ve bir anda onlarla yaşıt oluveriyorsunuz.

Misal kendinizi anne yerine koyup, annesinin kendisini ayıplayacağını ya da konuşmasına izin vermeyeceğini düşünen kıza “Annene sorunum var sen beni dinlemezsen komşu ile mi paylaşayım” demesini öneriyorsunuz.

Çünkü bazı anne ve babaların, çocukları kendileri ile özel sorunlarını konuşursa koydukları otorite sarsılacak gibi bir endişeleri olduğunu biliyorsunuz.

Ya da okul tiyatrosunda yer almak isteyen ama ailesi çalışmalar  okul saatleri dışında yapılacağı için izin vermeyen çocuğun sorununa okul idaresinden aileye bu çalışmalara katılması zorunludur diye bir yazı göndermesini isteyerek çözüm bulmaya çalışıyorsunuz.

Bunun gibi büyüklerin küçümsediği ancak çocukların dünyasında büyük bir yr kaplayan soruna çözüm bulmaya çalışıyorsunuz.

Çünkü biliyorsunuz ki, çocuğun kafasında bir sorun varsa sizin vereceğiniz akademik bilgilere konsantre olamaz.

Hatta  kendi dünyası ile meşgul olup sizi dinlemez bile.

Tabi bunlar işin eğitimci olma boyutu.

Bu işin tüm öğretmenlerin zorlandığı bir de akademik boyutu var.

Ya elinize verilen müfredat yaşadığınız ülkenin veya bilgiyi aktaracağınız çocukların profiline uygun değil.

Ya da müfredatın içeriği ile verilen zaman uygun değil.

Ya sırf müfredat tamamlansın diye çocukların anlayıp anlamadığına bakmaksızın konunuzu anlatıp geçeceksiniz ya da senenin sonunda gerekli mercilere hesap vermeyi göze alıp daha az konuyu çocukların anlayacağı şekilde anlatacaksınız.

Diğer yandan ya çocuğa ve topluma vereceği zararları düşünmeden elinize verilen müfredatta ne varsa çocuğa aktaracaksınız ya da müfredat dışında bulunduğunuz topluma uygun çağdaş ve güncel bilgiler vereceksiniz.

Elbette ki her öğretmenin kafasına göre müfredat belirlemesi çok bilimsel ve çok doğru değil.

Ancak elinize verilen müfredat ülke koşullarından, bilimsellikten ve toplumun yapısından ve çağdaşlıktan uzaksa, plansız ve programsızsa hatta amaçsızsa, işte o zaman  görev öğretmene düşer.

Bir öğretmen, kendisine emanet edilen çocuğu, bilimsel temellerdeki çağdaş eğitimle donatıp, aydınlık geleceğe hazırlamak zorundadır.

Bu, boynunun borcudur.

Örneğin elindeki müfredattaki trafik bilgileri Türkiye trafiğine göre hazırlanmışsa , bu bilgileri Kıbrıs trafiğine gör anlatmak zorundadır.

Eline Evrim Teorisini reddeden bir müfredat verilmişse, bu müfredatın aksine evrim teorisini anlatmalıdır.

Dünyanın düz olduğunu ileri süren bir zihniyetin hazırladığı müfredat yerine bilimsel temellere dayalı bilgilerle donatmalıdır çocuklarını.

Küçücük kız çocuklarının evlenmesini onaylayan ve şeriat, cihat gibi gericiliği meşru kılan müfredat yerin çağdaş çocuklar yetiştirmeyi hedeflemeli.

Biliyorum öğretmenlerin işi, oluşan yanlış algının aksine çok zor.

Hele ki gericiliğin ön plana çıkarılıp, toplumun şeriat düzenine doğru sürüklenmesinin hedeflendiği bu dönemde dada da zor.

Ama öğretmen olmanın gereği de  bu zorluklara göğüs gerip, geleceğe aydınlığı ve aydın çocukları taşımak değil midir?

Bir öğretmenin asıl görevi eline tutuşturulan müfredatı bitirmek yerine, çağdaş, bilimsel  ve insani duygularla donatılmış nesiller yetiştirmek değil midir?

Ben geleceğin karartılmaya çalışıldığı bu günlerde öğretmenlere büyük görev düştüğüne inanıyor, Cumhuriyet’in yetiştirdiği öğretmenlere güveniyorum.

Cumhuriyetin öğretmenlerinin, çocuklarının gözlerindeki ışığı geleceğe taşıyacağına inancım sonsuz.

Bu vesile ile tüm eğitimcilerin emeğini saygı ile selamlıyorum.

 

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları