Gece kulübü patronlarından biri işletme izni sabıkası olduğu için iptal edildiği gerekçesiyle Özersay ve ekibinin olduğu yerde taşkınlık çıkardı, tutuklandı, teminatla serbest bırakıldı…
Gece kulübü çalıştırıcısının sabıkası varmış, sabıka çalıştırma izninin iptali için gerekçe oldu ve çalıştırma izni iptal edildi…
Özersay ve ekibine göre bu hukuksal bir uygulama, tek savunma mekanizması dab u!
Gerekçeye bakar mısınız!
Gece kulübü patronunun sabıkası varmış!
Sabıkası olmayan gece kulübü işletmeciliği yapabilir çatır çatır kadın pazarlayabilir, yakalanırsa fuhuşa teşvikten mahkemeye çıkar, yakalanmazsa yediği halta devam eder, vergisini öder, gece kulübü patronu da “ne konuşuyorsunuz, maaşlarınızı biz ödüyoruz” der, ki dediler de, devletin bu pislikteki ortaklığını ortaya koyar, ki bunu herkes bilir, böylece kadın vücudunu pazarlama üzerinden bu “saadet zinciri” devam eder gider, al gülüm ver gülüm nakaratını hem gece kulübü patronları hem de devlet bülbül gibi şakımaya devam eder….
Yahu kardeşim, sabıkalı olanın da olmayanın da yaptığı iş, yediği halt aynı…
Gece kulüplerinde yapılan iş kadın pazarlamak, bu da sabıkanın ta kendisi, en kötüsü…
Güya yasalara göre fuhuş yasak, peki ama bu gece kulüplerinde çalışan kadınlar ne halt etmeye haftanın belirli günlerinde zührevi hastalık kontrolünden geçiriliyorlar…
Çatır çatır pazarlandıkları için…
Sözde para karşılığı değil, kendi iradeleriyle elin salyalı sümüklü mahlukatlarının altına yatıyorlar, o yüzden bu fuhuş olmuyor, kullanılan kadın iş üstünda yakalanırsa bahanesi bu oluyor…
İşin bir başka rezil boyutu ise, iş üstünde yakalandığı zaman erkek kılığındaki mahlukat paçayı sıyırıyordu, kadın ise para karşılığı bu işi yaptığı için mahkemeye çıkıyor, gazete manşetlerinde rezil rüsva oluyordu…
İşin bu tarafı sanırım düzeltildi, şimdi para karşılığı seks yapıldıysa iki taraf da aynı suçu işlemiş sayılıyor…
Ancak o günden bugüne, yani erkek tarafı da cenderenin içine girince, gece kulübü kaynaklı olup da mahkemelere yansıyan bir tek olay görmedi…
Gidin yasalarınızı külahıma anlatın…
Yakın geçmişte, ki bunu ben de köşemden yazdım, manyağın biri kadının anüsüne soda şişesi sokuyor, içerde kırıyor, kadın haliyle hastanelik oluyor, konu bir süre sonra duyuluyor, ama kimse bu konuda en ufak bir girişim başlatmıyor, ne polis, ne savcılık, ne ilgili bakanlığın birimlerinden, ne de olaya müdahale eden doktordan tık yok!
Şimdi bu manyaklığı yapan veya yapılmasına göz yuman, ilk başta olaydan haberi olmasa bile günün sonunda çalıştırdığı kadın bu şekilde hastanelik olunca bu olaydan kesinlikle haberi olan, kadına bu manyaklığı yapanı da ihbar etmeyen, hakkında şikayetçi olmayan gece kulübü işletmecisinin sabıkası yoksa, masum mu sayılacak!!!
Bir kere Sn. Özersay, ve pek muhterem hükümet ortakları, kafanıza sandalye savrulması hiçbir şekilde kabul edilecek bir davranış olmasa da, bu yapılan gece kulüpleri konusunda dik duruş sergileyememeniz, kaçak dövüşerek bahanelerle bu işin üzerine gitmenizden, işletmecinin de bundan cesaret almasındandır…
Bu kadar basit…
Bu şuna benzer; Hırsızın hırsız olduğunu bilirsiniz ama arada çaldığından size de aktardığı için (vergi kılığında ödemenizi yasal yollardan yaptığı için) hırsızlığına göz yumarsınız, ama aleni şekilde iş üstündeyken hasbel kadar yakalarsanız, hop kardeşim, dur, şimdi olmadı dersiniz, mahkemeye çıkarırsınız, ceza verirsiniz, dışarı salınca da hırsız hırsızlığına devam eder…
Ha, çok göze batan bir hırsızsa bu hırsız, onu “yasayla” hırsızlıktan men edersiniz…
Durum bu, manzara bu, tam bir tiyatro…
Ya dik durun, memlekette bu dünyanın gelmiş geçmiş en pis ve ahlaksız işini sonlandırın, kapatın hepsini, bitsin gitsin, ya da hikaye okumayı, reklamı, şovu bırakın bir tarafa, bırakın isteyen istediğini yapsın…
Böyle bir işi elbette ben ya da sen yapacak değiliz, hamuru o işe uygun olan yapacak…
Bu noktada, bu pis işi yapacak olan sabıkası var mıdır, yok mudur artık hiç önemi yoktur…
Yasal yönden adını ne koyduysanız koyun, bunu adı, kılıfına uydurulmuş ahlaksızlıktır, göstermelik önlemdir…
…………………………
Sn. Akıncı seçildiği günden beri Kıbrıs sorununa çözüm bulma konusunda resmen patinaj yaptı, Türkiye Dışişleri’nin gölgesinden bir adım dışarı çıkamadı, ki bunu rakibi Anastasiadis de söyledi, kendisi de yalanlayamadı…
Kendi kendini içine düşürdüğü durumu geç farketti, cesaretini toplayıp da Türkiye dışişlerinin gölgesinden bir adım dışarı çıkmaya kalkıştı, salvo atışına tutuldu…
Halbuki ilk başta yapması gereken şey, tek başına ve cesaretle hem Kıbrıs Türkünün hem de Türkiye’nin olası çıkarlarını savunmak, bunun için kapı arkasında akil insanlardan bir ekip kurmak, stratejiler geliştirmek, elli senedir Kıbrıs konusunda sağı solu belli olmadan, hedefsiz bir şekilde takkiye edebiyatı yapan, kafasına estiği gibi herşeye maydanoz olan, kısa günün karına bakıp da Rum tarafının eline sürekli akıl almaz kozlar veren Türkiye tarafını da bu süreçte ikinci planda ve geride tutmaktı…
Hatta gerekirse resti çekmek ve tek başına her iki tarafın da haklarını var gücüyle savunmaya çalışmaktı…
Olmadı, yapamadı, ortaya cesaret koyamadı, ortaya bu işleri yapacak bir ekip de koyamadı, dolayısıyla gündemi Kıbrıs konusundaki uğraşlarından çok panayırlarda, festivallerde attığı nutuklarla doldurdu, dersini iyi çalışamayan sözcüsünün kestiği ahkamlarla gündem işgal etmesine seyirci kaldı…
Şimdi ise, Rum tarafının tavırlarına baka baka gelişen ve konfederasyon ağırlıklı bir görüşe doğru yönelen gidişatın önünü kesmek için çırpınıyor…
Federasyon en güzel çözümdür diyor…
İşin doğrusu, herşeye rağmen kendisi çok iyi niyetli ve yine işin doğrusu, federasyon da her iki taraf için en ideal çözüm.
Ama bu şartlarda, hele de Rum tarafı Türkiye’nin bugüne kadarki aymaz politikaları sayesinde 186, 541 ve 550 sayılı BM kararlarıyla elde ettiği kazanımlar ortada kapı gibi dururken, hele de Türkiye bunları kendi eliyle AB’ye sokmuşken, hele de dünyanın en güçlü devletleriyle kendi kafalarına göre savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmaları yapmışken Rumların bir federasyon tezine ve özellikle de siyasi eşitlik konusuna sıcak bakmaları beklenemez…
Daha da kötüsü, Rum tarafı bu kazanımları elde ettikten sonra, hem bizi hem de Türkiye’yi arkasından koşturttu, Kıbrıslı Türkler olarak biz hep çözüm için yalvarır pozisyonunda olduk, Türkiye de ne koparırsam kardır zihniyetiyle hep bizim bir adım önümüzde olmaya ve kendi çıkarlarını ön planda tutmaya çalıştı…
Sonuç olarak bu süreç hep bizim ve Türkiye’nin aleyhine işledi, saldıran ve açılım yapan ve keza çoğu zaman da istediklerini koparan hep Rum tarafı oldu, biz ise patinaj çektik, Rum tarafının süreci istediği gibi yönlendirmesine ve dolayısıyla bizi de yönlendirmesine ve bölmesine, kendi içimizde bile anormal çelişkiler yaşamamıza zemin hazırlamasına seyirci kaldık…
Bu saatten sonra yapılması gereken şudur; gelecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olur mu, olmaz mı orasını bilemem, ama eğer ipleri gerçekten eline almak isterse Sn. Akıncı maraz kokan basın açıklamarını bir tarafa bırakacak, açılım yapacak, Rum tarafının açıklamalarına alternatifler getirecek…
Bu alternatiflerin birincisi ve en önemlisi, Rum tarafının attığı adımların, yaptığı açılımlarının aynısını yapmaktır…
Garanti Anlaşması denen garagözlüğün ta kendisi olan anlaşmayı kaldır, Türkiye’den bir TBMM kararıyla Kıbrıs Türk Devleti’ni tanımasını iste, istediğini alana kadar da bastır, Türkiye bu kararı alırsa zaten BM bu işe bir daha adam gibi eğilmek ve bu kez mecburen sonlandırmak zorunda kalacak, bir elli sene daha bu iş BM gündeminde bu şekilde kalamaz, bu arada fırsatı değerlendir ve Türkiye ile ikili bir savunma ve ekonomik işbirliği anlaşması yap, ki o zaman da Rum karşı çıkacak, o zaman da sen Rumun tek taraflı bu konuda Fransa, İsrail, Rusya gibi ülkelerle yaptığı anlaşmaları gündeme getir, göze göz, dişe diş git…
Ya sen de şartlarını dayat, göze göz dişe diş kavga ederek istediğin doğrultuda veya ona yakın bir sonuç almaya çalış, ya da bu işten hepten vazgeç…
Bu süreç, bu gidişat, öyle basına maraz kokan beyanatlar vermekle çözülecek iş değil.
Bu halk, Sn. Akıncı’yı şöyle olmalı, böyle olmalı, şudur, budur hikayeleriyle gündem doldurması için seçmedi, icraat için, 50 küsur senedir süren bu kepazeliğe bir son vermesi için seçti…
Yok Türkiye’nin seçimi, yok KKTC’nin seçimi, yok Rum tarafının seçimi diyerek de bu gidişatı habure ötelemenin ecele faydası yok, yoksa bu süreç Akıncı gibi daha beşyüz tane Cumhurbaşkanı eskitir…
Ha, bu arada, Kıbrıs konusunda kraldan çok kralcı kesilen ama AKP ile ters düşer korkusuyla ne istediğini de bir türlü söyleyemeyen, her fırsatı reklam için değerlendiren ama yaptıkları lafla peynir gemisini yürütmekten öteye gidemeyen muhterem Dışişleri Bakanımız Kudret Özersay’a da bir zahmet bu konuda esas görev ve sorumluluğun seçilmiş Cumhurbaşkanı’nda olduğunu, halkın cebinden orada burada dolanarak şov yapmayı bir tarafa bırakmasını, hükümetin ya da Dışişleri Bakanı’nın değil Kıbrıs sorununu çözmek, bir kalbu samanı ikiye pay etmekte bile zorlandığını, değil halkın refahını ve huzurunu, tam tersine halkın kabusuna dönüştüklerini, reklamlarla gelecek gaylelerine zemin hazırlamaya değil, esas bu konuda kafa yormaları gerektiğini hatırlatın…
Hala çok geç değil, biraz cesaretle, biraz irade ile olmayacak işler olabilir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.