• BIST 9916.22
  • Altın 2962.961
  • Dolar 35.2472
  • Euro 36.7735
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 10 °C
  • Girne 13 °C
  • Güzelyurt 12 °C
  • İskele 10 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 7 °C

Satranç Tahtası ve “Uyuyan Güzeller”

Ediz TUNCEL

Bizim gündüz rüyası gören “uyuyan güzeller” yok Maraş’ın açılmasıydı, yok bilmem kaç yüzüncü ya da bininci Kıbrıs meselesi görüşmesiydi, yok havagazıydı, yok doğalgazdı,  yok federasyondu, yok desentralizasyondu,  yok Rum tarafıyla ticari ortaklıktı, yok Türkiye kesenin ağzını açtıydı, yok açmadıydı, yok ekonomik protokol imzalandıydı, yok imzalanmadıydı, yok av haritası öyle olacaktı, yok böyle olacaktı, yok ıvırdı, yok zıvırdı diye laf ebeliği yapa dursunlar, gündemi doldura dursunlar, dünya farklı yönde son hızla dönüyor ve değil birkaç yıl, onlarca yıl sürecek bir değişimin ayak sesleri gümbür gümbür geliyor...

Türkiye resmen açıklanmasa bile şu an Suriye ile bir savaşın eşiğinde duruyor.

Ordunuz açık bir şekilde bir başka ülkenin topraklarına girerse ve topraklarda sıcak çatışmalar yaşanıyorsa, siz de savaşa taraf olarak savaşa katıldınız demektir.

Yani şu anda Türkiye resmen bir savaşa iştirak etmiş durumdadır.

Ha, bu savaş Suriye’ye karşı açılmış bir savaş değil, Suriye’nin kuzeyinde konuşlanmış Amerikan emperyalizminin piyonu olan Kürt güçlere karşı açılmış bir savaştır.

Neticede, Türkiye Amerikan emperyalizminin silahlı uşaklarına karşı topyekün bir savaşa girişmiştir ve bu savaş, aslında Amerika’nın bölgedeki emperyalist çıkarlarına hizmet etmek için organize ettiği ve silahlandırdığı piyon Kürt güçlerine karşıdır...

Gel gör ki, piyonlara karşı savaş açtığında, piyonları kontrol edenlere karşı sa savaş açmış oluyorsun.

Aslında bu adı konulmamış savaş, ki ilerde adı tarihe muhtemelen Türkiye’nin Suriye Savaşı olarak geçecektir, Amerika’nın ta 1950li yıllarda uygulamaya koyduğu Yeşil Kuşak projesinin uzantısı olan BOP projesinin de tökezlemesi demektir ve tam da şu anda bir dönüm ve kırılma noktası yaşanıyor.

1950 yılından beri ilk kez bir Amerikan müttefiki ülke Amerikan çıkarlarına ters düşen bir girişim yapıyor, bir taraftan Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ne ters düşen girişimler yapıyor, diğer taraftan Amerika’nın ezeli ve ebedi düşmanı Rusya gibi bir süper güçle askeri ve ekonomik anlamda flört ediyor.

Üstelik de bunu, ekonomik ve siyasi açıdan ülke tarihinin en zor dönemlerinden birinden geçerken yapıyor.

Bu noktada dengelere dikkat etmek çok ama çok önemlidir, hatta hayati öneme sahiptir.

Kısacası, Türkiye çok tehlikeli bir oyununun içinde, tıpkı satranç tahtasında oynar gibi oynuyor.

Tek farkla ki, bu satranç oyununda kimse kimseyi affetmiyor, hata yapan anında temizlenebiliyor.

Amerika ve Rusya gibi süper güçler hiç kimsenin menfaati uğruna kendilerini yormazlar.

Her ikisi de kayıtsız şartsız kendisine biat edecek uşaklar isterler.

Kısacası, her ikisi de kimsenin kara kaşı veya kara gözü için uğraşacak ülkeler değildirler, onlar için varsa yoksa kendi menfaatleri vardır.

Süper güçlerin tek hedefi, kendi süper güçlerini besleyecek kaynakları sürdürülebilir bir şekilde elde etmektir.

Bunun için de biriyle ortaklık kurarlarsa veya çıkar ilişkisi içine girerlerse, tek dertleri çıkar ilişkisi içine girdikleri “taraftan” menfaat elde etmektir, bir verirlerse on almaktır.

Nitekim, bir zamanlar Rusya’dan korunmak için Amerika’nın ve NATO’nun savunma kalkanına dahil olan Türkiye, bugün “eski dostuna” karşı “eski düşmanı” ile işbirliği içine girme gayreti içindedir.

Bu gayret sürerken, “eski düşmanın” çıkarlarına da fayda sağlayacak bir şekilde “eski dostun” çıkarlarına çomak sokmaktadır.

İşte bu noktada, çok kırılgan bir durumda olan Türkiye ekonomisi en ufak bir hatada çok ciddi depremler geçirmeye de gebe bir pozisyondadır.

Bütün bu tarihi denge değişimleri yaşanırken, bizim buradaki siyasetçiler akılları beş karış havada, olmaz işler peşinde koşturmakta, hala Türkiye versin de biz de burada idare edebildiğimiz kadar idare edelim modundadırlar.

Sanki memleketin onca sorununu mamur etmişler de geriye Maraş’ı da mamur etmek kalmıştı, kimi siyasi rant elde etmek için Maraş üzerinden bol bol lafazanlık yapmakta, eski taktiklerle cevizcinin çuvalından oynamak için elinden gelen absürd gayreti göstermekte, kimi milliyetçilik palavralarıyla gündemi doldurmakta, kimi olmayacak duaya amin diyerek Rum tarafıyla bir anlaşmanın rüyasıyla yatıp kalkmaktadır.

Gerçek şudur ki, ta 1964’de 186 sayılı BM kararına imza atan İsmet İnönü, aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Rum tarafına resmen teslim etmiştir ve o karardan sonraki süreçte Rum tarafı, 1974 hezimetine rağmen sürekli kazanan, Türk tarafı da sürekli kaybeden taraf olmuştur.

Ve günün sonunda, zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı, sonradan da Başbakanı olan James Callaghan’ın dediği gibi, Türkiye Kıbrıs’ın esiri olmuştur.

Kıbrıs Türk tarafı yıllar yılı ganimet furyasında, partizanlıklarda, herbiri her türlü entrikanın fır döndüğü bir siyasi tarikata dönüşmüş partilerin çıkar savaşlarında  boğulurken, Kıbrıs Rum tarafı dünyaya açıldı, dünyanın en güçlü devletlerinin tümünün desteğini aldı, dünyanın en güçlü ada ordusunu kurdu, dünyanın en güçlü devletleriyle hem askeri hem de ekonomik çıkar ilişkileri içine girdi...

Ve şimdi biz böylesine güçlü bir ağ kurmuş olan Rumların ellerindeki gücü bizimle paylaşacaklarını umut ediyoruz...

Bizi yönettiğini sanan uyuyan güzeller de bu süreçte laf olsun torba dolsun, belki lafla peynir gemisini yürütürüz derdindeler...

Hala ve hala!!!

Gerçek olan şudur ki bu ülkenin, iki ana gelir kaynağı ve lokomotif sektörü vardır; üniversiteler ve turizm.

Gelen giden siyasiler ve hükümetler lafla peynir gemisini yürütmeye çalışa dursun, lokomotif sektörlerimizin her  ikisi de kendi başına kalmıştır, Doğu Akdeniz’in fırtınalı coğrafyasında kendi rotalarını tutturmaya çalışmaktadırlar.

Bugüne kadar bunu zar zor da olsa başarabilmişlerdir, ancak bundan sonraki süreç Ortadoğu’da yaşanacak sancılı sürece bağlıdır.

Diğer tarafta, kimse pek dile getirmese de, Kıbrıs’ın kuzeyindeki kumarhaneler resmen para basmaktadırlar ve kazançlarından devlete verdikleri devede pire bile değildir.

Bunların kazançlarının kontrol altına alınması ve kazançları oranında vergilendirilmesi demek, KKTC’nin delik kevgirden farksız olan bütçesinin kat be kat artması demektir.

Mesele şudur ki, bizimkilerde para babalarının rant çarklarını kontrol edecek ve rantlarına kamu yararına ortak olacak yürek var mı, yok mu!!!

Bu ülke eğer ayakta duracaksa, bu Türkiye’nin pamuk ipliğine bağlı ekonomik desteğiyle olmayacak, uyuyan güzellerimizin uyanmasıyla, kendi öz kaynaklarını kontrol etmek ve sürdürülebilir şekilde gelir elde etmekle olacaktır.

Bu bakımdan, kontrol dışı parayı kontrol altına alıp vergilendirmek, üniversite ve turizm sektörünün de önünü açmak için akılcı ve radikal kararlar almak gerekmektedir.

Lafka peynir gemisini yürütmeyi bırakın bir tarafa,  Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayın, önünüzdeki KKTC denen yanık pilavda kurtarabildiğiniz kadarını kurtarmaya bakın...

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları