Şempanzelerin ölümü anladığına yönelik bazı araştırma bulguları vardır. Ancak görünüşe göre bu “anlayış”, bedensel fonksiyonların yitimi ve bunun geri dönüşü olmadığı şeklindedir (Anderson, 2018). En yakın akrabalarımızdan olan bu hayvanların bile ölümün kaçınılmaz olduğunu kavradıkları yönünde bir bulguya ulaşılamamıştır. İnsan bildiğimiz kadarıyla, bir gün öleceğinin farkında olan tek varlıktır.
Bu farkındalık zaman içinde yavaş yavaş gelişir. İnsan yavrusu, 9-10 yaş civarında ölümü tüm boyutlarıyla kavramaya başlar (Nagy, 1959). Ancak bu “kabulleniş” teknik açıdan korkunçtur. Çünkü evrimsel mekanik, her bir canlı türünün yaşamkalımına, doğal olarak da en büyük tehlike olan ölümden kaçınmasına dayanır. Kendisinden kaçınmamız gereken nihai tehlikeyle önünde sonunda karşılaşacağımızı bilmek bizi dehşete düşürür.
İçine düştüğümüz dehşet, gündelik hayatımızda pek de doğrudan gözlemlediğimiz bir şey değildir. Çünkü bu dehşet, çocukluğumuzdan itibaren yavaş yavaş kişiliğimize, benliğimize yerleşir; davranışlarımıza, alışkanlıklarımıza, yaşam çerçevemize yön verir; bizim bir parçamız olur.
*
Antropolog Ernest Becker 1973’te yazdığı “The Denial of Death” (Ölümün İnkarı) isimli kitapta insanın, ölüm farkındalığının bir sonucu olarak kültürel ve psikolojik düzeyde kimi savunma mekanizmaları geliştirdiğini ileri sürmüştür. Becker’e göre insan eylemlerinin çoğu ölümden kaçınma ya da onun kendisi için önemini azaltma temellidir. Becker bunların genel olarak sembolik düzeyde ve bilinçsiz şekilde işleyen süreçler olduğunu vurgular. Becker bu bakış açısını oluştururken Soren Kierkegaard, Sigmund Freud, William James ve Otto Rank gibi isimlerin düşüncelerinden etkilenmiştir (Greenberg ve ark., 2014).
Becker’ın görüşlerini temel alarak Jeff Greenberg, Sheldon Solomon ve Tom Pyszczynski 1986 yılında “Dehşet Yönetim Kuramı”1 isimli yaklaşımı geliştirmişlerdir.
Bu kuram, ölümün farkında olan bir canlı türü olmamıza dayanır. Bir gün ölecek olduğumuzun farkındalığı bizi dehşete düşürür. Sonsuz uzay ve zaman içinde geçiciliğimiz bizi o kadar dehşete düşürür ki, aslında geçici olmadığımızı, önemli bir birey olduğumuzu kendimize ve çevremizdekilere ispatlama şeklinde bir çabaya girişiriz. Fiziksel bedenimizin geçiciliği o kadar kaçınılmazdır ki, çeşitli yollarla dünyaya ve zamana kendimizden bir iz bırakmaya, hayata damgamızı vurmaya çalışırız.
Dehşet Yönetim Kuramı’na göre insanlar, ölüm korkusundan kaçınmak için sembolik de olsa ölümsüzlüğe ulaşmaya çalışır. Bunu yaparken de temel bazı eğilimler gösterirler:
- Çocuk yapmak: Evrimsel ve temel bir içgüdü olmasının yanı sıra, varoluşsal düzeyde aslında bu dünyada kalıcı olduğumuz, ölümümüzden sonra bile izimizin devam edeceği hissi (Zhou ve ark., 2008).
- Milliyetçilik ve ırkçılık: İçine doğduğumuz ırkın ya da etnik grubun, diğerlerinden daha önemli ve üstün olduğu düşüncesi (Greenberg, 1990).
- Cinsiyetçilik: Doğuştan sahip olduğumuz cinsiyetin ve cinsel eğilimin, diğer cinsiyet ve cinsel eğilimlerden daha üstün/uygun olduğuna ilişkin inanç (Goldenberg ve ark., 2000).
- Kültürel uygunluk: Kişinin içinde bulunduğu kültürün öğelerine kuvvetle bağlanması, kendini o kültürün doğrudan bir ürünü haline getirmesi (Greenberg ve ark., 1997).
- Türcülük: İnsanı diğer canlılardan daha üstün görmek (Goldenberg ve ark., 2000).
- Şöhret, başarı ve servet: Kişinin kendini diğer insanlardan daha “yukarıda” konumlandırarak onlardan ayırma çabası (Zaleskiewicz, 2013).
- İdeoloji: Kendini belli bir düşüncenin temsilcisi olarak görme ve aynı düşünceyi paylaşan insanların oluşturduğu grubun bir parçası olarak hissetme (Anson, 2009).
- Din: Diğer tüm eğilimlerden farklı olarak, sembolik bir ölümsüzlük değil, doğrudan ölümün inkârı, benliğin ve “özün” bir şekilde sonsuz olduğu inancıdır. Din insan için hayatın anlamsızlığı ve ölümlülüğün dehşeti karşısındaki en güçlü tutunma yöntemidir; çünkü ölümlülüğün inkârını kapsar. Bir dini inanç içinde kişi, kendini yaşam süresi ve etkisi ile sınırlamaz, çok daha büyük bir ilahi düzenin parçası olduğuna inanır (Jonas ve Fischer, 2006).
Yukarıdaki eğilimlerin her biri, insanı kendi sınırlılığından kurtarma, kendini zamanda yayma ve diğerlerinden daha önemli hissetme yöntemleridir. Bu yöntemler büyük oranda birbiriyle etkileşimlidir, iç içe geçmiştir. Örneğin birçok kültür zaten cinsiyetçiliği, milliyetçiliği, türcülüğü, çocuk sahibi olmayı, dini, kariyeri ve başarıyı teşvik eder. Benzer şekilde dini inanç doğrudan türcülük ve ideolojiyle ilgilidir vb.
Yüksek düzeyde birbiriyle ilişkili bu eğilimler ağı, kişide hayatın daha düzenli, sistematik ve hiyerarşik bir yapı olduğu izlenimi uyandırır. Kişiyi de bu hiyerarşik ağın yukarılarına yerleştirerek kendini özel ve önemli hissetmesini sağlar.
Kurama göre dinler, ideolojiler, kariyer arzusu, şöhret vb. hep, insanın kendi önemsizliğini ve hayatın anlamsızlığını aşma amacına yöneliktir.
*
Dehşet Yönetim Kuramı’nın savları birçok araştırma ile desteklenmiştir. Bu araştırmalarda kuramın savları ele alınarak sınanmıştır. Kuramın temel savı insanların zihni ölümle daha ilgiliyken, bunun yol açtığı dehşetle başa çıkabilme mekanizması olarak sembolik ölümsüzlük tavırlarını pekiştirdikleridir. Yani insanlar kendilerine ölümün hatırlatıldığı durumlarda hem kendi dünya görüşlerine daha çok sarılırlar hem de bu dünya görüşüne uymayanları daha şiddetle yargılarlar. Bununla ilgili birkaç örnek çalışmaya bakalım.
Greenberg ve arkadaşları yaptıkları araştırmada (1994), bazı ABD’li katılımcılara kişisel eğilimleriyle ilgili kimi sorular, bazılarına ise bu soruların yanı sıra ölümle ilgili ekstra iki açık uçlu soru sordular. Bu sorular, “Lütfen kendi ölümünüzle ilgili düşüncelerinizin sizde uyandırdığı duyguları tanımlayın” ve “Fiziksel olarak öldüğünüzde size ne olacağını düşünüyorsunuz?” idi. Daha sonra tüm katılımcılara ABD ile ilgili iki yazı okutuldu. Yazılardan birinde ABD’nin politikaları ve uygulamaları sert bir şekilde eleştiriliyor, diğerinde ise ABD’nin değerleri savunuluyor, ABD vatandaşı olmanın erdemlerinden bahsediliyordu. Katılımcılara bu yazılarla ilgili fikirleri soruldu. Kendilerine önceden ölümle ilgili sorular sorulan grup, ABD’nin eleştirildiği yazıya daha sert bir şekilde yaklaşıp diğer yazıyı daha çok benimsedi.
McGregor ve arkadaşlarının yaptığı benzer bir araştırmada (1998) katılımcıların bir kısmına ölümle ve politik görüşleriyle ilgili sorular soruldu. Bir kısmına ise sadece politik görüşleri ile ilgili sorular soruldu. Daha sonra katılımcıların hepsine, kendi politik görüşlerine karşıt bir görüşü benimseyen insanlara ne ölçüde saldırgan davranabilecekleri sorulunca, deney grubu (ölümle ilgili soruların sorulduğu katılımcılar) kendi dünya görüşüne uymayan insanlara karşı daha saldırganca tutumları benimsediler.
Jonas ve ark. (2002) çalışmalarını sokakta, rastgele insanları seçerek yaptılar. Katılımcıların bir kısmına sorular bir cenaze evinin önünde sorulurken, diğer kısmına belirgin bir özelliği olmayan, cenaze evinden uzak bir yerde soruldu. Cenaze evinin önünde soruları yanıtlayan katılımcılar, kendi ülkelerinin ideolojik çıkarlarını destekleyen hayır kurumlarına daha fazla bağış yapmayı kabul ettiler.
Konuyla ilgili dikkat çeken araştırmalardan birinde de Pyszczynski (2003), yargıçların bir kısmına demografik sorular içeren bir anket verdi. Bir kısmına ise bu anketin, içerikte ek olarak iki tane de ölümün belirginleştirildiği sorunun olduğu başka bir versiyonunu verdi. Daha sonra yargıçlara bir hayat kadınının dosyası verilerek, bu kadının ne kadar kefaretle serbest bırakılabileceği soruldu. Kendilerine ölümle ilgili soruların sorulduğu yargıçların belirlediği meblağ diğerlerinden 9 kat fazla oldu.
Bu türden araştırmaların sonuçları büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Burke ve ark. 2010’da yaptıkları meta-analizde ölümün belirginleştirilmesi ile ilgili 277 araştırmanın sonucunu incelediler. Sonuçlarda Dehşet Yönetimi Kuramı’nın öngörüleri çok büyük ölçüde doğrulandı: Kendilerine bir şekilde ölümün hatırlatıldığı (bazen sorularla, bazen ortamdaki bir resimle, bazen bir video izletilerek, vb.) insanların tutumları ölçüldüğünde bunların daha milliyetçi, daha cinsiyetçi, daha dindar, daha kariyer yanlısı tavırlar takındığı görüldü. Genel olarak söylenebilir ki bu insanlar kendi kültürlerini daha çok destekliyorlar. Para kazanmaya ve kariyer yapmaya daha çok odaklanıyorlar. Çocuk sahibi olmak konusunda daha istekliler ve daha türcü oluyorlar. Ölüm düşüncesi insanların çoğunu daha muhafazakâr ve statükocu yapıyor.
Araştırmacıların tüm bu eğilimlerin yanında bahsettiği ve ölüm kaygısıyla başa çıkmak için işlevsel olarak bildirdiği bir başka nitelik ise benlik saygısı. Araştırmalara göre kişinin benlik saygısı yeterince yüksekse kişi, milliyet, din, cinsiyet, çocuk sahibi olmak vb. ideolojik ve geleneksel eğilimlerden daha az etkileniyor; zengin olmak, kariyer yapmak gibi varoluş kaygısını azaltacak eğilimlere daha az kapılıyor (Harmon-Jones, 1997). Benlik saygısı, ölüm korkusunun karşısında kişi için bir tampon görevi görüyor ve hayatı anlamlı kılmaya ilişkin diğer kültürel/geleneksel öğelere göre daha etkili bir mekanizma oluyor (Schmeichel, 2009).
*
Dehşet Yönetim Kuramı ölümün belirginleştirildiği toplumsal ölçekli olaylarda da öngörülerde bulunmaktadır. Kurama göre ölümün daha çok göz önünde olduğu durumlarda, kişilerde varoluşsal kaygı artmakta ve mevcut sistemi destekleme eğiliminde artış görülmektedir.
Bu savı sınamak için Cohen ve ark. (2004) bir araştırma düzeni oluşturdular. Araştırmada katılımcılara varsayımsal üç siyasi adayın seçim söylemleri okutularak, kendilerine bu üç adaydan hangisine oy verecekleri soruldu.
Siyasi adayların söylemleri şöyleydi:
1. Aday: “Siz sıradan vatandaşlar değilsiniz, çok özel bir ülkenin ve çok özel bir milletin üyelerisiniz.”
2. Aday: “Tüm vaatlerimi ortaya koyup açıklıyorum. Neler yapacağımızı detaylarıyla ve adım adım açıklayacağım. Her şey kesin olacak.”
3. Aday: “Her bir birey fark yaratabilir. Elbirliğiyle, hepimiz katkıda bulunup başaracağız.”
Kontrol grubundaki (ölümle ilgili önceden soru sorulmayan) katılımcıların yaklaşık olarak yüzde 4’ü 1 numaralı adayı destekleyeceklerini söyledi. 2’nci ve 3’üncü adayın aldığı oy oranı ise eşitti.
Adayları değerlendirmeden önce kendilerine ölümle ilgili soru sorulan katılımcılar ise ilk gruba göre yüzde 800 daha fazla olacak şekilde 1 numaralı adayı desteklediler.
Benzer bir araştırma da Landau (2004) tarafından yapılmıştır. Bu araştırmaya göre 11 Eylül olaylarından hemen önce Başkan Bush’a olan destek çok düşmüşken, İkiz Kuleler'in yıkılmasıyla bu desteğin önemli ölçüde arttığı görülmüştür.
Schwartz (2018) yaptığı çalışmada, kendilerine ölümün hatırlatıldığı katılımcıların Trump’a desteğinin arttığını bulmuştur. Belirtmek gerekir ki bu araştırmada, normalde Trump’ı desteklemeyenlerin bile onun politikalarına karşı katı tutumlarının bir ölçüde yumuşadığı gözlemlenmiştir.
Willer (2004) geçmişe dönük terör olayları ve halkın yöneticilere olan desteği arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında da benzer şekilde kuvvetli bir ilişki bulmuştur: Bir ülkede meydana gelen terör olayları mevcut liderlere ve bu liderlerin politikalarına desteği artırmaktadır.
Bu çalışmalardan elde edilen veriler değerlendirildiğinde bir ülkede başta terörist saldırılar olmak üzere ölümlerin gerçekleşmesi ve gündemde kalması, yönetici konumundaki politikacılara ve iktidar partilerine desteği artırmaktadır. Ölüm kaygısını yüksek derecede hisseden ve özsaygısı düşük kişiler, bu varoluşsal kaygıdan kaçınmak için güce, stabiliteye ve dolayısıyla mevcut iktidara olan desteğini artırmaktadır.
*
Ölümün kendisini daha çok hatırlattığı, giderek daha belirgin hale geldiği başka bir durum daha vardır: Yaşlanmak. Kuramın öngörüsü doğruysa, fiziksel olarak da yaklaşan bir sonun habercisi olan etkilerin göz önünde olduğu, ölüm düşüncesinin ön plana çıktığı ve kuvvetlendiği insanlarda, yani yaşlılarda, muhafazakâr/geleneksel değerlerin daha yüksek olması beklenir. Bu durumun böyle olduğu zaten insanlar tarafından direkt gözlemlenebilir durumdadır, bilimsel araştırmalar da bunu güçlü bir şekilde desteklemektedir (ör. Tilley ve Evans, 2013).
Elbette unutmamalıdır ki ölümün belirginliği doğrudan daha muhafazakâr/geleneksel değerlere yönelmeyi yordamamaktadır. Ara değişken benlik saygısıdır. Bireyin benlik saygısı yeterli değilse, ancak bu durumda ölüm korkusu geleneksel değerlerin kuvvetlice kabulüne neden olmaktadır.
Birçok insan için dünya görüşü, politik görüş, dini eğilim ve geleneksel konum ölümlü olmanın dehşetine karşı bir savunma mekanizması olarak işlev görür. Dolayısıyla bu durumdaki insanlar, bilimsel bilginin kendi inançlarıyla çeliştiği durumlarda inançlarını değiştirmek bir yana, daha sert bir tutum takınırlar. Dahası kendi zihinlerindeki “bir düzeni, hiyerarşisi, anlamı ve amacı olan hayat” ve bu hayat içinde kendilerini yerleştirdikleri “özel ve önemli” konum algısı kırılgan bir durumdadır. Bu yüzden kendi zihinsel imgelerine uymayan gerçeklere, yaşam tarzlarına, bilimsel bilgilere karşı saldırgan bir tavır takınırlar. Çünkü insanın en kutsal dokunulmazı hep sembolik ölümsüzlüğüyle ilgili olanlardır.
*
İnsan olarak, diğerlerinden daha önemli olmadığımızı kabul etmek kolay değildir.
Evrensel ölçeklerde kendimizin bir kırlangıçtan, hatta bir söğüt ağacından daha fazla bir şey ifade etmediğimizi kabul etmek kolay değildir.
Milyarlarca yıllık bir süreci göz önünde bulundurup, tüm insanlık tarihinin bu zaman içerisinde kapsadığı yerin önemsizliğinin farkına varıp, kendi kısacık yaşam süremizin önemsizliğini kavramak ve kabul etmek kolay değildir.
Belirli bir amacı ve yapılandırılmış bir düzeni olmayan evrende sıradan bir galaksinin sıradan bir yıldızının çevresinde dönen bir kaya üzerinde yaşayan, evrensel ölçekler açısından mikroskobik düzeyde bir canlı olduğumuzu kabul etmek kolay değildir.
Uzayın ve zamanın sonsuzluğunu anlamak kolay değildir.
Kolay olan şey kendimizi, ailemizi, ırkımızı, ulusumuzu ve inancımızı diğerlerinin hepsinden üstün görmek, hayatı açıklayan geleneksel öykülere tutunmak, zihnimizde yarattığımız bu alternatif gerçeklikte kendi kurgusal önemimizin zevkini çıkarmaktır.
1. İngilizce “Terror Management Theory”’, Türkçe bazı kaynaklarda “Terör Yönetim Kuramı” olarak da geçmektedir. Ancak Türkçe “terör” kelimesinin çağrışımı daha organize ve bir amaca yönelik şiddet içeren eylemleri çağrıştırdığı için biz “dehşet” kelimesini tercih ettik.
KAYNAK: EVRİM AĞACI
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.