Filmde karakteri şöyle diyor: "Vücut öldükten sonra, bilincimizin bir kısmı bizi terk eder. Bu da ölümden sonra yaşamı doğrular." Redford, bunu ispatlamak için bir makina kullanır. Filmde bir diğer bilim insanı karakterinin izah ettiği üzere bu makina, "atomaltı düzeyde beyin dalgalarını ölçerek, ölümden sonra bilincin vücudu terk ettiğini göstermektedir".
Bu yaklaşım, kuantum bilinç adı verilen gerçek bir bilim teorisinden çok daha uzak değildir. Bu teori üzerinde çalışan uzmanlar arasında fizikçi Roger Penrose gibi büyük bilim insanları olduğu gibi, bir hekim olan Deepak Chopra da bulunmaktadır. Bu teorinin bazı versiyonları, bilincimizin katı bir şekilde beynimizin bir ürünü olmadığını ve bilincin maddesel temelden bağımsız olarak var olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla fiziksel vücudunuzun ölümü, bilinçli varlığınızın sonu değildir. Ne var ki bu tip bir yaklaşımda hem bilimsel hem de dini anlamda çok sayıda önemli hata bulunmaktadır.
İlk hata, kişiliğimizin anılar içerisinde bulunduğu varsayımıdır. Bu varsayıma göre anılarımız kalıcı bir şekilde beyinde kaydedilir. Eğer ki bunlar kopyalanabilseydi ve bir bilgisayara aktarılabilseydi veya bir diğer bedene transfer edilebilseydi, biz de öldükten sonra yaşamaya devam edebilirdik. Ancak hafıza bu şekilde çalışmamaktadır. Hafıza, bir video kayıt cihazı değildir. Anılarınızı olduğu gibi kaydedip, size zihninizin arka planında bir ekran üzerine tekrardan oynatamaz. Hafıza, sürekli olarak düzenlenir ve son derece akıcı bir süreçtir. Bu süreç, beyninizdeki nöronların faaliyetine doğrudan ve tamamen bağlıdır. Uykuya dalıp ertesi gün uyandığınızda veya bir ameliyat için anesteziyle uyutulup da birkaç saat sonra ayıldığınızda anılarınız geri gelirler. Öyle ki, ciddi bir hipotermi veya kalp durması sonrasında bile anılara bir şey olmaz. Bir deneyde, bir hastanın beyni 10oC'ye kadar soğutulmasına rağmen uzun dönem anıları bozulmamıştır. Bu sıcaklıkta nöronlardaki elektriksel aktivitenin tamamı durur. Bu da, uzun dönem hafızanın statik olarak depolandığını göstermektedir. Ancak bu, beyniniz ölürse bu şekilde olmaz. Bu nedenle bir kalp krizi ya da boğulmadan sonraki birkaç dakika içerisinde CPR yapılması gerekir; çünkü beyne oksijence zengin kan gitmeyince, nöronlar ölür. Nöronlarla birlikte onlar içerisinde saklanan anılar da...
İkinci hatalı nokta, beynin "konektom"unu (tüm nöral bağlantılarının bir şemasını), bazı bilim insanlarının önerdiği gibi, bir bilgisayara aktarmanın veya birçok dinin öngördüğü gibi sizin fiziksel benliğinizin ölümden sonrasında var olduğuna inanılan hayatta geri gelmesinin, uzun bir uykudan uyanmaktan farksız olduğu varsayımıdır. Bunda şöyle bir sıkıntı var: Sizin anılarınızın, zihninizin ve hatta var olduğuna inanılan "ruh"unuzun bir kopyası, siz değilsiniz! Bu, sizin bir kopyanız; ancak bu kopya, bir ikizden farksızdır. Hiçbir ikiz kardeş, diğer ikizine bakıp da "Aa ben aslında oradayım." demez. Kopyalama da, yeniden dirilme de sizi bir başka varlık düzlemine taşıyamaz.
Üçüncü hata, sizin eşsiz kimliğinizin, size ait el değmemiş anılarınızdan fazlası olmadığı düşüncesidir. Bu düşünceye göre sizin kimliğiniz, aynı zamanda sizin kişisel dünya görüşünüz tarafından da belirlenir. Howard Hughes Tıp Enstitüsü'nden olan ve Beyin Koruma Vakfı'nın başkanı olan sinirbilimci Kenneth Hayworth, kişisel kimliği "hafıza-benlik" (MEMself) ve "görüş-benlik" (POVself) olarak ikiye ayırmaktadır. Onun düşüncesine göre hafıza-benlik tümüyle bir bilgisayara aktarılacak olursa (ya da "cennet" olarak inanılan yerde yeniden doğacak olursa), görüş-benlik de uyanacaktır. Bu, doğru değildir. Eğer ki bu, bir insan ölmeden önce yapılabilecek olsaydı, iki ayrı hafıza kişiliği olurdu. Her birinin kendi görüş-benliği olurdu ve dünyaya kendi eşsiz gözlerinden bakabilirlerdi. Bu anda, her ikisi de hayatta farklı bir patika seçerdi ve dolayısıyla farklı anılar ve deneyimler edinirlerdi. "Kişi"nin kendisi bir anda iki ayrı kişisel dünya görüşü kazanıvermezdi. Eğer ki ölürseniz, görüş-benliğinizi beyninizden bilgisayara (ya da cennete) aktarmanın bilinen hiçbir yolu bulunmamaktadır. Kişisel dünya görüşü, tamamiyle kişinin kendisinin bir andan diğerine doğru olan sürerliliğine bağlıdır. Bu sürerlilik bir uyku veya anestezidolayısıyla kesintiye uğrasa da, devam eder. Ölüm, bu sürerlilikte kalıcı bir kırılma noktasıdır. Dolayısıyla sizin kişisel dünya görüşünüz bir beyinden başka bir ortama aktarılamaz. Ne şimdi, ne herhangi bir diğer zamanda...
Eğer ki bu moral bozucu gibi geliyorsa, tam tersi olduğunu bilmelisiniz. Kendi ölümlülüğümüzün farkında olmak son derece moral vericidir; çünkü her bir an, her bir gün, her bir ilişki anlamlı demektir. İçinde yaşadığımız dünya ve beraber yaşadığımız bilinçli diğer insanlarla derinlemesine etkileşime geçmek, hayata anlam ve amaç katmaktadır. Her birimiz dünyada ve tarihte, hem coğrafi hem de kronolojik olarak eşsiziz. Genomlarımız ve konektomlarımızın olduğu gibi kopyalanması imkansızdır. Dolayısıyla bireyler olarak bizler, kendi ölümlülüğümüzün farkındalığı ve bunun ne anlama geldiğinin bilincinde olmamız sayesinde korunmuş vaziyetteyiz. Bu ne demektir? Yaşam, aslen büyük şovu öldükten sonra başlayacak geçici ve sahte bir düzmece değildir. Kozmos tiyatrosunda, şimdi ve hemen burada sahip olduğumuz kişisel sahnenin ta kendisidir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.