İnatçılığın çocukluk döneminin psikososyal gelişiminde doğal olarak var olduğunu belirten uzmanlar herkesin içinde biraz inatçılık olduğunu söylüyor. Yetiştirilme biçimlerinin çocuklarda inatçılığı beslediğini ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Baskıcı bir ortamda çocuk nasıl inatçılığa sürükleniyorsa, kuralsız bir ortamda da çocuk kendi doğrularını kendi oluşturur ve o doğrularda ısrar eder.” diyor. Bilinmezlik ve belirsizliğe karşı savunma mekanizması olarak da inatçılığın ortaya çıktığına değinen Tarhan, inatçılığın arka planında sevilmeme, değer görmeme veya kaybetme korkuları olduğuna vurgu yapıyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, inatçılık hakkında bilgi verdi ve inatçı kişilerle nasıl iletişim kurulabileceğini açıkladı.
İnatçı kişilerin değer yargıları farklıdır
İnatçılığın, kişinin bir fikirde doğru ve yanlış olduğuna bakmaksızın ısrar etmesi olarak bilindiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir kimse doğru olan bir fikirde ısrar ederse buna kararlılık deniyor. Ama genelin kabul ettiği ya da mantık, muhakeme kurallarına, psikoloji kurallarına göre yanlış olduğu bilinen bir konuda ısrar edilmesi inatçılık olarak kabul ediliyor. Kişi bunu kabul etmediği gibi reddediyor, karşı geliyor, direniyor. Karşısında söylenen kanıtları da kabul etmiyor çoğu zaman. Bazıları inatçılığı kişilik özelliği haline getirir. Bir kimse karşısındakiyle konuşurken ‘bu inatçıdır, buna nasıl yaklaşayım?’ diye düşünüyorsa, artık inatçılık o kişinin parçası haline gelmiş demektir. Bu kişilerin zihinsel arka planında ‘benim dediğim doğrudur, benim düşüncemi kabul etmek zorundasınız’ gibi düşünceler vardır. Bu kişilerin değer yargıları da farklıdır.” dedi.
Çocuklardaki inatçılık doğal!
İnatçılığın çocukluk döneminin psikososyal gelişiminde doğal olarak var olduğuna dikkat çeken Tarhan, “Çocuk yürümeye başlayıp özerklik duygusu gelişmeye başladıktan sonra kendi doğrularında kendini dünyanın merkezinde görür. Çünkü dünyanın en bencil varlığı çocuklardır. Buna primer narsizm deniyor. Bu doğal bir şey, çocuk önce kendini seviyor, sonra kendisine bakım verenleri seviyor. Çocuk büyüdükçe benlik sevgisini bırakmak istemiyor ama sadece kendini ve annesini değil diğer insanları, kardeşlerini, babasını, arkadaşlarını da sevmeyi ve onlarla ilgili esnek olmayı öğrenmesi gerekiyor. Zihinsel esnekliği, duruma uygun davranmayı öğrenmesi gerekiyor.” şeklinde konuştu.
İnatçı kişiler çoğu zaman yalnız kalırlar
İnatçı kişilerin dünyanın hep kendi etrafında dönmesini istediklerini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İnatçılık, ben merkezciliğin en önemli davranışsal boyutlarından birisidir. İnatçı olarak bilinen kişilere baktığımız zaman o kişiler ben merkezcidirler. Bu durum insan ilişkilerinde iletişim becerilerinin, iş hayatının, evliliğin en büyük düşmanıdır. İnatçı kişiler çoğu zaman yalnız kalırlar.” dedi.
İnatçı kişilerin eleştiriye karşı tahammülsüz olduklarını da ifade eden Tarhan, olaylara sadece kendi pencerelerinden bakmak istediklerini ve övgüyle beslendiklerini söyledi.
Düşünce esneklikleri yok…
İnatçı kişilerde düşünce esnekliği olamadığına dikkat çeken Tarhan, “Bu durumun psikolojideki karşılığı düşünce katılığıdır. Bir kimsede düşünce katılığı varsa önce neden kaynaklandığına bakılır. Eğer bir hastalıktan kaynaklanıyorsa, bir hezeyansa o zaman tıbbi tedavi gerekir, medikal yaklaşılmalı. Ama bir hezeyan değil kişilik özelliğiyse, kişi bunu bilerek mi bilmeyerek mi yapıyor ona bakılır. Niyet önemlidir burada. Kişiler bazen iyi niyetli oluyor, yaptığı işin doğru olduğunu biliyor ve ısrar ediyor.” diye konuştu.
Pasif inatçılar daha tehlikeli
Buyurgan yaklaşımların inatçılığı arttırdığının altını çizen Tarhan, “Kişilerde inatçılığın ortaya çıkmasındaki en büyük etkenin aile ortamı olduğunu görüyoruz. Baskıcı, otoriter, totaliter, ‘hep ben’ ortamlarda yetişen çocuklar, özerklik duyguları da varsa inatçılıkla kendi varlıklarını devam ettirmek isterler. Bazı çocuklar teslim olurlar. Hatta bazen pasif agresiftirler, ‘peki peki’ derler. Bazı insanlar vardır, muamele çok iyi ama eylem sıfır. Yani yüzüne karşı her şeye ‘evet evet’ derler. Bu kişiler de pasif inatçıdır ve daha tehlikelidirler. Aktif inatçılar dürüsttür karşı çıkarlar, itiraz ederler, fikirlerini savunurlar. Ama pasif inatçılar iyi davranır fakat daha sonra kendi bildiğini okur. Mesela anne çocuğa ‘ders çalış’ der. Çocuk ‘tabi anneciğim çalışacağım’ der ama çalışmaz. Hatta annesini sinirlendirir, zevk alır bundan.” diye konuştu.
İnatçılık ne zaman gerekli?
Açık ve dürüst oldukları için aktif inatçı kişilerle anlaşmanın daha kolay olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Fikirlerini hakikaten anlaşılmak için söylerler. Bunu ego savaşına çevirirsek iki taraf da kaybeder. Burada amaç, bizim için en iyiyi ve en isabetli doğruyu bulmak. Ancak bunu yaparken, inatçı kişinin onurunu zedelememek gerekiyor. Onurunu zedelerseniz kişilik yapısı olan inatçılığı çözüm olarak görür.” dedi.
Herkesin içinde inatçı bir çekirdek olduğunu da belirten Tarhan sözlerine şöyle devam etti:
“İnatçılık kişinin kendi psikolojik bütünlüğünü koruması için de gereklidir. Kişinin kendi doğrularını savunması gerekiyor. Karşıt bir delil olmadan, karşıt bir görüş ikna edici bir bilgi olmadan o doğruları değiştirmemesi isabetlidir. Ancak karşı tarafa ‘ben anneyim böyle yapacaksın, ben babayım böyle yapacaksın’ diyerek anneliği, babalığı veya iş yerinde pozisyonunu kullanarak, gerekçelerini söylemeden, ‘ben ne dersem o olur’ diyerek yaklaşılırsa, geçici bir sessizlik, sakinlik olur. Böyle durumlarda ihanet beslenir, ilk fırsatta ihanet eder karşı taraf. Bu nedenle baskıcı ortamlarda çok hain çıkar. Baskıcı kültürlerde münafık çok çıkar. Mesela Batı'da niye çıkmıyor? Çünkü insanlar açık ve şeffaf. Orada dürüstlük yüceltiliyor ama burada, doğu toplumlarında itaat yüceltiliyor. Türkiye değil bütün doğu toplumlarında, itaat ve sadakat yüceltiliyor. Halbuki gelişmiş toplumlarda adalet, açıklık ve şeffaflık yüceltilir.”
İnatçılık, bilinmezlik ve belirsizliğe karşı bir savunma mekanizması
Çocuklarda inatçılığın her şeye karşı koymayla geliştiğini belirten Tarhan, “Bu çocuklara baktığımız zaman yetiştirilme biçimleri bunu besliyor. Bu genetik bir durum ya da hastalık değil. Baskıcı bir ortamda çocuk nasıl inatçılığa sürükleniyorsa, kuralsız bir ortamda da çocuk kendi doğrularını kendi oluşturur ve o doğrularda ısrar eder. Bu inatçılık olarak ortaya çıkar. Mesela dişini fırçalayacaksın, tuvaletten çıkınca elini yıkayacaksın tarzında genel temel değerleri, temel kuralları olan bir ortam oluşmadıysa çocuk kendi doğrularında ısrar etmeye başlar. Çünkü, insan zihnini en çok rahatsız eden şey belirsizliktir, tehlike değildir. Ne olacağını bilememek, bilinmezlik ve belirsizlik en büyük gizli travmadır. İnatçılık, bilinmezlik ve belirsizliğe karşı bir savunma mekanizmasıdır. Kendi doğrularını korumaya çalışır. İnatçı kişiler bu yüzden maalesef, yeniliğe de kapalıdırlar. Yenilikçi ve gelişimcilik 21’inci yüzyıl değerleri biliyorsunuz. Bu zamanda yenilikçi ve gelişimci olmayan kimse bu yüzyılı kaçırır, tarihte yaşar.” diye konuştu.
Yargılayıcı konuşmak inatçılığı besler
Genellikle inatçılıkta, bir şeyi birisine kabul ettirmede ‘güç, otorite, yönetim bende’ gibi insanı domine etme arzusu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “O arzuya karşı, ‘ben onaylamıyorum ama senin hatırın, ısrarın için katlanıyorum bunu bilesin’ dendiğin zaman karşı taraf bu durumda ‘bana değer veriyor’ der. Duygusal inatçılık kalkar. Sözel inatçılık devam etse bile eğer iyi niyetliyse içinden ‘haksızlık yapıyorum’ der. Karşı tarafı anlayabilmek, onun penceresinden olaya bakabilmek, empatik bakış inatçılığı en güzel çözümüdür. Kişi inatçılık yapmadan, yanlışları söylüyorsa bu ‘ben seni anlamaya çalışıyorum’ demektir. ‘Niye böyle yapıyorsun’ gibi ‘sen’ dili ile konuşursan inatçılık artar, ‘ben’ dili ile konuşmak gerekir. İnatçılık özellikle duygusal boyutu gizler. Mesela, eve gittiniz ev darmadağınık. Bu durumda ‘ne bu evin hali, bütün gün dışarda canım çıktı zaten, eve geldim ortalık darmadağınık’ dersiniz. Bu da eşe karşı suçlayıcı ve yargılayıcı konuşmaktır. Yargılayıcı ve suçlayıcı konuşma karşı tarafta savunma duygusu yaratır. ‘Ben’ dili ile ‘ben eve geldiğimde ev dağınık olduğu zaman kendimi çok kötü hissediyorum’ şeklinde kendi duygularını söylese karşı tarafta savunma duygusu yerine yardım etme, anlamaya çalışma duygusu uyanır. Bu nedenle, sen dili ile suçlayıcı, yargılayıcı konuşmak inatçılığı besler.” şeklinde konuştu.
Herkes kendi duygularından sorumludur
Herkesin kendi duygularından sorumlu olduğunu belirten Tarhan, “İnsan eşinin duygu ve davranışlarından sorumlu değildir. Eşini yönetmeye, hükmetmeye kalktığı zaman karşı tarafın özgürlük duygusu zarar görüyor. Onun için karşı taraf da savunmaya geçerek, ‘üç tane çocukla benim de bütün gün canım çıkıyor, ne yapayım’ diyecek. ‘Kötü hissediyorum’ deyince böyle durumlarda genelde karşı taraf sessiz kalır. O anda tepki vermiyor sonradan düzeltiyor. Hatta bazı durumlarda kendisi ortalığı toparlamaya kalkar, bu daha olgunca bir davranıştır. O zaman ‘benim çektiğim sıkıntıyı anlıyor, bana yardım etmeye çalışıyor’ diyerek daha olumlu adımlar atılır. Böyle durumlarda ‘bu bizim ortak sorunumuz’ diyerek ortak çözüm üretilmesi lazım. Kadın erkek ilişkisi, tamamlayıcı ilişkidir yoksa zaten yürümez.” dedi.
İnatçılığın arka planında korkular var
“Ev kadının krallığıdır, erkeğin de evde kadına o krallığı hissettirmesi lazım.” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aksi halde kadının kendini kötü hissedeceğine ve evi sahiplenmekte zorlanacağına dikkat çekti. Erkeğin evdeki kararları kadına bıraktığı durumlarda, kadının evi daha çok sevdiğini, çocuklarla da daha çok ilgilendiğini ve eşine de daha iyi ortam hazırladığını söyleyen Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Evde son sözü eşin söylemesini erkek kabul ederse, ego savaşları olmaz. O zaman niye inatçılık olsun ki. İnatçılığın arka planında, onun görünmeyen nedeni buzdağı gibidir. Arka planda, beni sevmiyor, bana değer vermiyor yahut da sahip olduğu bir şeyi kaybetme korkuları vardır. Parasız kalma, sevilmeme, yalnız kalma korkusu vardır. Bir nevi ‘benim farkıma var, bana da önem ver’ diye dolaylı bir mesaj vardır arkasında. Bilinenin aksine inatçı kişiler güveni düşük kişilerdir. Erkeklerin zulmü var maalesef, kadınlar sessiz kalıyor, içine atıyor, onun için hekim hekim dolaşıyorlar. Mide hastalığı, bayılma hastalığı hep arka planda duyguları ifade edememe zorluğu var. Duygular üzerinde konuşulabilse bu olmayacak. Bu konuşulamadığı için inatçılık şeklinde veya bedensel hastalık şeklinde çıkıyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.