Kıbrıs Sorunu ile ilgili süreçten bir kesiti dün sunmuştum. Bu güne kadar yapılan görüşmeleri ve alınan karar neler olduğunu belirtmiştim. Dünkü yazıma bugün de devam edip görüşmeler ile ilgili alınan kararların neler olduğunu gözler önüne sermek istedim.
- 1976
Viyana görüşmeleri 5. turuna gelindiğinde her iki taraf da BM Özel Temsilcisi himayesinde yapılacak görüşmelere karşılıklı yazılı öneri (written proposal) değişimi kabul ederek katılacaklarını belirttiler. Ancak Kıbrıslı Rum Lideri Klerides gizli anlaşmalar “Secret Agreements” üzerinde Lefkoşa ile herhangi bir uzlaşıya varmadan istişarede bulunamayacağını bildirerek son anda belge değişimini engelledi.
- 1977
Denktaş-Makarios görüşmesi sonucunda ilk Zirve Anlaşması (High Level Agreements) 12 Şubat’ta taraflarca kabul edildi. Dört maddeden oluşan bu anlaşma iki toplumlu federal bir cumhuriyet kurulmasını öngörmekteydi. Zirve Anlaşması
- Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve iki toplumlu olmalıdır.
- Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.
- Dolaşma, yerleşme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk toplumu yönünden olabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.
- Federal hükümetin görev ve yetkileri devletin birliği ve devletin 2 toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.
31 Mart – 7 Nisan 1977’de Türk tarafını temsilen Ümit Süleyman Onan ve Rum tarafını temsilen Tasos Papadopulos 4. Viyana görüşmelerine katıldılar ancak bir karara varılamadı.
- 1978
Kıbrıs Türk tarafı 13 Nisan’da Viyana’da, BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’e önerilerini sundu. Genel Sekreter bu önerileri somut ‘concrete’ ve esaslı ‘substantial’ olarak nitelendirdi. Kıbrıslı Rum Lider Kiprianu ise bu önerileri reddetti.
- 1979
Mayıs ayında yine Kıbrıs Türk tarafının çağrısı üzerine yapılan Denktaş-Kiprianu görüşmesinde İkinci Zirve Anlşması (Doruk Anlaşması) ortaya çıktı. Bu anlaşma, 1977 anlaşmasını teyit ederek, iyi niyet ve karşılıklı güven ortamı yaratılmasının önemini vurgulayan bir madde içermekteydi. “1979 Doruk Anlaşması’nın Maddeleri”
- Toplumlararası görüşmeler 15 Haziran 1979’da yeniden başlayacaktır.
- Görüşmelerin temeli Denktaş – Makarios anlaşması ve BM’nin Kıbrısla ilgili kararları olacaktır.
- Cumhuriyetin tüm yurttaşlarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı gösterilmelidir.
- Görüşmeler tüm toprak ve anayasa konularını kapsayacaktır.
- Maraş’la ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, diğer yönlerle ilgili anlaşma beklemeden Maraş açılacaktır.
- Görüşmelerin sonucunda olumsuz şekilde etkileyecek hareketlerden kaçınılmalı; iyi niyet, karşılıklı güven ve olağan koşullara dönüşü kolaylaştırabilecek pratik önlemler alınmalıdır.
- Kıbrıs Cumhuriyeti askerden arındırılacaktır.
- Cumhuriyet bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, bir başka ülke ile kısmen veya bütün olarak birleşmesi veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir şekline karşı gereken garantiler olacaktır.
- Görüşmeler gecikmelerden kaçınarak sürekli ve temelli bir şekilde sürdürülecektir.
- Toplumlararası görüşmeler Lefkoşa’da yapılacaktır.
- 1980
9 Ağustos’ta başlayan görüşmelerde, iki kesimlik ve güvenlik kavramları ilk kez açıkça zikredilmeye başlandı. Kıbrıs sorununun anayasal olarak federal, toprak olarak ise iki kesimli çözüme kavuşturulacağına ilişkin formül, 1977-79 anlaşmasındaki belgelere yansıdı.
- 1982
BM yeni Genel Sekreteri Perez de Cuellar tarafından yürütülen toplumlararası görüşmelere bir yılın sonunda, 8 Mart 1983’te ara verildi.
- 1983
Ekim ayında Rauf Raif Denktaş BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar’ı bilgilendirerek görüşmelere devam etmek istediğini bildirdi. Doruk Anlaşmalarından sonra başlayan toplumlararası görüşmeler Kıbrıslı Rumların BM Genel Kurulunda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adanın tümüne sahip ve egemen olduğunun kabul edilmesi ve adada mevcut tüm doğal ve diğer kaynakların kendi kontrolleri altına alınmasına ısrar etmesi üzerine toplumlararası görüşmeler kesintiye uğradı. BM Genel Kurulunda Kıbrıslı Rumlar lehine çıkan söz konusu kararda Kıbrıs’taki Türk askerinin tamamen adandan çekilmesi, Güney Kıbrıs’a göç eden Rum göçmenlerin geri dönmesi, Kıbrıs adası üzerinde tek hâkimiyetin ve söz hakkının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yöneticisi yani Kıbrıslı Rumlar olduğu öngörülmekteydi. Kıbrıs Türk tarafı bunu asla kabul etmeyeceğinden, Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs’taki iki eşit halktan birisi olarak, self determinasyon hakkını kullandı ve 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurdu. BM Güvenlik Konseyi, KKTC’nin ilanı üzerine 541 sayılı bir karar alarak adada Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir devletin tanınmayacağını ilan etti. BM Güvenlik Konseyi'nin 541 sayılı kararı BM Güvenlik Konseyi'nin 541 sayılı kararı, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı ve BM Genel Sekreteri'nin açıklamaları göz önüne alınarak, 365 ve 367 sayılı kararların uygulanmasını ve bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nden başka bir Kıbrıs devletini tanımamasını karara bağladı. Karada, Kıbrıs Türklerinin, KKTC’yi kurduklarını ilan edip, bağımsızlık deklarasyonu yayımlamasına karşın, deklarasyonun yasal olarak geçersiz olduğu ve geri alınması gerektiği belirtilerek, KKTC’nin tanınmaması istendi. Pakistan oylamada karşı, Ürdün çekimser oy kullanırken diğer 13 üye kabul oyu verdi. *** Tarihi eser mi dediniz? KKTC’de ülkenin serveti konumundaki tarihi yerlere olan duyarsızlık büyük boyutlara ulaştı. KKTC’nin turizmini büyük ölçüde etkileyecek bir konuıma sahip olan tarihi yerlerin bakımsızlığının yanısıra uyuşturucu yerlerine dönüşmesi yerli halkın olduğu kadar turistlerin de tepkisine neden oluyor. Mormenekşe’de eski eser konumundaki yerlerin yıkılmasını görmezden gelen, Lefkoşa’da Tantinin Hamamı gibi birçok tarihi dokuyu zenginleştiren eski eserlerin yerle bir olmasını ve ayakta zor durmasına aldırış etmeyen yetkililerin bu durumu düzeltmek için en ufak bir çaba sarf etmemesi dikkat çekiyor. TARİHİ ESERLERİN DUVARLARI YAZIDAN GEÇİLMİYOR Tarihi dokunun bozulmasına aldırış etmeyen ve kılını kımıldatmayan eski eserlerin bu ilgisizliğini ve denetim eksikliğini gören bazı kendini bilmezler, Bufavento ve benzeri tarihi eserlerin duvarlarına yazılar yazmak suretiyle görüntüsünün bozulmasına ve tarihi dokunun zarar görmesine neden oluyor.