• BIST 9549.89
  • Altın 3005.985
  • Dolar 34.5383
  • Euro 35.9979
  • Lefkoşa 15 °C
  • Mağusa 15 °C
  • Girne 18 °C
  • Güzelyurt 12 °C
  • İskele 15 °C
  • İstanbul 5 °C
  • Ankara 1 °C

Polisi bırak, aynada yüzüne bak!

Ediz TUNCEL

Nerdeyse iki, hatta üç aydır memleketteki, bölgedeki sorunlarla ilgili olarak elim köşe yazısı yazmak için
klavyeye gitmiyor.
Elimden gelse kulaklarımı ve gözlerimi herşeye ve herkese karşı kapatacağım, kapatacağım çünkü
umudumu nerdeyse hepten kestim.
Bu küçük ülkede ve artık toplum olma özelliğini çoktan kaybetmiş bu ne idüğü ve sayısı belirsiz toplumda
alt kimlikmiş, üst kimlikmiş, eğitimmiş, sağlıkmış, trafikmiş, asayişmiş, ahlakmış, şuymuş buymuş diye
birşey kalmadı.
Herşey ve toplumun büyük bir kesimi tamamen kokuşmuş durumda.
Bunun da tek suçlusu Kıbrıs Türkü’nün ta kendisidir…
Son günlerde memlekette yaşanan kriminal olaylardan polis örgütü sorumlu tutulmaya çalışılıyor, bazı
odaklar ki kendilerinin nasıl kokuşmuş oldukları tas gibi ortadadır, polisi zan altında bırakmak için algı
operasyonlarıyla ellerinden geleni yapıyorlar…
Diğer taraftan, polis askere bağlı olduğu için başlattıkları karalama kampanyasında bunun ucunu dolaylı
olarak askere dokunduruyorlar!
Peki kim bunlar, bu ülkeye gelen yabancılar mı, Rumlar mı, Türkiyeden gelenler mi, yoksa yerli Kıbrıslı
Türkler mi!!!
Malesef ki bunlar has be has Kıbrıslı Türklerdir, hem de Kıbrıslı Türkün “en adi, en aşağılık, en üçkağıtçı,
en sahtekar” cinsinden olanlarındandır…
Bu sahtekar tayfasına bazı sorular soralım, bakalım ne diyecekler;
1. Bu memleketi sorma gir hanına çeviren polis mi?
2. Bu memleketi açık hava tımarhanesine çeviren polis mi?
3. Yıllar yılıdır eksik personel ve eksik teknik altyapı ile çalışan polisin ihtiyaçları giderildi mi?
4. Yıllar yılıdır örgütlü suçla etkili şekilde mücadele edebilmek için polisin istediği yasalar çıkarıldı
mı?
Bunların tümüne de verilecek cevap “hayır”dır ve bu durum da doğrudan doğruya polise acımasızca
saldıranlara yaramaktadır, en basitinden teknik takip yasaları olmadığı için organize suçlularla bu çirkef
tayfasının ilişkileri polis tarafından takip edilememektedir…
Bugün ülkede yaşanan sorunların sorumlusu ne polistir, ne Rum tarafıdır, ne Türkiye’dir, ne de bu ülkeye
elini kolunu sallaya sallaya girip de bela çıkaran ne idüğü belirsizler sürüsüdür…
Bugün bu ülkede ve toplumda yaşanan sorunların tek sorumlusu bu ülkeyi yöneten siyasiler ve onları
tekrar tekrar seçen, sonra da seçtiğine söven, sonra sövdüğünü kısa günün karı uğruna tekrar seçen
halkın ta kendisidir…
İşte bu yüzden bu halk ve Kıbrıs Türkünün “en adi türlerinin” medyadaki tetikçileri öküz altında buzağı
arar gibi polisi abuk subuk şekilde eleştirmektedirler, kendi gözlerine giren merteğe bakacaklarına polisin
gözündeki tozu mertekmiş gibi göstermektedirler, aynada kendi suratlarına bakıp, kendi çirkeflikleriyle
yüzleşeceklerine çirkeflerini sağa sola saçmaktadırlar…
Polis Genel Müdürlüğü de bu adiliklere sessiz kalmamalı, çirkef atmaya çalışanları kendi pislikleri içinde
boğmak için elinden geleni yapmalı, foyalarını meydana çıkarmalı, polis örgütüne neden bu kadar
acımasızca ve alçakça saldırdıklarını ortaya koymaktan çekinmemelidir.

Polis örgütünün özlenen, arzu edilen dört dörtlük hizmeti çeşitli sebeplerle, ki bir kısmını yukarda
belirttim, veremediği, kendi içinde de sorunlu ve görevini layıkıyla yapmayan şahıslar barındırdığı bir
gerçektir, ancak bu sorun her kurumda vardır ve topyekün polis örgütüne mal edilemez.
Bu yüzden polis örgütüne ve özellikle de Lefkoşa Polis Müdürü Ahmet Soyalan, Polis Genel Müdürü
Süleyman Manavoğlu gibi bazı üst düzey yöneticilere karşı ince hesaplar içinde olan sahtekar tayfası ve
tetikçileri tarafından yapılan saldırılarda polis örgütü sinip kalmamalıdır, gereken cevabı gerektiği gibi
vermelidir, kendi içinden olup da dışardaki çirkef tayfasıyla işbirliği yapanları da deşifre etmelidir.
Eğer bu ülkedeki namussuzlar kendi çirkefliklerini örtbas etmek ve kendilerine karşı eylem yapacak polis,
asker gibi kurumları ve başlarındaki şahısları sindirmek için bu kadar rahat bir şekilde
saldırganlaşabiliyorlarsa, bir yerlerde yanlış giden birşeyler vardır ve polis örgütü de artık bunlara karşı
ağzını açmalıdır…
Maddi ve manevi tüm değerlerimizin katledildiği bir ortamda susma zamanı artık çoktan geçmiştir.
……………………………
Benim “zoraki hükümet” dediğim ve ta başından beri zerre zırnık kamu faydası beklemediğim hükümet
gitti, yerine UBP-HP koalisyonu geldi…
Bu arada, zoraki hükümeti bozan taraf olarak HP’nin başındaki şahıs olan Kudret Özersay yaylım ateşine
tutuldu, bütün hataları ve söylediğinin tam tersini yapması yüzüne sayısız defalar vuruldu, ayrıca Ankara
hükümetinin, yani AKP’nin dümen suyuna girdiği ve kontrolü AKP’ye kaptırdığı için bu şekilde davrandığı
da defalarca yazıldı, çizildi…
Bu noktaya kadar Özersay’ı belki de basında en çok eleştiren köşe yazarı bendim, ama bu noktada
Özersay’a hiçbir eleştiri getirmedim.
Neden mi eleştirmedim!
Çok basit…
Siyasette bir noktaya ulaşabilmek için elinden gelen herşeyi yapan Özersay, bir hükümetten çıkıp diğer
hükümete girmesine rağmen en sonunda kendisini çirkefin tam da ortasında buldu muhtemelen artık
neye bulaştığını da anlamıştır.
Peki ama, AKP’nin telkinleriyle de olsa bir hükümetten çıkıp da diğerine girmekle, suçlu sandalyesine
oturtulmayı hak etmiş midir?
Bence değil, geçmişte çok daha çirkin siyasi manevraları da gördük…
Örneğin, CTP ile ÖRP macerasını unutmadık, ki Kıbrıs Türk siyasi sahnesinde bu kadar çirkin bir ayak
oyunu daha görülmemiştir…
İrsen Küçük döneminde insanı çıldırtan rezillikleri gördük, memleketin tüm maddi ve manevi değerlerinin
şahsi hırslar uğruna yerle bir edildiğini ve siyasilerin büyük kısmının buna seyirci kaldığını, halkın da gıkını
çıkarmadan manzarayı seyrettiğini gördük…
Peki ama gerek CTP’liler, gerekse diğer siyasiler bu konuda hiç günah çıkardı mı, hiç hata yaptık dedi mi,
hiç yaptıkları hatayı telafi etmek için en ufak bir çaba sarfetti mi?
Hayır, hiçbir şekilde hatalarını telafi etmek için kıllarını kıpırdatmadılar, halk da bütün bunlara rağmen
yine gitti bunlara oy verdi…
Bugüne kadar söylediklerinin tam tersini yapmak haricinde, Özersay’ın bir hükümetten çıkıp da ötekine
girmekle hata yaptığı iddia edilecekse, bu hatayı geçmişteki hatalarla da kıyaslamak, diğer hatalarla bu
hatanın boyutu enine boyuna hesaplamak da gerekir…

Gerçek şudur ki, birkaç bakanın gayretleri haricinde, geçmiş hükümet tam bir fiyasko örneğiydi.
Et de ellerindeydi, bıçak da ellerindeydi, istedikleri kararları alabilecek pozisyondaydılar…
Isteselerdi sabah akşam uğraşıp, bu ülkedeki kaçak parayı kontrol altına alırlardı, ekonomiyi ve vergi
sistemini, asayişi, trafiği, sağlığı, eğitimi düzeltmek için gerekenleri yaparlardı…
Ama bunlarda yaraya neşteri vuracak yürek yoktu, tek yapabildikleri iktidara gelir gelmez maaşları
ödeyebilmek için halka tarihte görülmemiş bir zam kazzığı sokmak ve lafazanlıkla, özellikle de DP kaynaklı
rant kavgalarıyla vakit geçirmek oldu…
Özersay ve HPsi de bu başarısızlığın tescilli bir parçasıdır, buraya kadar tamam.
Ama bundan sonrasında bu başarısızlığın bir parçası olarak kalıp kalmamak da bir tercih sebebidir.
Tüm başarısızlıklara ve fiyaskoya rağmen dörtlü koalisyondan ne TDP, ne CTP, ne de DP’nin ayrılacak
cesareti yoktu, çünkü bir daha o koltukların yüzünü kolay kolay göremeyeceklerinin farkındaydılar.
HP ise bir alternatife sahip olduğunu biliyordu ve hamlesiyle ciddi bir yara almasına rağmen şansını
denedi, batan gemiden atlayıp, diğer gemiye geçti…
Ötekiler de bir anda altlarındaki koltukları kaybettikleriyle kalakaldılar…
DP ve TDP bir daha hükümet yüzü filan göremez, zaten ellerine geçen son kozu da yüzlerine gözlerine
bulaştırdıkları için silinip gidecekler, tarihin çöplüğünde sadece adları kalacak, bir nesil sonra o da
unutulacak.
Şimdi Özersay için zorlu bir yol daha başlıyor, kendisinin ve HP isimli gemisinin toplum nezdinde aldığı
hasarı tamir edebilecek mi, yoksa batağa daha da mı gömülecek, göreceğiz…
Şahsen Özersay’a ve siyasi oluşumuna bugüne kadar hiç güvenmesem ve inanmasam da, ummadığın taş
baş yarar misali, önümüzdeki süreçte toplum ve ülke menfaati adına bir fayda ortaya koymalarını da
beklerim…
Aksini beklemek, hem kendime hem de zaten bataklığa sürüklenmiş ülkeme karşı kötülük olur.
Ha, bu arada, Eski Eserler Dairesi’nin Dışişleri Bakanlığı altında ne işi var, bu nasıl bir saçmalıktır, bir
zahmet bunu da açıklarsa, iyi olur…
Ersin Tatar’a gelince…
Ağzı pek fazla felsefik laf yapmayabilir, ucu açık lafazanlıkları felsefik konuşma diye millete yutturmak ve
populizm yapmak gibi boş beleş bir özelliği olmayabilir, ki bizim millet bu boş beleş lafazanlıkları
dinlemeyi çok sever, ama kafası birçok siyasetçinin kafasından çok daha hızlı çalışır ve bir sorunla
karşılaştığında doğrudan analitik çözümleme yeteneğini devreye sokar, makul ve mantıklı bir çözüm
üretmeye odaklanır…
Şu ana kadar popülizmle uğraşmadı, Başbakanlık koltuğuna oturdu oturalı meydana fırlayıp bol bol
palavra sallamadı, vaatler vermedi, ve eğer ekibini iyi kurabilirse ve ülkeyi düzeltmek için radikal adımlar
atabilirse, bir sonraki seçimde UBP’yi tek başına iktidara taşır, arkasından da ülkede rejim değişikliğini
gündeme getirir, başkanlık sistemini de getirir ve ülkenin ilk başkanı da olabilir.
Ancak bunun için öncelikle ülkedeki vergi sistemini düzeltmeli, gelir dağılımını dengelemeli, devletin
gelirleriyle giderlerine çeki düzen vermeil, ülkedeki olağan üstü hali göz önüne alarak serbest piyasa
ekonomisi zırvasını bir süreliğine askıya almalı, tüketiciye sunulan mallarda fiyat istikrarı sağlanması için
uğraş vermeli, devletin aksayan yönlerine ve çıkar odaklarının çıkarlarına tereddüt etmeden neşter
vurabilmelidir…
Yapabilir mi, bence yapabilir…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları