Uzun zamandan beridir ülkede yaşananlar, hükümetlerin etkisiz çalışmaları, gerek iç siyaset, gerekse dış siyasete yönelik tablolar karşısında, birçok insan gibi ben de umudumu yitirip tepkilerimi kendime saklamayı yeğlemiştim. Nasıl olsa söylenen ve yazılanların ne okuyanı, ne de dikkate alanı vardı.
Sayın Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını takip eden günlerde gelişen bazı olaylar, yiten umutların yeniden yeşermesini sağlamıştır. Olası bir çözümü takiben, tüm kurumların AB normlarına uygun koşullara kavuşturulması gerekecektir. Bunların başarılması halinde, kuşkusuz ki, toplumsal yaşam seviyelerinde de iyileşmeler olacaktır.
Sağlık, toplumsal ve bireysel iyilik hali olup, aynı zamanda sosyo-ekonomik bir kaldıraçtır. İyi bir sağlık sistemi, hem toplumsal kalkınmada, hem de bireysel iyilik halinin sağlanmasında, olmazsa olmazlardandır. Yıllardır sağlıkta sistem arayışları sürerken, geldiğimiz noktada mevcut yapı ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiştir. Nitekim bu konuyu, Tıp İş başkanı Dr. Sıla Usar İncirli de birkaç günden beridir vurgulamaktadır.
Sayın Sağlık Bakanı Ahmet Gülle’nin Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin (SÇHB) açtığı bir davaya yönelik cevabını okuyunca, Sn. Bakan’ın kafasındaki reformun, nasıl bir şey olduğunu düşünmeye başladım. Bildiğiniz gibi, Anayasa ve yasalara uygun olarak, kamuda çalışan hekimler de, diğer kamu çalışanları gibi ikinci iş yapamazlar. Serbest Çalışan Hekimler Birliği de, bu yasaların uygulanmasını isteyerek, bu çerçevede bir dava açmıştı. Bu davaya karşı, Sn. Bakan da cevap verme gereği duymuş olmalı ki, “reform sürecine inanıyorlarsa davadan vazgeçmelerini” önermiştir. Sn. Bakan’ın ikinci rahatsız olduğu konu ise “SÇHB’nin, bakanlığın sanki dava ile ilgisi olduğunu ortaya atıp reform sürecini bozma çalışmaları” idi.
Koskoca bir “Sağlık Reformu” serbest çalışan hekimlerin talepleri ile sekteye uğrayacaksa ve de SÇHB’nin taleplerinin muhatabı Sağlık Bakanlığı değilse, vay halimize!
Yıllardan beridir sağlıkta tartışılan yeni modelin nasıl olacağına dair en kapsamlı çalışma, hatırlanacağı üzere, 1999-2000 yıllarında bizim sağlık bakanlığı yaptığımız dönemde hazırlanmıştı. Bu plana göre, ülkedeki sağlık veri tabanlarının durumu, mevcut yapının zayıf ve kuvvetli yönleri ile tehdit ve fırsatların ne olduğu katılımcı bir anlayışla tartışılmıştı. Bu SWOT analizlerinin sonuçlarına göre ülkemizde, kamu ve özel sektörün birlikte yürüteceği “Karma bir Sağlık Modeli” önerisi ortaya çıkmıştı. Bu modelde en çarpıcı nokta “Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin, 1. Basamak Aile Hekimlikleri” aracılığı ile geliştirilmesi idi ki, bu hizmetler kamu sağlık sektörünce ücretsiz olarak sağlanacaktı. İkinci basamaktaki hastaneler, tedavi hizmetlerini yürütecekler, tıp fakülteleri ise tıp eğitimi ve daha ileri tedavi ve araştırma hizmetleri ile ilgili çalışacaklardı. Bu arada, bu plana göre sağlığın finansmanı, mevcut bütçeden ayrılan kaynaklara ilaveten “zorunlu sağlık sigortası” ile desteklenecekti. Mevcut sağlık bilgilerinin sağlık kurumları ve hekimler arasında paylaşılmasını sağlamak için Ulusal Sağlık Enformasyon Sistemi “USES” kurulacaktı.
İlaç yönetimi, sağlıkta gelecek 20 yılın ihtiyaçlarına yönelik insan iş gücünün planlanması, kamu ve özel sektörde çalışma koşulları, sağlık çalışanları, hasta ve hekim haklarının düzenlenmesine dair mevzuatların hazırlanması çalışmaları da vardı. Bu plan, ne yazık ki, bizden sonra gelen Sağlık Bakanı Dr. Mustafa Arabacıoğlu tarafından tozlu raflara kaldırıldı.
2003 yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanki Sağlık Bakanı Sn. Recep Akdağ bir Kıbrıs ziyareti sırasında, bizim hazırlattığımız “Sağlık Master Planını” alıp, uygulamaya koydu. Planda ön gördüğümüz “Aile Hekimliği Müessesi” ve “Genel Sağlık Sigortası” uygulamaya kondu. Hastalara hekim ve hastane seçme özgürlüğü getirildi. Zaman zaman sistemle ilgili finansal ve uygulama sırasında bazı pürüzler çıkmasına karşın, sağlık verilerinde çok olumlu ilerlemeler sağlandı. Nitekim dünyadaki sağlık sistemleri üzerinde uzman olan Dr. Rıfat Atun’un, Türkiye’deki sağlık alanındaki ilerlemelere yönelik çok ciddi tespitleri, Kıbrıs Gazetesi’nde çıkan bir mülakatında belirtilmişti.
Bize gelince, 2000 yılından beri halen sistemi tartışıyoruz. Aynı konuların etrafında dönüp dolaşarak zaman kaybetmeye devam ediyoruz. Her bakan değiştiğinde yeniden “Sağlık Çalıştayları “ düzenliyoruz. Eski yapılanları değersiz kabul edip onlardan yararlanmıyoruz. Hükümetlerin gündeminde ne yazık ki sağlık konuları, gerektiği şekilde yer bulamıyor.
Bunlar tartışılırken ülkede Sağlık alanında bir takım sağlıksız ve çarpık yapılanmalar da Sağlık Bakanlığı’ndan bağımsız olarak uygulamaya giriyor. Bakanlık bunlar karşısında çaresiz kalıyor
2000 yılında hazırladığımız “Sağlık Master Planında ”; Karma bir sağlık modeli öngörülürken, sosyal devlet ilkeleri de göz önünde bulundurularak “Kamu ağırlıklı sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve Özel Sağlık Hizmetlerinin de belirli bir plan dahilinde sinerjik hizmetler üretmesi ve Sağlık Turizminin geliştirilmesi yönünde cesaretlendirilmesi” öngörülmüştü.
Ne yazık ki, ilerleyen yıllarda, kamu sağlık sisteminde öngörülen finansal ve yapısal iyileşmeler yapılamadığı gibi, sağlığa bütçeden ayrılan payın da gerilediği gözlemlenmiştir.
Yıllar içindeki nüfus artışlarına paralel olarak hastanelerdeki doluluk oranları %30’lardan %100’lere ulaşmıştır. Nüfusun artması ve ülkedeki ekonomik koşulların kötüye gitmesi nedeni ile kamu hastanelerine taleplerde patlama yaşanmaktadır.
Buna karşın kurulan birçok özel hastane, kendi kendilerini idame etmekte zorlanmış, bazıları birkaç kez el değiştirmek zorunda kalmışlardır. Tıp Fakültesi niyetine kurulan birtakım kuruluşlar, Özel Hastane anlayışı ile çalışmaya başlamışlardır. Bunlar yetmemiş, ülkedeki tüm ilçelere birer poliklinik açarak hasta kapma yarışı başlamıştır. Vatandaşlar kendi imkanları ile gittikleri bu tür kurumlarda, oldukça kabarık faturalarla yüzleşmişler ve ne yazık ki sağlık konularının istismar edildiği bir dönem başlamıştır.
Şimdi ülkede bunlar yaşanırken;
- Koruyucu sağlık hizmetlerinin kalitesinin yükseltileceği, insanların hasta olmaktan korunacağı veya hastalıkların erken döneminde teşhisinin sağlanarak, basamaktaki tedavi kurumlarına yönlendirileceği bir sistem olan, 1. basamaktaki “Aile Hekimliği Hizmetleri” göz ardı ediliyorsa,
- Hastalar 1. basamakta muayene edilerek süzgeçten geçmiyor ve 2. basamaktaki hastanelere yığılmaları sağlanıyorsa, uzman bir hekime 2-3 saatlik poliklinik süresinde 30-40 hasta düşüyorsa, kamu hekimleri (bazı hekimleri tenzih ederek) saat 8.00-13.00 arası çalışıyorsa, hastanelerde başta Onkoloji, Hematoloji, Nefroloji, Endokrinoloji gibi hayati öneme haiz bölümlerdeki doktor ve hemşire sayısı yeterli değilse,
- Sağlık Bakanının randevu sistemi uygulaması veya bilgisayar çıkışlı reçete yazılmasının sağlanması ile sağlıkta reform gerçekleşemez.
Serbest çalışan hekimlerin mevcut yasalara göre, kamuda çalışan hekimlerin tam gün uygulama ve ikinci iş taleplerinin önlenmesini istemeleri, reformların önünde bir engel teşkil etmez. Kaldı ki, Tabipler Birliği’nin birkaç kez tam gün çalışma yönünde talepleri olduğunu hatırlıyorum. Bu noktada kamuda çalışan hekimlerin de bugünkü gibi düşük ücretlerle çalışmalarının adil olmadığı ve insanca bir ücreti hak ettiklerine inanıyorum. Geçmişte bu yönde uygulamalarımız olmuştu ama ne yazık ki sonradan bu haklar hep budanmıştır.
Sağlıkta gerçek anlamda bir dönüşüm ve iyileşme isteniyorsa, devlet politikası haline gelmiş bir “Sağlık Master Planı’nın” kararlı bir bakanın inisiyatifinde, liyakatli kadrolarla sağlanabileceğine inancım sonsuzdur.
Dr. Gülsen Bozkurt
Sağlık ve Sosyal Yardım Eski Bakanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.